Mustafa M. Atilla

İstanbul'un kaderinde var demek ki..

Mustafa M. Atilla

Bu hafta ki yazım İstanbul'dan geliyor yine, çünkü halen buralardayım, bu güzelim şehrin her yeri geçiyor ayağımın altından, yürüyor, dolaşıyor, seyrediyor, yıllar önce bulunduğum şehirle özlem gideriyorum…

Belki de bir daha gelemem, göremem diye.

Vakit dar, vakit uzamıyor, vaktin ne olacağı, nerede son bulacağı belli değil,...

Yolculuğun, yolun sonu, hangi hazan vaktiyle buluşacağı zamanı işaret ediyor onu da bilmiyorum ki, yeniden bir proğram yapayım da yine geleyim.

Gelmişken keyfini çıkarayım istiyorum, ara ara eşe dosta videolar, fotoğraflar atıyorum, onlar!!.. İstanbul'da gezmenin keyfiyle dört köşe olduğumu sanıyorlar, halbuki bilmiyorlar ki içimin ne kadar acıdığını, yandığını.

Yazmaya başladığım da; içimin acısını mı dile getireyim yoksa istanbul için övgüler mi yağdırayım diye düşündüm.

Aklıma ilk geleni, tuşların acımasızlığına terk edip, katmerli bir felaketin tam ortasında bir yerde olduğumu; fakat tarihin ayağındaki sütunlu dimdik yapıları; gezmenin keyfine biraz dokunduğu, ıllıtığı geçmişe dalarken..

Surlardaki barut kokusuna, kılıç seslerine, belkide vaktin çok çabuk geçmesinin önünü aldığı, düşüncelerle günleri geçirirken yazdım.

"Bugüne kadar gezginlere, edebiyatçılara, şairlere ilham kaynağı olan İstanbul; her yönüyle mısralara dökülen kelimelerle şiirlere konu olmuştur.

Yahya Kemal; ''Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul''

''İstanbul’u anlamadan kendimizi anlayamayız'' diyen Tanpınar tarihsel derinliğini en ince ayrıntılara gizlediği şiirlerle ne güzel anlatmıştır. Bu konunun başka güzel yönü." Ayrı tutup!

Tam bir felaket diye bahsettiğim, eskiyen İstanbul’un insan göçüne doymayışı, böyle bir kozmopolit şehrin herhangi bir ülkede varlığına inanmayışımdan olsa gerek ki, hayretimi gizleyemiyorum. Renk renk, ırk ırk, her ülkenin ortak AVM si sanki, kullan kullanabildiğin kadar, bozdur bozdur harca, gir çık, otur, oh de,

iç ezogelin çorbasını, yayla çorbasını yan gel yat, bir yer olmuş,..

Saygın külhan beylerine yer kalmamış sanki.

Trafik bir keşmekeş zaten, adam iş bulmuş; kartal da ikamet ediyor, işi Beylikdüzü’nde,.. Beylikdüzü’nde ikamet ediyor, işi Kadıköy'de,...tuzlada ki insan Aksaray’a, Aksaray’da ki Bostancı’ya, Bostancı’daki Küçükçekmece ye. Küçükçekmece’deki, Pendiğe git gel hergün her sabah, o iniyor o biniyor, o oturuyor o kalkıyor,.. koltuk kapacam diye o itiyor, sen itiyorsun. Çalış çalış ver kiraya, metroya, metrobüse, bin vapura at jetonu, elde kalan yediğin içtiğin hep yavan.

Neymiş İstanbul da yaşam.

Araçlar dur kalk dur kalk ilerliyor, sen niye önüme kırdın ,sen niye frene geç bastın,sen niye bana korna çaldın, çalarsın çalamassın, yürüsene kardeşim derken hengame hengame üstüne biniyor,

İstanbul şöyle böyle hikayelerle ömrünü uzatıyor.

Bir sorun da!

Taşı toprağı altın diyenler de.

Nasıl mı!.?.

Anadolu’dan geliyor bir vatandaş, sonra sağı solu öğreniyor, ayağı yer ediyor, açıyor memlekete telefon,...dayıoğlu, halaoğlu, teyzeoğlu bırakın öküzü, tarlayı takkayı ne uğraşıyorsunuz gelin buralara, anlatırken bire bin katarak anlatıyor,.. bizim dayıoğlu durur mu ertesi gün tası tarağı toplayıp tutuyor İstanbul’un yolunu. O geliyor onu şunu getiriyor, onlar geliyor yüzlercesini getiriyor, gelme diyen yok, gitme diyen, perişan olan çok.

Altın nerede, taş toprak nerede, kaldı köyünde baba yurdunda, ana ocağında.

Gel geri dön; köyüne, ocağına, bağına bahçene,.. yaşlı ananın, babanın hasretini dindir, evlerine şenlik getir,.. at üstünden İstanbul'un isini, pisini kirini, çık tarlaya

çalıştır traktörü, ek biç, harmanla,.. yoruldun mu kana kana bulağın suyundan iç, geç ocağın başına demle çayı, çağır anayı babayı, kolu komşuyu içsinler, yudumlasınlar, hatıralar canlansın.

Topla yumurtayı, meyveyi, sebzeyi, yapılsın yoğurtlar tereyağlar, peynirler,.. sürülsün kömbelere, tandır ekmeğine,.. yensin çörek le otlu peynir, sarılsın

çocuklar birbirlerine oynasınlar topaçlarını,.. kırılsın odunlar kurulsun sobalar, kaynasın üstünde sütler, yapılsın mıhlamalar, pişsin kazlar, taki yine baharlar gelinceye dek, kuzular doğuncaya, çiçekler arıları davet edinceye dek.

Taşta toprakta nerede altınmış gör bak.

İstanbul senin neyine, kurtul marabalıktan, dön kendine, gülsün yüzün ey Sivaslı, Yozgatlı, Konyalı, Vanlı, Muşlu, Antepli, Giresunlu, Karslı güzel insan.

Gönlüne ferman dinlet.

O zaman samanlık (memleket) in seyran olur.

Yazarın Diğer Yazıları