Faik Kumru

Feraset, Bilim ve Aydın

Faik Kumru

Ortam okumak, bir feraset işi olmak iktiza eder, mükemmel bir kabiliyet gerektirir. O elbiseye münasip, uygun bir zihniyet ister. Hangi meslekten, muhtelif alanlardan olursa olsun, ileriyi görmek ve bir öngörü sahibi olmak insana bahşedilen harika bir yetenektir.

Kendi kendini bilme ile başlayan, sonra etrafı dinleyerek ve izleyerek bundan mana çıkaran, gerçeğin hakikatine gönül vermiş, empati yeteneği gelişmiş diğerkam insanlar bu sahada esas söz sahibi olmalıdır. Fikir beyan ederken herkesin anlayacağı bir lisan kullanmalıdır. Dili tatlı, kelimeleri şeker şerbet, yüzünde tebessüm, içi insan sevgisiyle dolup taşmalıdır.

Öngörü sahibi olmak, doğru öngörülerde bulunmak insani ve vicdani bir mesele, kutsi bir vazifedir. Hususen kendi milleti, umumen bütün bir insanlık alemi namına bütün güzelliklere dil-beste olma, olmazsa olmaz hakiki bir sorumluluktur. Rotasını çizdiği yollardan dikenleri temizlemeli ve güllerin resmî geçit yaptığı bir şehrah, ana cadde hâline getirebilmelidir.

Toplumun dili dudağı olmalı ve kendi insanı adına en doğruyu dile getirmelidir. Horlanma, dirsek yeme ve nahoş sözlere muhatap olma gibi tehlikelere de göğüs gerebilmelidir. Her sözü hikmet, kesin bilgi içermeli ve insanların içindekilere ses olabilmelidir. Yönlendirdiği taraflar, hedefteki güzergah, herkesin kabulü haline gelmeli ve menziline arızasız ulaştırmalıdır.

Mesleğinde temayüz etmiş, öne çıkmış bazı meslek erbabı, bir konu hakkında görüş bildirerek güya, “Bak! Benim bilgim, her şey hakkında malumat vermeye yeter de artar bile”, diyerek ve taşıdığı titre güvenerek boyundan büyük değerlendirmelerde bulunur. Projektör gibi her yeri, her insanı aydınlattığını düşünür. Daima büyüklük ve ulaşılmaz olma kibriyle hareket eder.

Ustası olduğu sahada konuşmak yerine, ne hikmetse bu bahis din ve tarih konusunda oluyor, herkese ahkam kesiyor, rota çiziyor ve bu çizgi dışına çıkanlara da haddini bildiriyor. Medeni bir ülkede böyle bir cehalet görmek oldukça zordur. Bilim insanının cehaleti çok tehlikelidir.

Hani deseniz ki “Yahu üstat, bilim sahanız olan konuda dünya çapında kaç tane makaleniz yayımlandı ve onay aldı? İlmi seviyesi yüksek ve uluslararası güvenilirliği olan kaç dergide yazınız çıktı? Kaç kişi, yazdığı yazılarında sizi referans verdi? Gibi sorular sıralasanız, çoğu boşa düşer. Suallerinize kesinlikle cevap alamazsınız. Sizi de kaale almaz, küçük görür.

Akabinde ağza alınmayacak hakaretlere maruz kalır, söylediğinize söylemediğinize sizi bin pişman eder. Üstelik ettiği laflara dahi utanmaz, zeytinyağı misali her daim üste çıkar. Ağzı bozulmaya görsün, onu tutana aşk olsun. Seviye seviye mertebe kaybettiğine şahit olursunuz.

Günümüz dünyasına, özellikle memleketimize baktığınızda her konuda fikir beyan eden, her konuda konuşan öyle dilbazlar görürsünüz ki artık görmeye ve dinlemeye katlanamazsınız. Ekseriyet itibariyle kirli klikler adına konuştuklarını belli ederler. Onlardan bu toprakların güzel rengini ve enfes kokusunu alamazsınız. Nefret kokan necasetli nefesleri kin kusar durur.

Bu kadim toprakların insanını aşağılar, hakir bilir, küçük görür. Onunla konuşmaya tenezzül  etmez. Etse de kendini değersiz hisseder. Aşama kaybettiğini düşünür. Tokalaşmak istemez. Pırıl pırıl elinin kirlenmesi, gururuna ağır gelir. Burnu Kaf dağının zirvesindedir.

Oturduğu vakit ayak ayak üstüne atar, kaykılır ve ayağını ta burnunuza kadar uzatır. Edepten bihaber, adabımuaşeret üstadı olduğunu herkese ballandıra ballandıra anlatır, herkesin gözüne sokar. Elindeki kadehi medeni bir ölçü olarak taşır. Görünme hastalığına giriftar olduğu için, hangi renkli ekran kendini buyur etse, üç para beş kuruş demez koşturur gider.

Her konuşması bir had bildirme, şişmiş balon olan nefsini öne çıkararak bir “tebliğ sunma” işi yapma gibi gösteriş budalasıdır. Bilgisinin altında ezilmiş ve posası çıkmış ezik bir zavallıdır. Beyin fakültelerinde bilimin ışığı değil, kibrin karanlığı hüküm fermadır. Acınacak bir halde olduğunu düşünemediği gibi, bu düşük halini kendini üstün görme olarak tarif ve ilan eder.

Zihinleri kirlidir. İçinde neşet ettiği memleketinin ve kendi insanının önüne ışık olamazlar. Karanlık yollarını aydınlatamazlar. Çıkar eksenli hayat sürdürdükleri için, en küçük bir ulufe karşısında yelkenleri suya indirir ve kendine ışık yakan sahillere gemisini hemen yanaştırırlar. Tarafgirlik illetine tutulmuş ve izm’lerin işgaline uğramış acınacak zavallı cücelerdir.

Bu kişiler, her ne kadar münevver, aydın, entelektüel gibi sıfatlarla anılırsa anılsın, bunlarla asla müsemma olamamıştır. Bir sıfatı kazanabilmek ve hakkıyla kullanabilmek için, onun gerekleri ne ise tam manasıyla hayatına taşıması, içselleştirmesi elzemdir. Yoksa isimlerinin yanı başında kullandıkları bir etiketten öteye geçemeyecektir.

Fikir namusu, ilmin izzeti, kitabın ve bilginin değeri, kalemin haysiyeti gibi edebi değerler, onlar için bir peçete kadar değersiz ve önemsizdir. Parasıyla okuduğu, yurdunda yuvasında yemek yiyerek serpilip büyüdüğü kendi milletinin her ferdine tiksinti ile bakmaktadır. Midesi, bu toprakların gıdasından zevk almamaya başlamıştır artık.

Sofra çevresine bağdaş kuran, sofra bezini dizlerine çeken, sini üstündeki koca tasın içindeki çorbaya ailecek kaşık sallayan kişi gitmiştir. Eskiye tamamen kalem çekmiş, maziyi mezara gömmüştür. Yaşadığı eski günlere tiksinti ile bakmaktadır. Yere oturmayı aşağılanmış olarak görmekte ve kabul etmektedir. Masa ritüelleri, en kutsal buluşma mekanı olmuştur.

Yemek yeme ameliyesi masaya terfi ettikten sonra pantolonu kırışmaktan kurtulmuş, banal olmaktan azade olmuştur. Edebi, adabı çatal bıçak kullanmaktan ibaret görmeye başlamıştır. Bu fasit daire, kısır döngü içinde geçmişinde ne varsa ve ne kaldıysa hepsini dipsiz bir kuyuya atmıştır, üzerine de beton dökmüştür.

Artık geriye ne kendisi ne geçmişi ne çıktığı yerin önemi kalmıştır. Tek bir kalemde hepsinin üzerini çizmiştir. Bütün müktesebatını ve kendini inkar edenin de bu topraklara ve bu toprağın insanına vereceği hiçbir şeyi kalmamıştır maalesef. Bu gibilerinden her devirde insanımız çok cefa görmüş ve çok çile çekmiştir. Kadirşinas kişi olmak varken, harami veletliği seçmiştir.

Ezcümle, bu toprakların hastalığına iyi gelecek eczayı yine bu toprakların nebatının vereceği, reçeteyi de bu toprakların yetiştirdiği kadir kıymet bilen hazık hekimlerin yazacağı aşikardır.

 

Yazarın Diğer Yazıları