Eyyüp Altun-Sosyolog

Jean Paul Roux'un Gözüyle Türkler

Eyyüp Altun-Sosyolog

Jean Paul ROUX.  Fransız vatandaşı bir Türkolog. Kitapları ve yazıları nedeniyle çeşitli ödüller almış, uluslararası çevrelerde pek çok bilimsel kuruma üye seçilmiş dünyaca ünlü bir araştırmacı. Bunların içinde en önemlilerinden biri Fransız Akademisi Başarı Ödülüdür. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti tarafından kendisine verilen Liyakat Ödülü de sahip olduğu uluslararası ödüllerden sadece biridir. Roux'un TÜRKLERİN TARİHİ adlı çalışması Kabalcı Yayınevi tarafından 2004 yılında yayımlandı.

Bu başarılı çalışma, Roux'un yarım asırlık uğraşının ve bilgi birikiminin sentezidir adeta. "Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler; cesur, dağınık, marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce bozkıra, sonra Çin içlerine ve ardından sonu başı belli olmayan bir sel gibi garba doğru aktılar…" Roux'a ait bu satırlar belleğimizde Türklere dair olumsuz bir imge oluşturmuş olabilir. Ancak çağlar boyunca 'barbarlığın' simgesi olarak algılanmış Türkler, dünya tarihini etkilemeyi başarmış, hatta devletlerin sınırlarını belirleyerek, toplumların sosyokültürel şekillenmesine yön vermiş ender topluluklardan biridir. Roux, tarihte en çok devlet kuran Türkî bu kavimler için "onlar dünyanın hükümdarlarıdır" der. Alman uyruklu Profesör Fitiz Newmark da Roux'un bu yaklaşımını destekleyen farklı bir belirlemede bulunur: "Türkleri tarihten çıkardığınızda ortada tarih diye bir şey kalmaz."

Roux'a göre Orta Asya'dan batıya, güneye ve güneybatıya akan bu 'barbar' kavimler adeta tarihi altüst etmiş, halkları birbirine karıştırarak farklı dillerin ve kültürlerin yaratılmasına önayak olmuştur. (Örneğin Doğu Avrupa'da yer alan birçok ülke kültüründe Asyatik öğelerin varlığı bu etkileşimin bir sonucudur.) Roma'yı, Bizans'ı, Rusya'yı, Kuzey ve Doğu Avrupa'yı, Arapları, Çinlileri, Britanya'yı, Fransa'yı, Almanya'yı, Balkanları,  Afrika'yı anlatırken Türkleri anmamak mümkün değildir. Hatta kimi tarihçilere göre Sümer'i ve Amerika kıtasındaki antik devletleri anlatırken de bu 'barbar' kavimlerden söz etmek zorunda kalınır. Roux, Türklerin çağ değiştiren ender milletlerden biri olduğunu söyler. Dünyayı yönetme yetisine sahip bu kavimler, farklı özellikleriyle tarihi kuralları adeta tersyüz etmişlerdir. Karl Marks, tarihi-toplumsal evreleri analiz ederken Türklere özgü sosyal yapıyı evrensel ekonomi yasalarının dışında tutmuş, onlara özgü yeni bir tanımlama (Asya Üretim Tarzı) geliştirmek zorunda kalmıştır. Marks'a göre Türklerde köleci toplum aşaması yoktur.

Dil konusunda da Roux'un ilginç belirlemeleri vardır. Roux: "Türkçe, az sözcükle çok şey anlatan bir dildir" der ve Louis Bazin'den uç bir örnek verir. Bazin, 'Türk Dilbilgisi' adlı kitabında 'Türkleştiremediklerimizden misiniz?' sözünün, Fransızcada ancak on sözcükle anlatılabileceğini ifade eder.

Roux'a göre Türkler kültürel yenilikler konusunda bağnaz değildir. Ele geçirdiği topraklarda yaşayan toplulukların sahip olduğu kültürleri reddetmek gibi bir böbürlenmenin içinde hiçbir zaman olmamıştır. Mimari, sanatsal ve bilimsel gelişmeleri çabucak içselleştir ve yararlı olanları hemen alırlar. Örneğin, İran'ı ele geçiren Selçuklular Fars dilini kullanmaktan geri durmamışlardır. Yine Anadolu'ya yerleştiklerinde farklı dillerden müteşekkil Osmanlıcayı yaratmışlardır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş temellerinin ise batı değerlerine dayandığını söylemeye zaten gerek yok! Askeri bakımdan sert olmalarına karşın ele geçirdikleri coğrafyalara sosyal-kültürel açıdan kolay uyum sağladıkları ve karşılıklı etkileşim içine girdikleri görülmüştür.

Roux, Türklerin 'gökyüzünde tek tanrı, yeryüzünde ise tek imparator' sloganına bağlı özellikler sergilediğini anlatır. O nedenle Türkî devletler egemenlik için birbirleriyle savaşmaktan çekinmemişlerdir. Onlara göre Türklerin tek bir hakanı olmalıdır. Roux, Türklere ilişkin şu ilginç belirlemeyi de yapar: "Türklerin fiziksel açıdan ırksal özelliği yoktur. Dolayısıyla kendi içinde bir Türk ırkından söz edemeyiz. Türklerin damarlarında eski Türk kanından, elmacık kemiklerini çıkık ve gözlerini çekik yapan o meşhur kandan başka Moğol, Çinli, İranlı, Yunanlı, Kafkas, Rus, Afrikalı- kanı akmaktadır." Bu bakış açısının ortaya çıkardığı gerçek yeni Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal'in ırk tanımına da uymaktadır. Atatürk'e göre Türkiye Cumhuriyetini kuran halkların tamamı Türk Milletini oluşturur. O nedenle 'Ne Mutlu Orta Asya'dan Gelen Türklere' değil de 'Ne Mutlu Türküm Diyene' şiarını kullanmıştır. Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinin aşağı yukarı hepsinde ırksal köken önemsenmemiştir. Bölünmeye hizmet etmeyen ve başarılı bulunan herkes devlet kademelerinde yer almış ve sistemin olanaklarından azami ölçüde yararlanmıştır. Bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin kadro yapısına bakıldığında da bu durum net bir şekilde görülür. Temel ölçüt cumhuriyetin (devletin) esaslarına bağlı kalmaktır. Bu esaslara bağlı kalan herkes Türkiye Cumhuriyetinde söz sahibi olabilir ve yönetici konumlara yükselebilir. Türk devleti bu bağlamda ırkçı değildir. Demokrasinin rafa kaldırıldığı dönemlerde bile bu özelliğinden ödün vermemiştir.

Ancak Cumhuriyetle birlikte kendi içinde yaşayan etnik toplulukları Türkleştirmek gibi bir politikanın içinde olmuştur. Bu, tek millet yaratma sürecini hızlandırma amacını taşıyan "asimilasyoncu milliyetçilik" politikasıdır. Türkiye Cumhuriyeti etnik açıdan dönüştürmeyi amaçlayan benzer politikalar uygulamıştır. Fakat farklı etnik toplulukları sistemden dışlayan ırkçı yaklaşımlar içine hiçbir zaman girmemiştir. Sistem içinde faaliyet yürüten bir partinin başkanının kim olacağı noktasında yürütülen tartışmalarda liderin ille Türk etnik kökenine mensup olması gibi etnikçi bir dayatma içine girmemiştir.Bu yapısıyla Avrupa'daki etnik milliyetçi bazı ülkelerden ayrışmaktadır. Örneğin Hitler Almanya'sında Cermen olmayan biri, kendi etnik kökenini inkâr etmiş olsa bile parti içinde etkin bir göreve getirilmezdi. Mandela öncesi Güney Afrika Cumhuriyetinde de durum aynıydı.

Roux son olarak şunları söylemektedir: "Eğer geçmiş geleceğin garantisiyse Türklerden çok şey beklenebilir.  Ancak süvarilerinin mutlak üstünlüğüne borçlu oldukları egemenliklerine bir daha asla ulaşamayacakları bir gerçektir. Bugün itibariyle Türklerin şanslı olmadıklarını söyleyemeyiz. Türkiye stratejik önemi yüksek boğazları elinde bulundurmaktadır ve Avrupa ile Asya'nın birleşme noktasındadır. Öte yandan iki kıta arasında bir köprüdür ve Rusya ile Ortadoğu'yu birbirine bağlamaktadır. Türkiye laik, uygar yapısıyla, Müslüman bir cumhuriyet olarak önemli bir konumdadır. Türkiye, kanıtlanmış güçlü bir tarihsel arka plana dayanmaktadır ve bu konumunu sürdürmeye muktedir tarihi, kültürel birikimleri içinde taşımaktadır.Türkler geçmişte olduğu gibi bugün de şaşırtıcı çıkışlara imza atmaktan çekinmeyen özgüven sahibi güçlü bir topluluktur."

Yazarın Diğer Yazıları