Yunus Türkoğlu

Bu şehir

Yunus Türkoğlu

Bir şehir düşünün…

Gölleri mavi mi mavi, dağları karlı mı karlı, akan ırmakları pırıl pırıl olsun. Keven çiçeğinde pembe, devetabanında yedi renk olsun. Yol kenarlarında akasya ile leylak, kanal sularında ateş böcekleri olsun. Seyyidlere, evliyaya ulemaya ev sahipliği yapsın. Zeve Şehitliği bir sevda uğruna çekilen acıların sembolü olsun. Bitmeyen bir sevgi ve dinmeyen bir hasretle gurbet eldeki Vanlıları ve tanıyanları, tanıdıkça sevenleri ve sevdikçe bağlananları kendine çeksin…

Her şehrin kimliği ve duruşu vardır. Şehirler canlı organizma gibidirler, ruhları vardır, nefes alır, konuşurlar ve kendilerini sevdirirler veya..! Üzerinde yaşayanlara da kimlik verir. Her insanın; fiziki yapısı, kimyası ve maneviyatına göre sevdiği şehirler vardır. Biri size bir şehirden bahsettiğinde sanki bir insanı tanımlıyor gibi olursunuz. Bir şehri sevmek onu tanımakla başlar. Kimine asil denir, kimine görgüsüz, kimine gururlu, kimine mütevazı, kimine zengin, kimine fakir denir. Kimine “Şanlı” denir, kimine “Kahraman” ve kimine de “Karlı Dağların Şehri Van” denir. Şark tarihinin en eski eyaletlerinden biri ve aşkı, sevgiyi, sevdayı, medeniyeti fısıldayan güzellikler şehri…

 Bu şehir…

Dört tarafı heybetli dağlarla çevrili bu kadim şehrin karşısında göz alabildiğine uzanan; asude havası, çarşaf gibi serilen ve bazen hırçın, bazen dingin suları, keşfedilmemiş koyları, ömre bedel adaları, balıkçı gemileri, etrafında yeşillikler içinde şirin ilçeler olan Vangölü duruverir maviler içinde…

 Kalenin burçlarından Van şehrine bakarsanız sessiz ve gururla uzayıp giden yollar, vakarla sağa-sola serpiştirilmiş muhteşem tek ve iki katlı toprak evler, konaklar, yeşillikler içinde gökyüzüne doğru uzanan minareler görürsünüz. Kalenin her iki yanında adeta ağaçlıklar içinde kaybolan mahalleler vardı. Uzaklardan yani Süphan Dağı ve Akdamar Adası’ndan selam getiren dalgalar kıyılara vurup Van Kalesi ile sohbet ederdi…

Bu şehirde:

Yazın sıcak günlerinde ikindi sonrası İskele veya Edremit’e gidilirdi. Denizin ve kumsalın tadı çıkarılır, serin sularda gönlünce yüzülür sonra semaverler yakılırdı. Vangölü ufkunda gün batımı izlenir, güneşin son ışıklarıyla altın rengine dönen sakin sular seyredilirken büyük bir zevkle kıtlama çaylar yudumlanırdı...

Bu şehir…

Toprak Kale altından Akköprü Mahallesi’yle başlayıp güneye doğru uzanan bir tarafında Erek Dağı bir tarafında Vangölü olan mahalleler. Boylu boyunca uzanan söğüt, İsfahanlı ve akasya ağaçları olan toprak yollar, mühre duvarlar üzerinden yola taşan ayva ve iğde ağaçları, mahalle kültürünün derinlemesine hissedildiği sokaklar. Birde tozlu yollarda güngörmüş, devran sürmüş dedelerimizin ayak izleri dururdu! Günümüze ulaşamayan yanak yanağa yaslanmış tarihi kerpiç evlerin görüntüleri bir film dekoru gibiydi. Her biri unutulmaz komşularıyla; Çavuşbaşı, Hafiziye, Şerefiye, Eski Banka Sokağı, Şamranaltı, Mercimek, İskele, Sıhke, Maraş Caddeleri, Ali Paşa, Selim Bey, Haraba ve Suvaroğlu mahalleleri o günlerin hüznünü, sevdasını, hatırasını taşır…

Cumhuriyet Caddesi sakin, gürültüsüz daha çok sessiz, insan sesi nadir makine sesi yok gibiydi. Bir yaz günü ikindi sonrası, cadde yavaş yavaş şenlenip canlanmaya başlıyordu. İtfaiye arabası ağır adımlarla yürür gibi sulama yapıyor, etraf serinliyor ve genizleri yakan toprak kokusu atmosferi sarıyordu. Arada bir belediye otobüsü veya taksi geçiyordu. İnsanlar genellikle yürümeyi tercih ediyorlardı. Ve o kadar insan oradan oraya pek çok koşuşmazdı. Esnaf gayet nezaketli, kibar ve mütevazıydi. Bu saatlerde anneler çarşıya çıkar Özvan ile Rekor’a uğrar kışlık yelek, süveter veya lif örmek için orlon ip veya kumaş alırlardı. Yürürken bir yandan tarihi makinesiyle karakola çıkan sokağın köşede duran Rahmetli su fotoğrafçısı Mustafa amcayı görürsün. Bir yandan fırıncı merhum İbrahim Talay’ın yaptığı nefis tırnak ekmeklerinin kokusunu duyarsın. Bir yanda tam karşında duran ve ikindi ışıklarıyla sinesi altın sarısına boyanan Toprak Kale seni karşılar hayal gibi, düş gibi, rüya gibi…

Lise talebesiyken geçtiğim sakin Cumhuriyet Caddesi’nden yeniden yürümek istiyorum! Merhum değirmenci Kasım amcanın Akköprü Mahallesi’ndeki evinin bahçesindeki iğde ağacına çıkıp yeniden iğde toplamak istiyorum. Diyorum ki; teyzem yeniden bizlere hikâyeler anlatsa ve bitmeyen bir sevdayla o günleri yâd etsek…

“Bir şehri sevmek onu tanımakla başlar…”

Bu şehir işte böyle bir yer…

Allah’a ısmarladık, sevgiyle kalınız…

 

 

 

Yorumlar 2
Yunus TÜRKOĞLU 29 Ocak 2024 14:20

Değerli dost Şahbettin ULUAT, bu anlamlı ve güzel yorumunuz benim için çok önemlidir, Van için daha iyisini yazmaya sevk ediyor. Eksik olmayın, Allah'a emanet olun....

Şahbettin Uluat 27 Ocak 2024 13:38

Kıymetli yazarımız, Mevlana der ki: "bazen biz durarız, zaman yürür; bazen zaman durur biz yolcu oluruz." Güzel, anlamlı, aklımız gibi duygularımızı da harekete geçiren bu yazıyı okurken biraz öyle hissettim. Biz o bildiğimiz güzel Van resmi önünde durmuşken zaman akmış, kerpiç bahçeli evler beton apartman blokları tarafından silinmiş; bildiğimiz yüzler kaybolmuş; Cumhuriyet Caddesi kalabalıklaşmış; Aslan'ın saz çaldığı bahçe düğünleri gürültülü salon düğünlerine dönüşmüş; sakinlerinin çoğu göç etmiş. Yine de bu kadim şehir asaletinden bir şey kaybetmemiş. Yine de sana bu güzel yazıyı yazdırabilmiş. Yeni güzel yazılarında buluşmak dileğiyle.

Yazarın Diğer Yazıları