MÜVEZZİ LÜTFÜ BABA

Ümit Kayaçelebi yazdı...

Name (Mektup) deyip geçmeyin,

Hasretlerimizi yüklediğimiz, özlemlerimizi giderdiğimiz, dertlerimizi döktüğümüz, sevinçlerimizi paylaştığımız namelere nasıl olur da kağıt parçası diyebiliriz?

Eski ismiyle name günümüzde ise mektup dediğimiz apayrı bir şeydi. Çoğu zaman sevgililer birbirlerine mektup yazdıkları zaman erkekler sol göğsündeki cebin üzerine bırakırdı sevgiliden gelen mektubu açar açar okur ve tekrar yerine bırakırdı ve halk arasında buna Yürekçe denirdi

1980 li yıllara kadar mektubun hayatımızda çok ayrı bir yeri vardı. postacı uzaktan gözükünce, içimizi sevinç kaplardı acaba bize de mektup var mı? Veya Beklediğimiz birinden mektup geldi mi diye heyecanlanırdık. .

Mahallede ve sokakta orada yaşayanları; kimin ne yaptığını ve ne yapacağını en iyi o bilirdi. Mahallenin postacısı da o bölgeyi en iyi tanıyan kişiydi. Postacının gelmesi dört gözle beklenirdi.

O zamanlar mektup getirenlere Müvezzi denirdi: Müvezziler daha sonra  dağıtıcı ve postacı olarak telaffuz edilmeye başlandı.Müvezziler çok sevilir ve sayılırdı. Çünkü Müvezzi  çoğu zaman umut olurdu insanlara. Getireceği bir mektup, uzaklardan bir selam, bir hasret, bir sevinç, bir neşe; bazen kötü de olsa bir acı ve üzüntü taşırdı.Haberleşme, insanların önemli ihtiyaçlarındandır. Bu ihtiyacın karşılanmasında en büyük pay postacılarındı..

Eskinin mektup ve kartının yerine şimdi başka araçlar geçti. Şimdilerde artık müvezzilerin yolu gözlenmez oldu, çünkü artık ne askerden gelen (er mektubudur görülmüştür) ibareli mektuplar var nede sevgiliden gelen veya taşrada okuyan talebeden gelen mektup var. Müvezziler artık ya icra emri, ya mahkeme ilamı veya bol banka ekstreleri taşıdıkları için müvezziiler artık yolları gözlenen değiller ve yolları da bizim zamanımızdaki gibi gözlenmiyor.

Yani eskiden mektuplar vardı ve herkes daha birçok hatırlardı birbirini. Yeni yıl geldiğinde, ramazan ve kurban bayramlarında kartpostal almak arkalarını yazmak sonra güzel bir zarfa koyup postahanenin yolunu tutmak bize ne kadar zevk verirdi.

Şimdi de postacı geliyor her ay herkesin evine. Ama hiç kimse eskisi gibi sevinmiyor ve heyecanlanmıyor postacının gelişine. Postacı ya bankadan gönderilmiş bir ödeme zarfı getiriyor yada faturaların zarflarını.

Acaba kimse mi hatırlamıyor dostlarını, yoksa artık mektuplar mı yaşlandı?

Eskiden eve gelen işyerine gelen dükkana gelen mektuplar vardı, bir de posta kutularına gelen mektuplar vardı. İçtenlikle el yazısıyla yazılmış mektuplar. Gideceği yerin uzaklığına göre değişiyordu ulaşma vakitleri.

Postacı gelirken heyecanlanırdı onu gören gözler. Acaba selam var mı uzaktan gelen? Yada uzun zamandan beri hatırını soramadım dostlarımın diye hayıflanan.

Bir kağıt bir kalem bir de zarf ve zarfın arkasına yapıştırılması gereken bir pul. Sonra o zarfı postaneye götürüp yollamak gerekiyordu. Belki birazcık da olsa zahmetliydi bu iş. Ama tüm bunlara rağmen mektuplar geliyor ve gidiyordu birilerine eskiden.

Ve en güzeli ise o zarftan çıkan kağıtta yazılan her harf bir dokunuştu, bir dost eli değmişti o zarfa, onların yüreği gezinmişti o kağıtta. Kim bilir belki de kokuları sinmişti o zarfa..

Hasılı kelam mektup yazmak zarf almak yazmak bize bir külfet gibi gelmiyordu Bilakis dantel örer gibi sevgilimize, sevdiğimize, askerimize, talebemize, büyükbabamıza veya gurbette isek anne ve babamıza duygularımızı en güzel şekilde kağıda dökmek için çok çaba sarf eder ve öyle mektuplar yazardık.

Eski yıllarda Van PTT Merkez Posta hanesi şimdiki tele komun yerindeydi. İki tarafı şöyle demir çitle örülü ve ortada güzel havuzlu her tarafında yaz günlerinde çiçeklerin açıp koku saçtığı güzel ve mini bir bahçe bir tarafında da amir veya memurların mesai dışında oturdukları güzel bir kamelya.Arkasında da üstü santral memurelerinin çalıştığı santral aşağıda ise mektup, koli, telgraf, havale alma ve havale ödeme,  radyo ruhsatlarının ödendiği gişeler ve gişelerde hepsi birbirinden değerli memur ağabeylerimiz.

Radyo ruhsatı deyince anlamayanlar olabilir onu izah edeyim. O yıllarda her radyo kayıtlıydı ve her Mart ayında PTT nin size verdiği ruhsatı yatırır ve makbuzu o ruhsata iliştirip saklardık. Yani radyo dinlemek bir nevi ücrete tabi idi.

Gişelerde  çalışanlardan bazılarının ismini de burada zikredeyim. Hasan Sözen (Amasyalıydı), Yümni Çıtak, Uğur Ülger, Turan Tekin, Sallabaş Ahmet Efendi ve hiç unutmadığımız Baki Günsan.

Baki amcayı neden unutmadık derseniz çünkü o bizim mahalledendi ve baba dostuydu. Dede baba vasıtası ile de bizi de severdi ve bizde onu sayardık. Her mektup atmaya gidende babama ve dedeme selam gönderirdi. Yıllarca mektup bahanesi ile hem onu gördük hem de mektuplarımızı attık. Şimdi ne mektup kaldı ne mektupları atanı tanıyan var nede biz memurları tanıyoruz.

İşte o postanede tam köşede de yıllarca PTT Merkez Müdürlüğü görevini yapan Hayrettin Alpaslan camekanlı müdür makamında otururdu.  Hepsi bu toprağın insanlarıydı. Memurlar gelenleri gelenler de memurları çok iyi tanırdı.

PTT nin üst katı santraldi ve bayan memureler çalışırdı. Birkaç santral memuresi var aklımda onları da yazıp geçeyim. Yıldız Keven, Rana Bingöl  Nesibe Koyunoğlu, Fikriye Akgün, Leyla hanım, Şükran hanım. Bu hanım efendileri tanımak çok önemliydi çünkü dışarıyı aradığınız zaman size yardımcı olabiliyorlardı.

O zamanlar koca Van da gidip görüşme talep ettiğinizde 4 görüşme kulübesi vardı 4 kişi konuşursa 5.dışarıda kalırdı. Uzak diyarları yazdırırdınız saatler sonra hat yok vs. denir ve siz gerisin geri giderdiniz. İşte o nedenden telgraf tercih ediliyordu. Telefon telgraftı. Millet acil ve önemli işlerini telgrafla giderirdi.

PTT nin arka kısmında gelen mektup, dergi, gazete vs.yi birkaç memur posta geldiğinde arabadan alır saatlerce gideceği yere göre tasnif ederler ve ilgili cadde sokak ve mahallenin müvezzisi onları alır müvezzi çantasına yerleştirir ve hemen dağıtıma giderdi.

İşte o Müvezzilerden biri de Allah rahmet etsin mekanı cennet olsun Müvezzi Lütfü amcaydı. Lütfü Amcanın evi Büyük caminin yakınında bir yerde idi. Benim rahmetli babamın da Büyük Caminin önünde küçük mütevazi bir kitap dükkanı vardı. Babam Kanaat Kitabevi dediği yerinde işiyle uğraşırken Lütfü amca da her gün işe giderken işten gelirken babama uğrardı ve böyle bir dostlukları olmuştu.

Rahmetli peder Kanaat Kitapevini kapattıktan sonra Karayollarına geçince yine Lütfü babayla görüşüyordu ama ne çare mektuplar, gazeteler, dergiler bizim Eski Ziraat Banka Sokağındaki evimize gelmeye başladı. Babam çok kitap okurdu çok gazete dergi aldığı gibi bir de dışarıdan onu tanıyanlar kitapçı olarak bildikleri için kitap dergi ve öbür tarafların gazetelerini gönderirlerdi. Babam da alır okurdu sonra anama tembihlerdi bak derdi hanım ben bunları okudum Lütfi abi geldiğinde ona verin derdi. Ve biz o gelinceye kadar saklardık.

Lütfü baba köşede gözükünce biz heyecanlanırdık acaba ne getirdi diye. Ama çok da boş geldiği olmazdı. Hiç olmazsa kitapevlerinden gelen kataloğlar babamı mutlu etmeye yeterdi. Rahmete gidinceye kadar hala Kanaat Kitapevinin kaşesi mevcuttu.

Yaz aylarında lütfü baba geldiğinde sıcaktan bunaldığı sırada annem hemen koşar şerbet getirirdi Lütfü Baba kendi evi gibi nefeslenir ve soluklanıp Efeye selam deyin der ve giderdi işine devam etmeye. Babam çok halim selim bir adam olmasına rağmen Van halkı ve Karayollarındaki arkadaşları ona efe diye hitap ederlerdi.

Bu arada belirteyim o zamanki müvezzilerin çantaları da en sağlam deriden yapılırdı ve inanın müvezzi amcalarımız çantayı taşırken yan yatan kamyonlar gibi böyle yan yan giderlerdi. İşte o yüzden yaz aylarında o ağır çanta onları bayağı terletirdi.

Yani müvezzi biz gibi herkes için aileden biriydi. Çünkü o bizim sevinçlerimiz kederlerimizi paylaşan biriydi.

Derken babam emekli oldu Lütfü Baba emekli oldu bazen kahvede bazen evde bazen camide görüştük Lütfü babayla.

Sonra herkes gibi Efe diye hitap ettiği babam da Lütfü Baba da bu fani alemden Hakka yürüyüp gittiler.

Bu vesileyle Lütfü Baba ile tüm PTT Camiasındaki ölüp darı bekaya irtihal eden büyüklerimi rahmetle anarken bu tadı damağınızda kalacak sandığım nostaljiyi de burada noktalıyorum.

Nerde o müvezziler nerde o mektuplar…

Bakmadan Geçme