Yunus Türkoğlu

Fasıldan Fasıla Van

Yunus Türkoğlu

Yine bir gün sokağımızda arkadaşımla bilye oynuyorduk. Bir ara Rahmetli Annem bana seslendi;

“-Yunus yavrum, yarım saate kadar kağnı arabası ile kavuncu gelecek. Onu durdur bana haber ver!” Dedi.

 Önce anlayamadım, biz yine oyunumuza devam ettik.

 Bir ara baktım kağnı arabası bize doğru geliyor. Yanımıza gelince arabayı durdurdum. Gözüm kavunlara ilişti. Arabanın içi, sarı ve kırmızıya çalan sarı renkte ve mis kokulu kavunlarla doluydu. Hemen koşup Anneme haber verdim. Annem geldi, üç dört tane kavun aldı beraberce eve taşıdık. Evin içi kısa bir süre içinde o muhteşem kokuyla doldu ve bu koku epey bir zaman evimizin içinde kalmıştı!

İsmini sonradan öğrendiğim kavuncu Cemal ağabey, haftada bir-iki gün kavun satmak için kağnısıyla bizim sokaktan geçerdi. Hep bu vakitlerde kavun dolu arabasıyla Sıhke’den (Bostaniçi) gelir, bağırarak kavunlarını satar akşamüstü tekrardan köyüne dönerdi… 

Rahmetli Anneme sordum:

 ”- Anneciğim, kavuncunun geleceğini nasıl anladın?”

“-Rüzgâr sokağımızın doğusundan estiğinde yani Erek Dağı’ndan estiğinde Sıhke kavunun kokusu buraya kadar gelir! İşte bu koku kavuncunun geleceğinin alametidir! ” Demişti. 

Meşhur Sıhke kavunun eşsiz tat ve lezzeti hiçbir zaman unutulmayacaktır. Sürekli yazılıp-çizilecek dilden dile dolaşacaktır.

Sıhke ve Sıhkeli değerli dostlara selam olsun…

Düz ovası, bereketli ve verimli topraklarıyla, Türkiye-İran Kapıköy sınır kapısıyla, misafirperver sıcakkanlı ve cana yakın halkıyla, gönüllere taht kuran güzel ve şirin serhat ilçemiz Saray halkına selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

Kahramanımız; sekiz köşeli kasketi, kalın paltosu, oduncu gömleği ile yeleği, köstekli saati, omzuna astığı çapraz tüfeği, çuval kumaşına benzeyen kalın kaşe pantolonu, hantal botları, üstü işlemeli metal tablası, sarı kehribar ağızlığı, elinde otuzüçlük Oltu taşı tespihi ve yorgun bakışlarıyla hayal-meyal hatırlayabildiğim Merhum Katırcı Musa Dayıdır!

Reşadiye’de gün akşama ermiş etraf karanlıklara bürünmüştü artık! Musa Dayı mağrip namazını kılmış günün yorgunluğunu üzerinden atmak için çıtır çıtır yanan ateşin önündeki asırlık meşe ağacına sırtını dayayıp oturmuştu. Çakır gözlerinde çakan hasret sevdaları, puslu gönül aynasında ise fasl-ı hazan vardı! Gökyüzünde ay ile yıldızlar yanıp sönerken göz alabildiğine uzanan koyu lacivert Vangölü sularının kıyıya vuran dalga sesleriyle, arada atların kişnemesi ve baykuşların kesik kesik ötmesiydi sessizliği bozan. Yıllarca bin bir zorlukla kat ettiği karlı zirvelerdi yeniden karşısında heybetle duran!

Merhum Musa Dayı, dağlara, ormanlara, şelalelere, çağlayarak akan ırmaklara, martıların pike yapıp denize dalışına, meltemlerin kanadına, yeşeren körpe yapraklara, asumanı beleyen yıldızlara, yağmurdan sonraki toprak kokusuna, uzun ayrılıklardan sonra cananına kavuşmaya, pınarlardan su içen ceylanlara, şafakta esen rüzgârlara, tabiata ve dahi tabiatı var eden Rabbi’ne âşıktı!

Katırcı Musa Dayı derlerdi ona, ömrü at sırtında ve dağlarda geçse, ıssız ormanların koynunda yatsa, soğuk pınarların sularından içse de hiçbir zaman dağ adamı olmamış, hep gönül adamı olmuş ve öyle de kalmıştı! İçindeki sabrı hiçbir zaman sürgüne göndermemiş ve bu meşakkatli hayatı yavrularının hatırı için inatla kovalamıştı…

için mutluluk; Annemizin yaptığı peynirli un helvasının doyulmaz tadındaydı. Soldan gelen ortaya güzel bir kafa vuruşuyla gol atmamızdaydı. Kızağımızın son sürat gitmesindeydi, akasyanın mis kokusundaydı, aşık kemiğinin duruşundaydı! Şerefiye Mahallesi’nden akan kehris suyundaydı, Ramazan ayında akşama yakın mutluluk içinde iftarı beklemekteydi, bayramda alınan bir çift papuçtaydı. Sonbaharda okulun önünde satılan sarı ayvadaydı. Mutluluk uçurtmamızın kuyruğundaydı,  misketimizin rengindeydi, fırfıramızın sesindeydi… Mutluluk, çocukluğumuzun saf ve temiz duygularındaydı…      

Bir yaz günü komşumuz Hasret teyzenin kızı Kıymet ablanın nişanı var. Teyzem oğlu Murat Çakmakçı ile birlikte oradayız, tahminim ortaokul yıllarımız.

İki katlı tarihi Van evinin bahçesindeyiz küçük bir bahçe, etrafında uzun kavak ağaçlarının gölgesi ve kenarında toprak kanaldan akan suyun serinliğinde yapılan merasim. Çelik topuklu, sivri burunlu, rugan ayakkabılı, kılloç etekli ve saçları topuzlu anneler oynuyorlar, Cümbüşçü Aslan Ağabeyde çalıyor. Erkekler yok yalnız bayanlar ile biz çocuklar oradayız.

Nişan sona erdi Aslan Ağabey eve gidecek, ev yakın fakat birinin refakat etmesi gerekiyor.  Burada bilmeyenler için söyleyeyim kendisi “ama” yani “görme özürlü” tek başına gidemez. Ev sahipleri Murat ve benden eve götürmemizi rica ettiler;”- Tamam olur.” dedik cümbüşü Murat aldı Rahmetli Aslan Ağabeyde bir elini benim omzuma bıraktı yola çıktık. Murat, cümbüşün bir iki telini kırmadan eve teslim ettiyse ne ala…

Rahmetli Aslan ağabey;

“-Adınız ne?  Kimin oğlusunuz? Kaçıncı sınıftasınız? Dersler nasıl? Gibi sorular sordu ve sohbet ederek yola devam ettik, eve varınca vedalaşıp ayrılmıştık. Konuşması düzgün ve kibar bir insandı. O’da bu fani âlemde biraz eğleşti gitti. Allah Rahmet etsin.

Rabbim, hepinizi var etsin, ömrünüze ömür katsın, gönlünüze zeval vermesin…             

Yazarın Diğer Yazıları