Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

GETİREBİLSEYDİM

MEHMET İŞLEYEN

Getirebilseydim yıldızları      

on dördünde ayı koparırdım

gök dalından,

yoluna revanvuslatı geciktirme

bu kulundan

 

Sana, yalınız sana varır yollar

en sonunda,

kulluk sana, varlık sende

varsın yansın

şemsin ateşi kendine

 

Bir bilinmeze dolansın

serseri, inançsız bir müfteri

tane almakla tükenmez  

yıldızlar dolusu gök galaksi

 

Ne inanç tükenir sinede

ne de Nasuhi tövbesi,

iki alemin kapısıdır

ilmek ilmek sanatının şahidi

şu dervişin heybesi.

DÖN DERSİN

BÜLENT BAYSAL

Sensiz geçen hayatım, senli bir düştü

Düşledikçe sevdim, kuşlar bile sustu

Dönmeyip gittiğin, yollar bana küstü

Ay aymaz geceden sen güne dön dersin

 

Umut ne yana düşer, gölgen ne yana

Volkan ateşidir bu düşen şu cana

Yokluğunda yüreğim dokunur bana

Aşka pervaneyim  sen semah dön dersin

 

Ölüm hakikat hayat bom boş bir rüya

Söyle gam ateşini çeker mi dünya

Hani aşk ben gibi bir sevdaydı güya

Şaşırdım yılları sen düne dön dersin.

EYLÜL

ARZU ALPDEĞER

Bugünün korkusuyla titrerken ellerim

bir de sen geldin şimdi,

yazın donarak uyuyan yüreğimin üzerine

tutunamazken dalın yeşiline, kahvesine

boynumataktığın güllerin adıdır eylül

 

Kiraz ağaçlarının dudaklarından dökülen şarkımız,

selvilerin gölgesinde dinlenmiş ruhtur sevdamız

sararır gözlerinin elası

kararır kar beyazı bulutlarım

eylül! ah ki eylül!

nasıl oluyor biliyor musun?

 

Önce sura üflüyor melek, titriyor bedenim

meğer sarsılan dünyammış yerinden oynayan,

sonra çokça üşüyorum

ölüm meleği tavaf ediyor her taraftan

sonra mı?kopuyor kıyametim…

 

Çekiliyor ruhum,

bilmediğim sularda yüzüp gidiyorum

görmediklerim mezarımı kazıyor

birbir düşüyor incilerim eylül!

hasretin, hicranın, feveranın…

 

Vuslatın şerefine bürünüyor

ben ise boydan boya toprak..

gömülüp karışıyorum derdine

rüzgârın üzerimi örtüyor eylül…

UZAKTAN GİZLİCE

FİKRET ONAY

Hiç kimseyi senin kadar özlemedim

insan güzel şeyleri sonsuza dek sürecek zanneder ya

işte ben seni öyle çok sevdim

sen ayrılmak istedin ve bırakıp gittin

 

Biliyor musun, bugün bir şey fark ettim

seninle geçmişi özledim,

sevdiğini özleyince insan

gözlerinin içi üşüyormuş anılara daldığında,

ve sen de sadece özleneceksin

"uzaktan gizlice" ve sessizce sevdiğim,

işte o an gelir kelimeler yetmez

yaşananları anlatmaya

 

Bu gece haddini aşan rüzgâr var özlediğim,

kokun düşüyor her nefes aldığımda burnuma,

burnumda tütüyorsun âdeta

seni bana getirir mi işte onu bilemedim?

nereye gidersem gideyim

özleminle kalıyorum sonunda baş başa

 

Ben sadece kaybettiklerimi özlerim,

vazgeçilmeyi hak edeni de

siler geçerim yeri olmaz kitabımda,

öyle yaşayıp gidiyorum sen, ben ve hayallerim,

bu şiirimi yazarken de gülüyorum içten içe...

"eğer bu da yaşamaksa!

BANA SOR

İSMET BOZKURT 

Her gece yastığa koyup başımı

Yatıyorum amma gel de bana sor

Hıçkırığa boğup şu göz yaşımı

Tutuyorum amma gel de bana sor

 

İrat oldu azap ile imanım

Hiç dinmedi yana yana güman’ım

Alev aldı göğe erdi dumanım

Tütüyorum amma gel de bana sor.

 

Deli miyim o yâr bilmez halımı

Gelen kırdı kanadımı dalımı

Azat oldum bulamadım yolumu

Yitiyorum amma gel de bana sor.

 

Salıverdim yaralanmış kuşumu

Taşa vurdum bu akılsız  başımı

Çiğnemeden ekmeğimi aşımı

Yutuyorum amma gel de bana sor.

 

Bindirdiler dibi kırık tekneye

Giremedik aşk denilen tekkeye

Pazar ettik üç beş kuruş sikkeye

Satıyorum amma gel de bana sor.

 

Vefasıza gönül verdim yâr dedim

Gidemedim uçurumlu yar dedim

Serçe gibi benim yaram var dedim

Ötüyorum amma gel de bana sor.

 

Unutturdun suretimi cismimi

Çok üşüdüm anmam artık ismini

Yırtıp attım şiirleri resmini

Atıyorum amma gel de bana sor.

 

Yuva bildim vatan bildim can bildim

Gitsen bile çağırmadan hep geldim

“Dilsiz Kalem” gün doğmadan ben öldüm

Bitiyorum amma gel de bana sor.

ERCİŞ BEKLİYOR

RIFAT ARAS

Purul, Purmak, Kasımbağı; Örene

Akşama dönersen; Erciş bekliyor

Çelebibağ kucak açar gelene

Akşama dönersen; Erciş bekliyor

 

Derimevi, Çobandüzü; Gözütok

Ekiciler sessiz; hiç ses seda yok

Saymakla bitmez ki köylerimiz çok

Akşama dönersen; Erciş bekliyor

 

Baraja yan vermiş bak Kekliksırtı

Koçköprü çevreyi sularla örttü

Ağaçören solda; yol başı tuttu

Akşama dönersen; Erciş bekliyor

 

Unculardan sonra Abdalmezrası

Ulupamir; Hara, Köycük arası

Kardoğan var Söğütlü’den sonrası

Akşama dönersen; Erciş bekliyor

 

Elbeyli’den geç git Mağaraköy’e

Misafir mi gelmiş sormazlar niye

En uçta burç gibi bak Ağırkaya

Akşama dönersen; Erciş bekliyor

 

Çubuklu; Uncular sürer Dövenci

Yetişen, Pınarlı mert olur genci

Bucakönü, Akbaş dön gel Nişancı

Akşama dönersen; Erciş bekliyor

 

Çetintaş’a bakar bu Kocapınar

Dereye serilmiş durur Kıkpınar

Bozyaka tepeden hep yola bakar

Akşama dönersen; Erciş bekliyor.

UMUT

EZGİ NİLAY BEYİŞ

Yaşıyorum ve hâlâ nefes alıyorum

umut taşıyorum sol yanımda

güzel şarkılarla arıyorum güzel günleri

heyecanlar sığdırıyorum yarınlara

 

Var mı yok mu bilmiyorum, kayıplar

sokaklar ıssız olsa da fark etmez

çığlıklar arıyorum... sensiz ve sessiz

güzelleri demese de türküler

 

Işığı görüyor, hissediyorum

ıssızdediğiniz, umut kestiğiniz yerde

kurumuş papatyaları, izliyorum

yarım bir gülüşle, yüreğimde

 

Umut, varlığın yüreğimde, coşuyor

uçuyor uğur böcekleri içimde

yeniden diriliyor papatyalar

gözlerim önünde, en güzellerle

 

Kırık dökük parçalar birleşiyor

umursanmadan geçip gidiyor kötüler

onlara gülüyorum, gözlerin içi hoş

kaybolmuş yüreğimdedir havarlar

 

Duyuyorum, biliyor ve hissediyorum

artık yakın o günler, ya ölü ya diri

karşılanacak sevinçle, iki yol görüyorum,

ölüm kokan mezar taşı

umut kokan papatyam,

bekliyorum.

İÇTEN KIRILAN YUMURTA

ABDULHAKİM ÇİFTCİ

Uzun zaman olmuştu yazıya ara verdiği. Belki de hiç başlamamıştı ama yazdığını sanıyordu eskiden. Teyit etmek istiyordu bunu ama parmakları adeta pranga takılmışçasına hareket etmiyor, kelimeler parmaklarında düğümleniyordu. Zaten belliydi hiç yazmadığı. Devrik cümleleri peşi sıra diziyor, kendini bundan alıkoyamıyordu. Sahi ne olmuştu da böylesine körelmişti. Bir cümle için bir saat beklediğioluyordu. Bundan bir an önce kurtulmalıydı. Eski keskinliğine geri dönmek için kendini bileyecek bir şeye ihtiyacı vardı.  Bunun için arayışlara giriyor ama hiçbir sonuç alamıyordu. Sonra aklına yaşadığı zorlu hayat ve içine düştüğü çekilmez durum geliyordu. Bir yandan çevresindeki toplumsal anlayış onu yıpratıyor bir yandan yakınındaki insanlar onu yoruyordu. Üstelik geçirdiği hastalıkda cabası.

Yıllarca kitaplarla haşır neşir olmuş birisi nasıl olurda iki yıldır eline kitap almamıştı. Okurken aldığı bursu bile kitap almak için harcayan biri artık kendini tanıyamıyordu. Artık kitap okumak onun için lüks bir etkinliğe dönüşmüştü. Bir zamanlar Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ından, Yaşar Kemal’in Teneke’sinden, Sezai Karakoç’un Mona Rosa’sından, Cahit Sıtkı’nın Yaş Otuz Beş şiirinden, Nuri Pakdil ‘in Kudüs’ünden Gazzali’ninTehafüt’ünden, Fahrettin Razi’nin Tıbb-ı Ruhani’ sinden, İbn-i Sina’nın El Kanun Fit-tıp’ından, Aristo’dan, Spinoza’dan dem vuran kendinden bîhaber bu virane, şimdilerde artık günleri saymaya başlamıştı hatta saatleri bile saydığı oluyordu. Lisanstayken bütün ihtisas gruplarına, kitap tahlil gruplarına, sempozyumlara katılır hiçbirini kaçırmadı.Konferansların hepsine katılır, yeri gelir orta öğretim öğrencilerine seminer bile verirdi. Fakültenin dergisinden tut, yerel gazetelere kendince bir şeyler karalardı.Bütün arkadaşları Onun yüksek lisans yapacağını, iyi bir akademik kariyer sahibi olacağını düşünürdü. Hatta onu yıllar sonra gören bazı arkadaşları; ne yaptın, bitirdin mi tezini? diye sorular sorduğu da oluyordu.Okumadığı gün kendini karanlıkta sanırdı bir zamanlar, ama okumak artık onun için bir işkenceye dönüşmüştü. Uzun metinleri desen artık göz ucuyla bile okumuyordu. Belli ki hayat, onu yıllardır sınadığı yetmiyormuş gibi üstüne üstüne geliyordu.

Yüce dağın başı dumanlı olur diye kendine teselli vermeye çalışıyordu ama yüceliğimi kalmıştı artık rüzgârda savrulan yaprağın? Bazen artık buraya kadar benden bu kadar deyip salıyordu kendini ama daha iki dakika geçmeden; kendine gel! Yaşam Allah’ın bir lütfu. Her şeye rağmen hayat yaşamaya değer diyordu kendi kendine. Sonra İbn Rüşd’ün ‘’Yumurta dıştan kırılırsa hayat biter, yumurta içten kırılırsa hayat başlar’’ sözü düşüyordu aklına. Ama bu söz onun için geçerlimiydi diye kuşkuya kapılıyordu. Çünkü yıllardır içten çekiçle vuruyordu yumurtaya. Yumurtada kırılmak bir yana çatlak dahi oluşmuyordu. Belki de daha zamanı gelmemişti kırılmanın. Ama nasıl olur, kaç zaman geçti üzerinden. Daha ne kadar bekleyecekti. Ya içten vurmayı bilmiyordu ya da çekiçten daha ağır bir aletle vurmalıydı. Ya da daha kötüsü mü olmuştu diye iç geçirdi. Yumurta bir kere dıştan çatlamış olabilir miydi? Bunu düşünmek bile istemiyordu. Sonra her ne olursa olsun verdiği mücadelenin, her şeye rağmen yeniden ayağa kalkıp gelen imtihanı göğüslemenin, aslında dıştan vurulan darbelere karşı bir kalkan olduğunu düşünüyordu. Evet, hayat onu defalarca dıştan kırmak istemişti aslında. Ama kıramamıştı. Tabi darbelerin verdiği bir yıpranmışlık vardı yine de. Aslında çok öteden beridir insanın bir nevi pişerek olgunlaşması gerektiğini, ağır ağır dönen değirmende öğütülüp, sonunda yalnız kalacağı dünya harmanında rüzgâra karşı mücadele etmesi, hiç olmazsa bu uğurda çaba sarfetmesi gerektiğini hep düşünüp dururdu. Sıranın ona geleceğini daha doğrusu bu kadar çabuk sınanacağını, sıranın bu denli erken geleceğini hiç hesaba katmadan yapardı bunu. Halbuki şimdiye kadar beklediği hiçbir sıra ya ona en geç gelirdi ya da hiç gelmezdi. Hiç gelmeyeceğini bildiği sıralarda nice vakitler geçirir, halen bu anlamsızca huyunu devam ettirir bundan vazgeçmek için hiç çaba sarf etmezdi. Çünkü Ali Şeriati’nin zindan diye nitelendirdiği toplumun bunu zorunlu kıldığını düşünürdü. En çok ta kendilik zindanından kurtulmaya çalışmazdı.

Aslında sorun tamda buradaydı. Yumurtanın neden bir türlü içten kırılamadığı ortadaydı. Çünkü kendilik zindanından ve beden dahi bütün zindanlardan kurtulamıyordu. Belkide daha zamanı vardı. Ama onun çok zamanı yoktu. Hem zaman dediğin nedir ki?  Biraz klişe olacak ama kısacık bir ömür, durakta beklenilen birkaç dakika ya da sefer süresi. Tabi bu; yaşam kalitesi yüksek, sağlıklı, huzurlu ve mutlu insanlar için geçerli. Yoksa müptelay-ı gama düçar olmuşlar için bir şeb- i yelda (yılın en uzun gecesi). Tabi birde yumurtadan çıkamayan  buah-u fizar, bizatihi kalemin sahibi için bir mahpushane.

Yorumlar 5
Zlyha 10 Eylül 2022 15:24

Hangi kalem yazabilirdi bu kadar güzel beni ,seni ,sizi ,hepimizi ... Kalemine sağlık . Cemal Süreyya'nın dediği gibi hakikaten de "Sen Seni anlayana mucizesin." Yazılarının devamını sabırla bekleyeceğim .

Zlyha 10 Eylül 2022 15:24

Hangi kalem yazabilirdi bu kadar güzel beni ,seni ,sizi ,hepimizi ... Kalemine sağlık . Cemal Süreyya'nın dediği gibi hakikaten de "Sen Seni anlayana mucizesin." Yazılarının devamını sabırla bekleyeceğim .

Kader 10 Eylül 2022 13:29

Kalemine, gönlüne sağlık...

İsmet Bozkurt 10 Eylül 2022 10:03

Çok güzel tebrik ediyorum. Kaliteli bir yayın yapan Van Gölü gazetesi yine değerli yazarlardan güzel eserler sunmaya devam ediyor.

Fikret Onay Şair & Yazar 10 Eylül 2022 09:59

"Çok Teşekkür Ederim Mustafa Hocam.. Güzel bir cumartesi sabahından hayırlı sabahlar... Benim için güzel bir sürpriz oldu.. Emeklerine sağlık... Allah razı olsun senden.. İyi ki varsın... Seviliyorsun.. Almanya/Dortmund'dan Kucak Dolusu Selâmlar❗.."

Bakmadan Geçme