Ümran Öztürk

Göç yolları gizli bir ahtır

Ümran Öztürk

Son bir haftadır ruhum bir cendereye sıkışmış gibi. Duygudan duyguya geçiyorum ruhum adeta dalgalanıyor elime kalemi almak bir şeyler yazmak bu hafta çok ama çok ağır geliyor.

Ruhum gibi gündem de dalgalanıyor her saat başı gündem içinde gündem oluşuyor. Savaş, ocaklara düşen ateş, şehitler, cenazeler, yakılan ağıtlar hepsi yüreğimizi dağlıyor. Siyaset kazanı fokur fokur kaynarken dikkatler bu kez göçmenlere çevriliyor. Kolay değil Türkiye’de her milletten sığınmacı var. Afganlı, Pakistanlı, İranlı, Iraklı, Faslı, tabi ki halkın en çok rahatsız olduğu Suriyeliler. Evet, halk en çok Suriyelilerden rahatsız oluyor.  Ülkede yaşanan tüm olumsuzlukların kaynağının Suriyeliler olduğunu düşünen büyük bir kitle var. Onların etkisi yok mu bu ekonomiye, işsizliğe, pahalılığa? Elbette var. Niteliksiz ucuz işçilik yapan Suriyelilerin yanında devlet güvencesi altında olan, vergiden muaf tutularak işyerleri açan, devlet kurumlarına atanan, işyerlerine yerleştirilen, yabancı öğrenci kontenjanından üniversitelere giren göçmenlerin olması, üniversiteye giremeyen, iş bulamayan, üniversite bitirmiş atamayı bekleyen yüz binlerce insanın nefretini kazandı. 

Derken kapıların açıldığı haberi göçmenlere ulaşarak  “Avrupa’ya gitmek isteyen buyursun gitsin” denildi.  Otobüslerle, taksilerle Avrupa’ya kaçmak için sınıra gelen göçmenleri daha kötü günler bekliyordu. Sınır kapılarını açmayan Yunanistan;  sınırı geçmek isteyen göçmelere kolluk kuvvetlerinin müdahalesiyle izin vermedi. Yunan askerleri sığınmacıları karşı tarafa geçirip ellerindeki telefonları, paraları almakla kalmayıp darp edip üstlerini soyarak çırılçıplak insanlık dışı muamele etmekten kaçınmadılar. Yunan sınırdan uzaklaştırmak için de sis bombası attı,  biber gazı ve su sıkarak bu insanları soğuğa, açlığa, çaresizliğe terk etti.  Yunan güvenlik güçleri gözünü kırpmadan göçmenleri katletti.  Yunan sınırında Avrupa’nın insan hakları anlayışı gerçek yüzünü gösterdi. Göçmenlere Avrupa’nın kendilerini istemedikleri en acımasız şekilde ifade edildi. Dini, dili, ırkı, milleti, cinsiyeti ne olursa olsun bu insan manzarasını tüm dünya izliyor herkes seyirci konumunda ve insan hakları adına hiç bir şey yapılmıyor. 

İlk zamanlar göçmenleri öven yazılar haberler şimdi yerini defolsunlar gitsinlere bıraktı. Yani toplumun kafası iyice karıştı. Kimi vicdan muhasebesi ve empati yaparak göçmenlerin botlarla kaçarken Yunan askerlerince batırılışının, alabora olan bottan düşen çoluk çocuğu sosyal medyada paylaşırken kimi hakaretler etti. Kimi yemek, su, bebek maması götürürken tampon bölgeye kimi bu insani yardımları kınamaktan çekinmedi. Kısacası sınırda can pazarı yaşanırken herkes vicdanına göre hareket etti.

Ama çoğu toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da kaçak göçmenler istenmedi, sevilmedi. Özellikle Suriyeliler kendi vatanını bırakıp kaçan insanı olarak görüldü. Güvenilir, dürüst, samimi bulunmadı. Kapılar açılınca sınıra hücum edenler Türkiye’de yaşamak istemediklerini söyleyen göçmenler bu düşünceleri haklı çıkardılar. Ancak gitmek isteyenlerin içinde çoğunluğu Afganlı, Pakistanlı, Faslı ve azda olsa sonradan gelen niteliksiz Suriyeliler vardı. Ancak Türkiye’de 8 yılını tamamlamış kendine düzen kurmuş, iş güç sahibi Suriyeliler Türkiye’de kalmaya devam ediyorlar çünkü düzenli bir yaşam kurdular kendilerine.

Şimdi Avrupa’ya göç etmiş Türk arkadaşlarımla yaptığım sohbetleri söyleşileri düşününce her ne şekilde olursa olsun göçün ve göçmenliğin ne kadar yalnızlık, ne kadar çaresizlik ne kadar soğuk bir tarafı olduğunu ruhumda hissedebiliyorum.

Ne zaman bir göçmen hikayesi dinlesem anneannemin Van’dan hüzünlü göç yolları hikayeleri gelir aklıma.1915-1918 Van şehrinin Rus işgali altında olduğu yıllardır o yıllar.  Büyük acılarla, yokluklarla, kıtlıklarla sınanan, kayıplar veren göç yollarında ailesini yitirenlerden biri olan anneannem gelir oturur yüreğimin ortasına. Zira105 yıl önce yaşanmış olsa bile toprağından göç etmenin acılarının rengi hep aynıdır. Nedeni ne olursa olsun, adı ne konursa konsun acılar, kayıplar, talanlar, dağılan aileler, kaybolan çocuklar ve kayıp çocukluklar…

Onlar sadece yol hikayeleri olarak kalmazlar yaşamımızda. Onlar içinde açlık, çaresizlik ve her türlü sömürünün yaşandığı göç yolları hikâyeleri olarak ruhumuza, beynimize bir türlü kabuk tutmayan yara olarak kazınır aslında. Toplu göçler bir ülkenin insanlarının kaderini çizerken büyük kırılmalara, dağılmalara da neden olur. Birkaç ailenin değil, bir milletin hatta bir ülkenin, kentin acı tarihinin dramını anlatır.

Bir yurt edinme hayaliyle  hiç bilmediğin sulara girersin, hiç bilmediğin diyarlara gidersin. Giderken de öyle bohçanla gitmezsin. Dilinle, inancınla, sana öğretilenlerle yani kültürünle gidersin. Gittiğin yer senin düşündüğün yer değildir. Göç ederek sorunun çözülmediğini yaşamaya başlayınca, her çiçeğin kendi toprağında filiz vermesinin kök salmasının ne kadar doğru olduğunu işte o zaman anlarsın.  Çoğu zaman gittiğin topraklarda filiz veremez kök salamazsın.

Zira göçün insan üzerindeki en büyük etkisi kültürel etkileşimdir. Göçle geldiği topraklarda bulundukları kültürlerin inançları, adetleri, gelenekleri, yaşam tarzlarından etkilenirler. Bu etkileşim yeni kültürler keşfetmeyi sağlarken bu kültür; içinde hor görülmeyi, ezilmeyi, yadırganmayı da beraberinde getirir. İlk başlarda kültür çatışması yaşayan daha sonra kültürlenme dediğimiz egemen kültürün evrim ve değişim sürecinde bulursun kendini. Sonra yavaş yavaş asimile olarak o direndiğin kültüre teslim olursun. Vatanından uzak olmanın ağır sancısını yıllar yılı yüreğinde ruhunda taşıyarak yaşatırsın. Öyle bir an gelir kayıp çocukluğuna takılırsın;

Ve  bir ezgi yükselir yüreğinden /Dikenli tellere çarpar dağılır 

Düşer  kıyıya vuran cesetlere/ Bu ne bir özür ne bir aftır.  

O yıllarca içinde hapsettiği /Bir isyan türküsü 

Kayıp çocukluğundan geriye kalan

Göç yolları gizli bir ahtır…  

Yazarın Diğer Yazıları