Faik Kumru

MAKAM

Faik Kumru

Dünyadaki en büyük makam, secde makamıdır. Gönül memleketindeki sultanlığın biricik tahtıdır. Tacı ise iki el bir baştır. Bu rengarenk cennet misali kadim memleketin her şehri mamur, bakımlı, ışıl ışıldır. Hakikat yolunun dosdoğru yolcusu, gerçek sahibi olan Rabbisine kalbi bir heyecanla ulaşmak gayesiyle bu yola gönül vermiş, baş koymuştur.

Kalbinin derinliklerindeki en ulvi, yüksek hislere nice güfte yazmış ve nice beste yapmıştır. Gönül mahsulü eserlerini de her adım başında terennüm edip durmuştur. Aşkın makamına bağlılığını bildirmiş, bütün hücresiyle ve yüreğinin en saf haliyle yücelere dil-beste, aşık olmuştur. “En Büyük” olana; Allahına, Rabbisine, Hudâsına, Malikine, Tanrısına, İlahına, Mabuduna müteveccih, yönelerek alnını yere koyduğunda, muhtelif alemlere mihman, konuk olmuştur. Rüku etmek, diz çökmek ve baş eğmek o büyük kapının tokmağına dokunmaktır.

Bu makamın gereği olan taklidi değil, tahkiki bir iman ile başını eğmek ve o başı da yer ile buluşturma ameliyesi, irtifası ölçülemeyen büyük bir terakkidir, yükselmedir. “Küçük dağları ben yarattım” havasında büyüklenmek, böbürlenmek ve kibirlenmek ise insani bir vaziyet değildir. Vicdanı hiçe saymak ve aklı inkar etmek oldukça büyük bir sermaye kaybıdır. Dünyanın en yüksek dağı Everest olmak var iken, yeryüzünün deniz seviyesinden en düşük rakımlı Lut Gölü seviyesinde olmayı yeğlemektir.

Bu mekanda bir yitik, bir düşüklük, bir kayıp ve bir ziyan asla söz konusu değildir. Bütün zerresiyle aslına dönmüş, isim müsemma uyumu ve birlikteliğiyle buluşmuş sonsuz bir varlık vardır. Bedenen ve ruhen bütünleşmiş, kendi ufkunun seyranına çıkmıştır. Oraya her ulaşana insan denmiş; ulaşamayan her mahluka da bedbaht, talihsiz adı verilmiştir. Kıyas kabul etmez bir tasvir, betimleme, anlatma hali mevcuttur.

Yollar yolcusunu bekler, misafirini bekler, gerçek sahibini bekler ve yürünmeyen yollar da hiçbir zaman bilinemez. Bazen gündüz, bazen de gece vakti, yolu gonca gül kokan dikensiz güzergahları adımlayanlar vardır. Adımlar sahte, taklit, replika değildir. Her hareket, müspet ve samimi bir niyetle çerçevelenmiş güzel bir manzara arz etmektedir.

Siyasi mülahaza, düşünce ve politik çıkar ilişkileri, insanların önündeki en büyük maniadır. Bu engellere takılmadan doğruca yürüyen sabit kadem ayaklar, çelmelere tenezzül etmezler. Şom ağızlı aşağılık insanların münasebetsiz sözlerine hiç karşılık vermeden, “selametle” diyerek ve aldırış etmeksizin kendi yollarında yürümeye devam ederler.

Kenarı güvenli bariyerlerle çevrilmiş, yol üzerindeki her taşı hiç üşenmeden ve hiç kimseyi de rahatsız etmeden adaba uygun bir şekilde yolun dışına atmasını bilen güzel yürekli insanlar her daim olmuştur, olacaktır ve olmaya da devam edecektir. Her âdeme ve her gönül ehline karşı olabildiğince nazik, kibar, hiç karşılık beklemeden selam verirler, empati ve sempatiyle merhaba derler.

Gönül memleketinin gerçek maliki, sahibi olan bu gönül erbabı ve gönül ehli kişiler, kendisi için istediği ve arzu ettiği hemen hemen bütün her şeyi başkaları için de isteyebilecek diğerkam yürekli, dört mevsim içinde asude, huzurlu baharı yaşayan bahtiyar insanlardır. Gözlerini, yedi gün yirmi dört saat kendini gözetleyen büyük makama ihsan şuuruyla sabitlemiş ve frekansını da ona göre kalibre etmiş, ayarlamıştır. Verecek olanı tanımış, verilmişi ise zamanı gelince alacak olana da itaat etmiştir. İfrat, aşırı gitme ve tefrit, ileri gitme gibi bir tutarsızlığı yaşamadan, itidal, ölçülü çizgide yürümeye karar vermiştir.

Bahtiyar insan ki ta ezelde olanı içinde hissetmiş, kabul etmiş ve bütün zerratıyla beli, evet demiştir. Artık bu vakitten sonra sözünden cayma gibi bir acizlik asla vuku bulamaz, meydana gelemez. Veren vereceğini vermiş, alan da alacağını almış ve akit, sözleşme tamamlanmıştır. Bundan sonra verilen söze sadakat en mühim bir vasıf olarak insanın boynuna mukavele mahiyetinde asılmıştır. İnsan, beşer için “dönülmez bir akşamın ufkuna” girilmiştir. Her vakit, hem tulu, doğma hem de gurub, batma gibi pozitif ve negatif manevi bir durumu içinde barındırmaktadır. İmtihan işi, sağlam ve çürükleri ayırmakta, zaman eleği ise eleme işlemini mütemadiyen, durmadan yapmaktadır.

Menziline ve hedefine götürmeyen bir yol, yol değildir. Sahibi olan yolların adımlarını takip edersen, adresi meçhul olmayan mekanlara gidersin. Sahibi olmayan yolların gizemi, sırrı çözülememiştir. Temiz ayaklar, temiz izler bırakır. Gizlisi ve saklısı olmayanın ifşa edilecek bir eksiği, lanetlenecek kötü bir tarafı da bulunamamıştır.

Adım izleri olan yollar vardır, izleri tertemiz. Öncesinden, önden yürüyen kutsi ve temiz yolcular olmuştur. Sevda yolları, aşk yolları, gönül yolları, gurbet yolları ve bu yolların da tutkulu yoldaşları vardır. Bir de güzergahı iyi belirlenmiş, rehberi ve kılavuzu doğru tespit edilmiş belli yollar vardır.

Her adım başında bir emare ve ikaz tabelası bulunmaktadır. Çukur yerleri saptanmış ve uyarı işaretleri ta önceden konulmuştur. Ey hercai, kararsız gönlüm, secde makamına ulaşmak için nefsin sevmediği bütün yolları arşınla ve ibadet neşvesi ile o yüce makama yüksel. Dünyevi makamlar ise bağlılığın nispetinde en büyük ve en derin çukurlardır. Oraya düşer ve kalır isen bir daha yukarı çıkma ihtimalin oldukça zordur.

Secde makamı, füze rampası misali, hedefine ve dahi menziline tez vakitte ulaştırır insanı. Bir yola sevdalanan, o yola vefalı olmalıdır. Vefa yoksa, samimiyet yoktur. Samimiyet yoksa edep de yoktur. Edep yoksa gönül yoktur, nefis vardır. Gönül ehli ki iyiliği tavsiye eder ve öğüt/nasihat verir, kötü olanı da edebilirse ve gücü yeterse tasfiye eder bütün kalplerden.

İnanırsan, gönlün ve vicdanın ile kulak ver o konuşulanlara ve o konuşan dillere. Arı, duru ve saf nedir, ne anlam ifade eder; göz ile görme, kulak ile duyma, akıl ile ikna olma durumu, olmazsa olmaz bir gerçekliktir. Zaten her şey alenen sergilenen bir resim sergisi gibi bütün gözler için aşikar bir haldir. Bu mekanda, tatmin edilemeyen bir kalp ve ikna edilemeyen bir akıl meskun değildir, buraya yerleşip yurt, mesken edinmemiştir.

Dikenli bir araziye ve çölleşmiş bir toprağa kim ev yapar, kim yerleşir ve burada kim ikamet eder? İlk öncelikle bu gibi bir yerin, tez elden ve tez vakitte ıslah edilmesi elzemdir. Bir yerin temizliği, yeşilliği, verimliliği ve hoş manzarası arzu edilen bir özelliktir. İnsan ki aklı ile isteyen ama gönlü ile karar veren bir vetireden/süreçten geçen varlıktır. Aklın istediği siparişe gönül mührünü vurup onay vermez ise o alış veriş, ticaret asla gerçekleşemez.

Nefsin hüküm sürdüğü bir yerde hiçbir güzellik mevcut değildir. Secde, bir mekana ve bir yere mahkum değildir. Secde, akıl ve gönül ile birleşirse, en büyük hakikat meydana çıkar; Allah’a kul olmak. Gönül erbabı insanlarla muhabbet eşliğinde rengarenk alemlere yelken açmak, şu dünyanın belki de en güzel zaman dilimleri olsa gerek. Zaman, altın bir ırmaktır. O kesintisiz ırmak akarken sermayesini tastamam edenler, zarar ziyan nedir bilmeyecek ve dipsiz bir uçuruma düşmeyeceklerdir. İflas illetine tutulmayacak ve kaybetme hüsranına asla ve asla uğramayacaklardır. Hiçbir vakit de mahrum edilmek fiiliyle yüz yüze gelmeyeceklerdir.

Ve yaratılmış varlıkların en güzeli olan insanı, kendine kul gibi gören her düşünce anlayışı ve her zorba şahsiyet, karanlığın bizzat kendisidir. Kendini ulaşılmaz zanneden her insan, ta baştan yolunu kaybetmiş ve bütünüyle sapıtmıştır. Kendisi kaybolmakla kalmayıp, nefis heykeline doğrudan secde etmiş bir zavallıdır. Kenarı gül ile süslenmiş yolu, dikenli bir yola tercih etmiştir nihayetinde.

Yazarın Diğer Yazıları