Yunus Türkoğlu

Arz ve Sema-1

Yunus Türkoğlu

İnsanoğlu uçsuz bucaksız fezayı tefekkür ettiğinde, içinde yaşadığı dünyanın ne kadar uygun yaratılmış olduğunu görür. İnsanoğlu asırlardır teleskoplarla bu âlemi imkânları ölçüsünde müşahede ediyor. Yeryüzü insan için dağlar, nehirler, vadiler ve yollarla donatılmıştır. Yeraltında 1200 santigrat derece sıcaklılığıyla devasa bir ateş okyanusu olan magma denizi var. Kaynayan bir kazandan nasıl fokurdular yükselirse, dünyanın merkezinden de ısı akımları yükselmektedir. Depremler ve yanardağ patlamalarıyla zayıf noktaları bulup yeryüzüne çıkıyor. Bu durum bizim nasıl bir ateşin üzerinde olduğumuzu açık, seçik gösteriyor…

Yeryüzü onlarca kilometre kalınlığıyla dünyanın en kuvvetli yapısıdır. Dünyamız hayat bulmadan önce bir lav topu halindeydi. Sonra soğumaya başladı ve kabuk bağladı. Bunu bir devekuşu yumurtasına benzetmek mümkün olabilir. Kabuk yumurtanın büyüklüğüne göre nasıl inceyse dünyanın sert tabakası da bu kadar incedir. Buradaki fark yerkabuğunun yekpare olmayışıdır. Araştırmalara göre yerkabuğunun irili ufaklı 12 parçadan meydana geldiğidir ve bunlara levha denilmektedir. Kalınlıkları ortalama 33 kilometre fakat bu kalınlık okyanus tabanlarında incelip bazı bölgelerde 5 kilometreye kadar düşmekte, yüksek platolarda ise 70 kilometreye çıkmaktadır.

Dağlar; o ateşten zeminin üzerindeki ince yerkabuğunu zapt etmek, sarsıntıyı emip azaltmak üzere çakılmış kazıklar gibidir. Bir dağın kökü, görünen kısmının 10-15 katı olabilmektedir. İlk olarak 1855’te ortaya atılan bu görüş kabul görmüş ve desteklenmiştir. Mesela Everest Dağı’nın zirvesi yerden ortalama 9 kilometre yükselirken, kökleri 125 kilometre derine inmektedir…

“Değil mi ki Biz arzı bir döşek yaptık ve dağları birer kazık…”(Nebe, 6-7)

“Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya sabit dağlar yerleştirdi…”(Nahl, 15)

Gökyüzünde güneş muazzam bir ateş kütlesidir. Öyle büyük ki içine 1 milyon 300 bin dünya sığar. Dış yüzündeki sıcaklığı 6 bin santigrat derece, içinin sıcaklığı ise 20 milyon santigrat derecedir. Biz bu iki ateşin arasında selamet içinde yaşıyoruz. Yaşatana şükürler olsun!

Güneş daha yakın olsa, ışınlarının açıları dünyaya daha keskin gelse hayat olmaz, yanar kavrulurduk, uzak olsa donardık… Yerkabuğu mevcut sağlamlığında olmasa sürekli depremler ve volkanlarla hayatı sürdüremezdik…

SU

Bütün canlılar sudan yaratıldılar. Su hayat kaynağıdır, susuz olmaz! Allah-ü Teâlâ, muhteşem bir su arıtma sistemi kurmuş. Buharlaşan su gökyüzüne yükseliyor ve bu su buharı kütleleri bulutları meydana getiriyor. Gerekli şartların oluşmasıyla semada rafine olan o sular; yağmur, kar ve dolu olarak tekrardan yeryüzüne iniyor…

İçtiğimiz suyun bir tek damlası büyük nimettir. Bu bir damla su, rızık oldu, şifa oldu, kan oldu, bitkilerde usare oldu, zehir oldu, toprağa karıştı çamur oldu, dondu buz oldu. Kim bilir kaç kere buharlaştı semada kirlerinden arındı.

Kar kütleler halinde, yağmur kovadan boşalırcasına inseydi musibet olurdu!

“Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu arzda durdurduk…” (Mü’minun, 18)

Yüz binlerce yıldır aynı suyu kullanıyoruz! Dünyanın dörtte üçü tuzlu denizlerle kaplıdır. Göğe yükselen su, tuzdan arınmasa bize gökten tuzlu, asitli ve acı su inerdi. Hâlbuki tertemiz ve berrak su iniyor.

“Ya içtiğiniz suya ne dersiniz?

*Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?

*Dileseydik onu tuzlu yapardık.

Şükretmeniz gerekmez mi?” (Vakıa, 70)

Denizlerdeki suyun sıcaklığını uzun süre koruması, gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkını azaltır ve gecelerin aşırı soğuk olmasını engeller…

Suyun gaz, katı ve sıvı hali vardır. Suyun sıcaklığı -4 dereceden aşağıya düştüğünde su katılaşmaya başlar. Bu durumda yani buz olduğunda, suyun yoğunluğu azalır ve donan göllerin buzları dibe çökmez. Böylece buzun altında canlılar hayatta kalır…

Suyun ışığı geçirmesi sayesinde su altı bitkileri hayatlarını sürdürürler...

İnsan vücudunun % 60’ı, beynimizin % 70’i, kanımızın % 80’i sudur.(Prof. Veysel Eroğlu, Suya Atılan İmza)

Suyun kimyevi formülü de sırlıdır. İki hidrojen ve bir oksijenden meydana gelir ki, hidrojen yanıcı, oksijen yakıcı bir maddedir. Su ise ateşi söndürür!

Yağmur suları vadilerden geçerek, dağların bağrında minerallerle zenginleşerek şifalı sular halinde yeniden yeryüzüne çıkıyor. Nehirleri, içmeleri, memba sularını meydana getiriyor. Kimisi sıcak yani termal, kimisi buz gibi…

Suyun bir başka nimeti, içinde yüzmeye, gemilerin üzerinde yolculuk etmesine müsait yaratılmış olmasıdır. Denizler biri birine boğazlarla bağlı olduğu halde, biri birlerine tamamen karışmamaktalar. Her birinin tuz yoğunluğu ve benzeri özellikleri farklıdır.  Asırlar sonra keşfedilen bu hakikat de ayet-i kerimede bildirilmektedir.

“İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır birbirine geçip karışmazlar…” (Rahman, 19)

Bahar gelip yağmur yağmaya başlayınca İlahi sanatın muhteşem temaşa zamanı. Vadilerde açan bin bir çeşit çiçek, yemyeşil örtüyle kaplanan zemin, gelinler gibi süslenmiş ağaçlar, bülbül ve diğer kuşların şakıması, şırıl şırıl akan dereler ve mis kokular taşıyan latif rüzgârlar…

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları