Şahbettin Uluat

Benim Annem Benim Babam

Şahbettin Uluat

Bir televizyon programının düşündürdükleri…

Televizyon kanalları arasında gezinirken TRT Türk kanalında “Benim Annem Benim Babam” adlı bir programa rastlıyor ve izlemeye başlıyorum.

Program konuğu Kurtlar Vadisi, Yalnız Kurt, Deli Yürek gibi bilinen dizilerin yanında pek çok filme imza atmış olan yapımcı, yönetmen, senarist ve reklamcı Osman Sınav.

Ekrandaki samimi, sıcak sohbet kısa sürede beni iyice içine çekiyor.

Ünlü yönetmen, babasının vefatından önce Rabbine kavuşmak istediğini, dünya ile işinin bittiğini, kaçınılmaz sona hazır olduğunu bildirdiğini belirterek kendisinin de bu durumu evin büyük evladı olarak kardeşlerine aktardığını ifade ediyor.

O an kendi babamın son günleri geliyor gözümün önüne. Onun da biz evlatlarına ve çevresindekilere defalarca benzer şeyler söylediğini ve hatta zaman zaman itirazlarımıza rağmen şair yanını da göstererek ve esprili olarak “her tarafım olmuş hurda / gidemedim asıl yurda” dizeleriyle dile getirdiğini; bu anlamlı telkini sayesinde sonradan gerçekleşen kaybının ağırlığını önceden ve nispeten hafifletmiş olduğunu hatırlıyorum.

Yarıda yakaladığım bu ilginç programın tamamını izleyebilmek için teknolojik olanaklardan yararlanıp kaydı başa alıyor ve iki babanın diğer ortak yanlarını da öğrenme fırsatı buluyorum.

İkisi de hem kendi ifadeleriyle hem kendi yaşamlarıyla hem de çevrelerindeki insanların tanıklıklarıyla dürüst, çalışkan kimseler olarak yaşamışlardı. İkisi de gerçek anlamda dindardılar. Ünlü yapımcı ve yönetmenin babası yıllarca imamlık yapmıştı. Benim babam da on yaşında yetim kalmış, hizmetkârlık ederek büyümüş, o günün tanınmış imamlarından rahmetli Abdulaziz Ay Hoca’nın arkasında sabah namazlarında sureleri dinleyerek ezberlemiş ve işçilikten emekli oluncaya kadar, hatta emeklilikten sonra da dur durak demeden çalışmıştı.

İki babanın bir diğer çok önemli ortak yanları da çocuklarına haram yedirmemiş olduklarını söylemeleriydi. Baba Sınav bunu özellikle dile getirmişti. Benim babam da defalarca “size bilerek tek lokma haram yedirmedim” demişti.

Aşağı yukarı aynı zaman diliminde biri Burdur’un bir köyünde, bir diğeri Van’da yaşamış bu iki adamın yoksullukları da diğer ortak yanlarıydı.

İkisi de çocuklarının öncelikle dindar kimseler olmaları için ellerinden geleni yaptılar, sık sık telkinlerde bulundular. Onun dışında evlatlarını okullara göndererek eğitim almalarını da sağladılar. 

Ünlü yönetmenimizin dikkat çektiği ve benim bugüne kadar hiç düşünmediğim şey de onların geniş aile kültürünün olduğu bir dönemde yaşamış olduklarıydı. O günlerde hısım, akraba, eş, dost, komşular birbirlerine sahip çıkarlardı. Yanlış ve hata en son babalar tarafından duyulur, çoğu zaman babaya gelmeden halledilirdi.

Günümüzde artık sokağınıza çıktığınızda yakın komşunuzu, eşinizi, akrabanızı görme, gerektiğinde onlar tarafından korumaya alınma şansınız yok çünkü artık geniş aile yok. Çekirdek aile kendi kendisini korumak zorunda.

Söz arasında ünlü yönetmen babasından öğrendiği bir sözü paylaşıyor bizlerle.

“Çatal kazık yere gitmez!”

Yönetmenliğini yaptığı filmlerde senaryo ekibinin anlaşmazlığa düştüğü zamanlarda onlara bu sözü, farklılıklarda ısrarın sonuç vermeyeceğini ifade etmek için söylediğini dile getiriyor.

Bu anlamlı sözle yere gidecek kazığın tek bir sivri başının olması gerektiğini belirtiyor ve bizleri de pek çok konuda işe yarayacak kullanışlı, güzel bir anahtar sahibi ediyor.

Babasının kuşağının çocuklarını kucaklayarak sevgisini gösteremediğinden ama yatılı okuldan eve geldiği günlerde elini öptüğü babasının gözlerinin yaşardığından bahsediyor.

O bugün kendi evlatlarını sık sık kucaklayarak kendi doğru bildiğini yaptığını da ekliyor.

Benim babam kucaklar mıydı çok fazla hatırlamıyorum ama bizim için her fedakârlığı yapardı bunu adım gibi biliyorum.

*

Programın adı “Benim Annem, Benim Babam” olduğu için kendileri için, ailenin geçimine katkı sağlamak amacıyla  gece gündüz terzilik yapan, bayram akşamı sabahlara kadar elbise diken o fedakâr kadını, annesini de anlatıyor.

Benim hem genç kızlığında, hem evliliğinde el işi yaparak, zaman zaman dikiş dikerek eve katkı sağlamaya çalışan, aylarca şantiyelerde kalan babamın yokluğunda bizim her türlü cefamıza katlanan rahmetli annem geliyor aklıma.

*

Sonuç olarak anlıyorum ki, Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde büyüyen o kuşak yani bizim babalarımız ve annelerimiz Anadolu’nun her yerinde aşağı yukarı benzer şeyler yaşadılar.

Çoğu yoksul ve eğitimsiz olsa da samimi inançlı, çalışkan, dürüst, kâmil kimseler olarak bugünlerin Türkiye’sinin temellerini attılar.

Allah cümlesine rahmet eylesin.

Yazarın Diğer Yazıları