Dr. M. Latif Bakış

İDEAL SİYASET TEORİLERİ ve REEL POLİTİKA IŞINDA 'GÜNCEL'E DAİR BİR DERKENAR

Dr. M. Latif Bakış

(İdeal Siyaset, Reel Politika, Rasyonel Tavır)

İdeal siyaset anlayışına göre mevcudun değerlendirildiği çalışmada, siyaseti neyin yönlendirdiği hususu irdelenmeye çalışılmaktadır. Konuya “idea” ve “realite” kavramlarının tanımlanmasıyla bir temellendirme yapılmaya çalışılarak konu açımlanmaya çalışılmaktadır.

İdeal kavramı köken olarak düşünce anlamına gelen "idea"dan gelmektedir. Kavram, düşünceye uygun olan, düşünce ve/veya akıl ile kavranabilen gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Söz konusu kavramın ilk çağrışımının, onu kendi felsefesinin de neredeyse ismi veya sıfatı haline getirmiş olan Antik Yunan filozofu Platon olduğu belirtilmelidir. Platon, felsefî fikriyatını teorik olarak ideal olan bir düşünce zemininde kurmaktadır. İdeal birey, ideal toplum, ideal devlet vb. yaklaşımlar filozofun kriterlerini ve genel ilkelerini de seslendirmektedir. Filozof için devlet bireyden, aileden ve toplumdan önce gelmektedir ve ideal bir devleti tesis edip devamlılığını sağlamak için, ideal bireyler yetiştirmek gibi öncüllerin de yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu anlayışla filozofun başlangıçta komün bir aile anlayışını savunduğu da bilinmektedir. Ne var ki Devlet diyaloğunda savunduğu bu anlayışından Yasalar isimli diyaloğunda tamamen vaz geçecektir. Filozof, idela devlet ve yönetim için ideal özellikte bireylerin veya ideal vasıflara sahip bir devlet liderinin (devlet reisi) yetiştirilmesi gerektiğini savunur. Söz konusu ideal ilkeler kısaca erdemler olarak da ifade edilebilir. Platon'un çok sayıda zikrettiği erdemleri daha sonra İslam Filozofu Farabi 12 vasıf olarak zikretmektedir. Bunları sırasıyla; "Bilgelik, cesaret, şecaat,adalet, merhamet, hitabet, basiret, feraset, doğru sözlülük, hürmet, zenginlik, vakar ve kararlılık" olarak özetlemek mümkündür.

Platon ideal bir siyasi oluşum için filozofluk ile krallık vasıflarının aynı anda ve bir arada var olmasını şart koşuyordu. Ne var ki filozof kral olmadığı, kral da filozof olmadığı için dile getirmiş olduğu ideal devletin kurulması mümkün olmamıştır. Fakat; Farabi için bu özelliklerin bir liderde teşekkülü mümkündür. Nitekim onun "er-Reisü'l Evvel/İlk Başkan" teoreminin tarihte bir gerçeklik karşılığı bulunmaktadır. O da İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav)'dir. Onun (sav) örnek alınması halinde söz konusu ideal devlet liderinin yetişmesi ve ideal devlet yönetiminin tesis edilmesi mümkündür. Esasen Geç Osmanlı ve Erken Türkiye'nin yetiştirdiği filozoflarımızdan olan Hilmi Ziya Ülken de "Hâkimiyet" ve "Aşk Ahlakı" isimli eserlerinde Platon'un ileri sürdüğü filozof-kral vasıflarının, yakın gelecekte demokratik teamüllerin de etkisiyle bir ivme kazanacağını; eğitim hakkı ve yönetme hakkı dolayısıyla gençlerin filozofluk ve krallık vasıflarını kendi şahıslarında teşekkül ettireceklerini ileri sürmektedir. Buna göre ideal devleti kurmak, geçmişte şartların oluşmamış olması dolayısıyla bir ideal veya ütopya gibi duruyor olsa da gelecekte bu tasavvurun teşekkül etmesi kaçınılmaz bir gerçeklik olacaktır. Şimdi söz konusu ideal liderlik vasıfları bağlamında mevcut siyaseti dizayn etme cabası içinde olanlara bir kritik analitik yaklaşım sergilenebilir. Bir tercih yapılacaksa kriterin sahıs mı şahsiyet mi olduğunun iyi ayıklanması gerekmektedir; bir bakıma tercihin kimliğe göre mi neliğe göre mi yapılması gerektiği irdelemek durumundadır. Yani daha açık bir ifadeyle, kimi seçmemiz gerektiğinden ziyade neyi veya neye göre uygun olanı seçmemiz gerektiğinde karar kılmak durumundayız. Ama maalesef daha ziyade ideolojik bir kamplaşmanın yön vermesiyle hareket edildiğinden, söz konusu ideal ilkelere dikkat edilmediği de müsahede edilmektedir. Hatta mezkür ilkelerden en uzak olanların liderlik durumuna getirilmeye çalışıldığına dahi tanıklık edilmektedir. Hal böyle olunca ideal bir toplum için lazım gelen ideal bir eğitim ve ahlak sisteminin kurulması, ideal bir toplum ve yasasın teşekkül etmesi, ideal bir refah ve hoş görü ortamının oluşması da elbette mümkün olmamaktadır.

Belki tüm bu veriler ışığında seçmenin bilinçlendirilmesi ve sorumluluğu onun bilinciyle yüklenmesi hususunda bir toplumsal seferberliğin gerçekleştirilmesi daha tutarlı ve faydalı olurdu. Ancak kritik ve analitik düşünenlerin değil, daha ziyade oldukça kolay manipüle edilenlerin istendiği bir zamanda elbette siyasi yönetimler ve seçimler de idealden, akli ilkelerden uzak olmak durumundadır. Nitekim insanlık tarihi de mezkûr hataların acı neticelerinin tekrarlarıyla doludur. “Şayet ders alınsaydı tarih tekerrür etmezdi”darb'ı-meseli de bu gerçekliğin bir ilamı olarak anlaşılmak durumundadır. Siyasi erki belirlemeye giderken herkesin ideal olanı istediğini ileri sürdüğü şu dinamik ortamda, gerçekten ideal olan ilkeler seçmenin eline verilip, bunlarla mevcut adayları seçmeleri istesense, iddianın sözde kaldığına,teklifin rahatsızlık verici bir hususiyet olarak tepkiyle karşılık bulacağına tanıklık edilmesi kaçınılmazdır. Bu durum, insanın esasen gerçeğin kendisini aramadığını, bilakis kendi gerçeğini dayattığını ortaya koymaktadır. Dayatmalar ise birer tahakküm olarak tarihte karşılık bulmuştur ve meşruiyetleri şüpheli addedilmiştir. Zira onda rıza söz konusu değildir. Bu nedenle rızaya dayalı yönetimler meşru kabul edilmektedir, bunlara da hâkimiyetler denmektedir. Hâkimiyetler için demoratik ortamlar zorunlu görülmesine rağmen, tahakküm rejimlerinin de demokratik teamülleri kullanılarak gerçekleşmeye çalışması ise tam anlamıyla bir antinomi (çatışkı ve tezat) olarak tezahür etmektedir. Sanırım siyasi belirlenime adım adım yürürken gerçekleştiğine şahitlik ettiğimiz hakikat de söz konusu antinomi veya çelişik vaziyetin ta kendisidir. Cumhuriyetçilik, demokrasi gibi süslü söylemlere rağmen uygulanmaya çalışılan yine de bir tür monarşidir. Ancak pek azı Hobbes kadar gerçekleri seslendirecek cesaretle olduğundan, mutlak monarşi savunusu literatürel zeminde savunulmamaktadır. Machiawelli'in ideal "Prens"i her lider adayının gönlünde derin bir iştiyakla kabul görse de halka karşı bu duygunun  açık edilmesinden korku duyulmaktadır. Zira tabu haline getirilmiş bir takım kavramların düşmanlığı iddiasıyla linç edilmek arzu edilmeyen bir fobik durumdur.

En azından verdiği oy’un salt bir oy olmadığını, bunun bir yükümlülük durumu olduğunu bilen bilinçli bireyler için iki soru sorarak aklî ve hür bir  tercihin yapılmasına yardımcı olunabilir, şöyle ki: Bu seçimde liderlerden

1. Ne istiyorum? ve Ne istemiyorum?

2. Bu istediklerimi bana hangisi verebilir? İstemediklerini hangisi bana yaşatabilir?

Birinci soruya cevaben ortak bir kanaati dile getirebiliriz sanırım: 1. Eğitim, ekonomi ve sanayide kalkınma istiyorum. Adalet ve fırsat eşitliği istiyorum. İnanç ve fikir hürriyeti istiyorum. Ahlakın ve kültürün korunmasını istiyorum. Tarihten gelen değer küremin korunmasını ve yaşatılıp sonraki nesillere aktarılmasını istiyorum. Dünya ülkeleri içinde itibarı yüksek lider bir ülkem olsun istiyorum. Vatanın bağımsızlığının, bayrak ve ezanımın ilelebet muhafazasını istiyorum. Neler istemiyorum kısmına gelince: Zulüm, hakaret, hak mahrumiyeti, terör ve toplumsal kargaşa(kaos) istemiyorum. Ümitsizlik, dış borçlanma, milli duruşa ters bir korkak tavır istemiyorum. Millî ve manevî değer ve zenginliklerimizin yabancı ülkelerin çıkarlarına göre dizayn edilmesini istemiyorum. Doğa kanununa ve insan gerçekliğine aykırı olan eşcinsellik(lgbt), yozlaşma, sarhoşluk ve zinanın özendirilmesi, yuvaların tahrip edilmesi, belli bir cinsin beyanatına göre hüküm verilmesi gibi akla, ahlaka ve toplumsal işleyişe ters durumların dayatılmasını istemiyorum.

Şimdi ikinci soruya buradan hareketle geçilebilir. 2. İstediklerimi söz konusu adaylardan hangisi verebilir? İstemediğim, korktuğum durumları hangisi yaşatabilir? Elbette bu soruyu cevaplamanın da ölçüsü gerçeklikler olmalıdır, vaatler değil. Geçmiş tecrübe ve yaşanmışlıklar bu hususta en doğru rehberliği sunacaktır. Yoksa nasıl gerçekleştirileceği temellendirilmeyen vaatlerle doğru cevabı bulmak mümkün olmayacaktır. Elbette vatandaşlara ve seçmenlere lazım olan gerçek ölçü tarihin sayfalarında saklıdır, boş vaatlerde değil. Doğru kararı vermede tarihten destek almak önemli; ancak okumak, hele hele tarih araştırmak konusunda tembelliğimiz bulunduğundan, bu konuda da bir özet veya ipucu verebiliriz, o da şudur: Hangi aday ve/veya parti proğramı dostlarımızı, hangisi de düşmanlarımızı sevindirmek tedbir, ona bakılarak da pek âlâ doğru bir çıkarım yapılabilir. Temennim ve umudum,seçmenin bilinçli bir eğilimle hareket etmesi yönündedir. Umarım o bilinç olması gerektiği gibi işler... Şahısların değil, ilkelerin seçildiği bir bilinç haline kavuşmak umuduyla!..

Yazarın Diğer Yazıları