Prof. Dr. Nurten Laleci Sarıca

İki kuşak bir arada Van'ı konuştuk

Prof. Dr. Nurten Laleci Sarıca

Genellikle ailece bir araya gelindiği zamanlar insan hep özlediği, hasret kaldığı şeylerden bahsediyor. Böyle hep beraber olduğumuz bir gün babamla yine Van’dan konuştuk, Van’ı konuştuk. Sevdiklerimizi yâd ettik. Oradaki tüm dostlarımızın kulaklarını çınlattık. Yeri geldi duygulandık, yeri geldi gülümsedik. Bu sohbetimizin bir kısmını da sizlerle paylaşmak istedim.

 

Nurten: Sevgili babacığım Van’ın yetiştirdiği bir evladı olarak, Van’a hizmet etmiş bir kişi olarak Van’la ilgili düşüncelerinizi sorsam öncelikle; Mesela Van deyince sizin aklınıza ilk olarak gelen nedir?

Ali Laleci: Van deyince benim illiklerime kadar htiğim, her şeyiyle her yönüyle çok sevdiğim memleketim aklıma gelir. Vanlı olmak bana göre bir ayrıcalıktır. Çünkü Van insanı merttir, Van insanı garip dostudur, Van insanı vefalıdır. Yani bütün iyi meziyetleri üzerinde toplayan bir toplumdur Van halkı. Genelde, tabi, milletimizin hasleti de budur. Ama her bölgenin, her ilin kendine has bazı özellikleri vardır. Onun için ben de Van deyince bir başka duyguya kapılıyorum. Hiçbir zaman unutamayacağım, kopamayacağım, hiçbir zaman değişik bir düşünceye kapılamayacağım kadar sevdiğim memleketimi hatırlıyorum. Zaten dışarıda da kime sorsanız Van’la ilgili intibalarını, hep böyle anlatırlar. İşte Vanlı cömerttir, Vanlı, insanlara karşı sevecendir, yardım severdir, garip dosttur, garip insanlara yardım eder, yol iz bilmeyene rehberlik eder, yol gösterir yani her zaman güzel olan hasletleri ortaya koyan bir özelliğe sahiptir. Tabi Van şehir olarak da tarih öncesine dayanan, daha doğrusu milat öncesine dayanan tarihi ve kültürel bir geçmişe sahiptir. Hatta bizim Vanlı şairlerden bir tanesinin bu konuda “ İsa’dan eskidir bilinmez yaşı” diye başlayan bir şiiri vardır. Daha doğrusu ben, yani Van’ı kendi dilimle, kendi lisanı halimle övmeye kalksam belki derler ki “ Vanlıdır, ne de olsa kendi memleketi olduğu için çok övüyor”.  Bunu yabancıya da sorup öğrenmek lazım. “Van nedir? Van neresidir? Van ne demektir? Van’daki insanların hasleti, huyu, efendim, karakteri, yapısı nelerdir? Özellikleri nelerdir?” diye. Daha güzel anlaşılır belki. Onun için çeşitli zamanlarda Van’la ilgili kaleme alınmış yazılar vardır. Bizim gazetelerimizde neşrolunan yazılar vardır. Hatta Necmi Onur diye geçmişte Elazığlı bir gazeteci arkadaşımızın “Van nedir?” diye tarif ederken bu konuda kullandığı çok güzel ifadeler vardır. Mertliğin, onurlu olmanın, saygının, memlekete, millete bağlılığın, vatan sevgisinin, yani bütün güzellikleri üzerinde toplayan yiğit insanların bulunduğu bir ildir” diye tarif etmiştir.

N: Ne kadar zaman oldu Van’dan Denizli’ye yerleşeli?

Ali Laleci: 2011 de geldik biz Denizli’ye. Bu yıl sekizinci yıldönümü olan 23 Ekim depreminden bir ay kadar önce gelmiştik. Bu arada depremde hayatını kaybedenleri de rahmetle anıyorum. Çok büyük bir felaket yaşadı memleketimiz, bizler uzakta olsak da yüreğimiz onlarla yandı. Yani biz geleli de sekiz yıl doldu. Evet sekiz yıl oldu ama benim için sanki seksen yıl oldu gibi desem mübalağa etmiş olmam. Çünkü ben şimdiye kadar memleketimden hiç bu kadar uzakta kalmamıştım. Ama orda bir evladımız var. Çok kıymetli dostlarımız var. Zaman zaman Van’a gidiyor, hasret gideriyoruz. Her ne kadar bizim gençlik dönemlerimize veya bizim Van’da bulunduğumuz zamanlara kıyasla, gerek fiziki yapısı gerekse toplum yapısı itibarıyla birçok değişikliğe uğramışsa da Allaha şükür Göl’ümüz, dağlarımız ovalarımız yerinde. Bunun dışında tabi kabirlerde yatan büyüklerimiz var. Dedelerimiz, nenelerimiz, özellikle annem orda metfun. Ben annemi üç yaşımdayken kaybettiğim için onun acısı çok derindir. Tabi bu bakımdan Van’dan kopmak mümkün değil benim için. Ama kader bizi buraya sürükledi. Bunun sebebi de çocuklarımızı tek bırakmamaktı.

 

N: Yakın zamanda bir Van ziyaretiniz oldu. Gittiğinizde Van’ı gördüğünüz zaman sizi şaşırtan,sizi üzen bir durumla karşılaştınız mı? Beş altı sene sonra yeniden Van’ı görmek nasıl bir duyguydu?

Ali Laleci: Şimdi tabi memleketimi elbette toplum yapısı itibarıyla, fiziki yapısı itibarıyla çok değişmiş gördüm. Hem üzüldüm hem sevindim. Sevindim çünkü depremden sonra Şehir kendini toparlamış, imar yönünden herhangi bir boşluk kalmamış. Yani gayet güzel binalar, gayet güzel yollar yapılmış. Belki öncekine göre çok daha güzel yerler yapılmış. Ama bunu da kabul etmek lazım ki toplum bakımından yani insanlar bakımından Van büyük göç almış ve göç vermiş vaziyette. Yani Van’da Vanlıyı ben az gördüm. Vanlıyı bulmak zor. Van dışından gelenler daha çok dikkatimi çekti. Tabi biz nasıl Van’dan Denizli’ye geldiysek, diğer memleketlerden, en azından çevre illerden de Van’a gelinmesi gayet tabiidir. E ben tabi bir Vanlı olarak bir zamanlar Cumhuriyet Caddesi’nden şöyle bir uçtan diğerine kadar gittiğimde en az onlarca kişiyle selamlaşırken şimdi ne kimse beni tanıdı ne de ben tanıdık simaları görebildim. Baktım hep yabancı, dışarıdan gelen bizi bilmeyen insanlar. Ancak namaz vakitlerinde camide, gerek meslektaşlarımla gerek öğrencilerimle karşılaşıp görüşme fırsatı buldum. Bunun dışında kendi emsalim olup da Van’da olan meslektaşlarımdan maalesef hiç kimseye rastlayamadım. Onların bir kısmı vefat etmiş, bir kısmı benim gibi başka illere taşınmışlar. Yani gariplik eğer kendi memleketinde yabancı hmekse, bir bakıma garip kaldım diyebilirim. Gerçi Anadolu’nun her tarafı bizim vatanımız, bizim yurdumuz, kendi yurdunun içinde kimse garip olmaz ama garipliği de iki yönden değerlendirmek lazım. Kendi doğup büyüdüğüm memleketimden ayrılıp bu taraflara gelmek ne kadar gariplikse kendi memleketine döndüğün zaman eski tanıdığın, bildiğin arkadaşını, komşunu, akrabanı, hemşerini görmeyince insan bir nevi garipleşiyor. Bu, Van ziyaretimde ne yazık ki ben bu duyguyu yaşadım. Tabi oradaki az da olsa eş/dostun sıcak karşılamasından çok memnun olduğumu da belirteyim. Bunun dışında kabristanları gezdim, oralarda metfun olan tüm yakınlarımızın kabirlerini ziyaret edip, en azından birer Fatiha okuyarak bir sıla i rahim yapmış oldum.

N: Babacım şöyle bir soru sorayım: Van – Denizli;  Türkiye’nin hemen hemen iki ucu, biri doğusunda diğeri batısında iki şehir. Epey de bir zaman oldu Denizli’ye yerleşeli. Sekiz yıl gibi. Bu zaman zarfında bir karşılaştırma yaparsak Van ve Denizli arasında, sizin hem bir eğitimci hem bir gazeteci ve iyi bir gözlemci olarak gözünüze çarpan neler var? Bu konuda ne diyebilirsiniz? Ne tür farklılıklar var? Ne tür benzerlikler yakınlıklar var?

Ali Laleci: Şimdi nasıl diyeyim, cevabı çok zor bir soru. Ben Anadolu’nun her köşesinde ayrı bir güzellik, ayrı bir özellik olduğunu bilen, buna inan kişilerdenim. Ben Sosyal Bilgiler öğretmeni olarak gerek Türkiye Coğrafyası gerekse Türk Tarihi bakımından Anadolu’yu etraflıca bilen biriyim diyebilirim. Denizli’nin de içerisinde olduğu Ege Bölgesi, genel de yaşam tarzı olarak köylü ve kentli arasında geleneklere bağlılık bakımından pek bir farklılık yok gibi gözlemlediğim kadarıyla. Bu yüzden Denizli’ye çabuk ısındım. Maddi olarak illerin yapısına göre farklılıklar var. Burası bir sanayi şehri olduğu için toplumun maddi imkânları daha iyi. Bu durum yaşam tarzının da daha modern daha dışa dönük olması sonucunu doğurmuş. Ama gelenek görenekler itibarıyla bizden pek fark göremedim. Çünkü Anadolu’nun bir bütünlüğü var ve bu bütünlük içerisinde nereye giderseniz gidin ufak farklar olsa da özde hepsi birbirine benzer. Mesela bir aşure günü burada da tıpkı Van’daki gibi evlerde aşure yapılıp konu komşuya dağıtılmak suretiyle kutlanıyor. Bir bayram sabahı bayramlaşma törenine bakıldığında burayla ora arasında pek fark yok. Komşuluk ilişkilerinde kopukluk var ama aynı durum Van’da da mevcut artık. Oysa kenar mahalle tabir ettiğimiz kesimlerde eski komşuluklar devam ediyor. Bu konuda birbirine çok benziyor. Ancak yaşam tarzında, genel olarak baktığımızda insan ilişkilerinde Van’da daha samimi, daha kucaklayıcı, köklerine daha bağlı bir durum söz konusu. Burada ise bir kopukluk var, bu konuyu pek kimse dert edinmiyor. İnsanlar daha rahatlar ve çocuklarını da öyle yetiştiriyorlar. Dedim ya burası batıya daha yakın olduğu için batı tarzı yaşam şeklinden daha fazla etkilenmiş gibi görünüyor. Malum Doğu- Batı ayrımı/çelişkisi de buradan kaynaklanıyor. Bunun dışında çok büyük bir fark yok. Bayram ziyaretleri yine bizde olduğu gibi. Ama apartman hayatının olduğu bütün illerde aynı şekilde tezahür ediyor hayat.

 

N: Benim burada fark ettiğim güzel taraflarından bir tanesi Van’da olduğu gibi burada da çayın seviliyor olması. Siz ne dersiniz?

Ali Laleci: Şimdi çay kültürü şöyle. Çay deyince orda Van’ın ayrıcalığı vardır. Van’da özel çay kahveleri (kahvehane) var. Yani sadece çay içilip, sohbet edilen mekânlar var. Oyun moyun yoktur buralarda. Sadece çay içmek için gidilen yerlerdir. Bunun dışında sabah namazlarında cami çıkışında, biz Van’dayken, giderdik açık ekmek alırdık sıcak sıcak, biliyorsun bizim meşhurdur, otlu peynirimizi de koyardık üstüne, caminin karşısında bir kahve vardı, Hacı’nın kahvesi derlerdi, otururduk orda; kahvaltımızı yapar sonra dağılırdık. Ayrıca çaya gelince, bazı yerlerde kırmızı su veriyorlar millet çay zannediyor. Ama çayı en güzel Van yapar. Bu bence bütün Türkiye’de kabul edilmiştir. Bak Erzurum’da da çok çay içilir. Erzurum’lu çok çay içer. Bir oturuşta belki yedi/sekiz bardak içer bir kişi. Vanlı iki veya üç çay içer, ama ÇAY içer !

N: Peki yemek kültürü hakkında ne söylemek istersiniz? Buranın damak tadı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ali Laleci: Yemek konusuna gelince, onu özellikle diyeyim yani. Bunu Denizli’li dostlara da diyorum. Valla kardeşim ben burada etten bir tat alamadım, alamıyorum. Yani Van’da yediğim kebabı burada yiyemedim. Van’daki döneri burada yiyemedim. Van’daki yemek kültürü burada ne yazık ki yok. Ha yok mu ? Var, var da; ben o lezzeti alamadım. Çünkü burada daha çok besi hayvancılığı geliştiği için etin tadı pek olmuyor ki buradakiler de bunu kabul ediyorlar. Ama bizim memlekette etler yayladan geliyor, lezzeti de tabi daha güzel. Ayrıca yöresel yemeklerimiz kadar da çeşitli yemekler yok. Burası daha çok sebze ve ot ağırlıklı oysa bizde et yemekleri çoğunlukta. Ama biz de burada tabi alıştık buranın otlu böreklerine. Buradaki arkadaşlardan Van’a giden biri şöyle anlatıyor: “Yahu kardeşim Van’da adam gidiyor kasap dükkanına diyor ki, mesela, şu koyunun yarısını ver. Biz burada bir kilo, yarım kilo et alırken o, koyunun yarısını götürüyor.” Yani bizim orda öyledir. Bizim alışkanlığımız böyle. Alınca en az iki üç kilo almalıyız. Öyle yarım kilo almaya utanırız hatta. İşte sanıyorum bu da yine modern hayatın etkisi. Ama gerçekten yemek kültürü bakımından bana göre doğu hep önde. Doğu ve güneydoğu tabi.

 

N: Bir de dil konusundaki görüşleriniz almak isterim. Malum iki farklı kültür olunca dil özellikleri, ağız özellikleri de farklılaşıyor.

Ali Laleci: Kızım sen tam benim bam telime dokunuyorsun. Şimdi Denizlili kardeşlerim, Muğlalı dostlarım, malum onlarla da akrabayız, gücenmesinler. Ama emin olun ben ilk zamanlar onların konuşmalarının on kelimesinden bir tanesini ancak anlayabiliyordum. Anlamadığım için de evet diyordum. Ama ne dediğinden de emin olamıyordum. Bir hayli zorlanıyordum. Evet tabi hepimiz Türkçe konuşuyoruz ama ben bazı kelimeleri anlayamıyordum. Belki onlarında bizim dediklerimizden anlayamadıkları kelimeler olmuştur. İnsan “kusura bakmayın anlamadım” da diyemiyor. Çünkü çok seri konuşuyorlar, bir de bazı kelimeleri çok farklı geliyordu. Burada en çok aklımda kalan kelime “gaari”. Neredeyse her sözlerinde bunu kullanıyorlar. Mesela “bene bi su gatıveegaari (Bana bir bardak su doldur), n’apduruneyimingari? (nasılsın iyi misin?)” gibi. (Burada gülüşüyoruz J )

 

N: Peki sizin konuşmanızdan sizin yabancı olduğunuzu anlayan oldu mu?

Ali Laleci: Evet anlıyorlar. Galiba ses tonundan, vurguların farklılığından anlıyorlar. Şöyle ki: Bir saatçi dükkânına gittim bir gün. Saatimle ilgili konuştuk. Sonra saatçi bana “Abi nerelisiniz siz?” dedi.  “Vanlıyım” dedim. Belli dedi doğulu olduğunuz. “Nerden anladınız?” dedim. “Valla konuşma tarzınızdan bana öyle gibi geldi” dedi. Demek ki ses tonu, vurgular bile konuşmaya yansıyor ve nereli olduğumuzu gösteriyor. Tabii bunlar Anadolu’nun güzellikleri. Büyük bir zenginlik.

N: Sizi çok fazla yormayayım. Son olarak ne demek istersiniz Van’a, hemşerilerimize, Van’daki dostlara, Vansesi Gazetesi’ne?

Ali Laleci: Ben Van’da önce İki Nisan sonra Vansesi Gazetesinde yıllarca sorumlu yazı işleri müdürlüğü yaptım. Ayrıca köşe yazarlığım da vardı. Şimdi görevi bizden sonrakiler başarıyla devam ettiriyorlar. Şöyle söyleyeyim; Ben Van aşığı bir Vanlıyım. Bunu tüm Vanlılar bilirler. Tanıyanlar sevenler Ali Laleci’nin sevgisini, bağlılığını ve Van’a hizmetini de bilirler. Ben hayatım boyunca memleketim için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadın. Gerek gazetecilik dönemimde, gerek öğretmenlik mesleğim boyunca memleketime bir şeyler kazandırabilmek için çırpındım durdum. Bunu ben “desinler” diye yani gösteriş olsun diye yapmadım. Memleketimi, halkımı sevdiğim için onlara bir hizmet olsun diye yaptım. Kalıcı hizmetlere unutulmayacak hizmetlere daima talip oldum. Bunların başında da özellikle Öğretmen Okulu müdürlüğüm döneminde genç hemşerilerimin öğretmen olarak hayata atılmalarına katkıda bulunmam, birçok gencimizin iş bulmasına yardımcım olmam, Van’ın okullaşması için gerek yazılı gerek fiili olarak birçok gayretlerim sayılabilir. Ayrıca Van’da üniversite açılması için Üniversite Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nde hizmetlerim oldu. Bu kapsamda Eğitim Enstitüsü’nün açılmasına öncülük ederek bugün gururla gelişmesine tanıklık ettiğimiz Yüzüncü Yıl Üniversite’mizin ilk temel taşını atmış olduk. Dernekte birbirinden değerli şimdi bir kısmı rahmetli olmuş birçok arkadaşımızla beraberdik. Mesela rahmetli Tayyar Dabbağoğlu, Sadettin Özok, benim hocam, ilköğretim müfettişlerinden, Dursun Uzel gibi şimdi isimleri aklıma gelmeyen çok değerli kişilerle çalıştık. Rahmetli Fevzi Leventoğlu’nu anmadan geçmeyeyim onunda hizmeti çoktur Van’a. Yani demek istediğim Van’da Üniversite’nin açılması için 1950’li yıllardan itibaren Van gençliği olarak hep birlikte Atatürk’ün vasiyetinin yerine getirilmesi konusunda çabaladık. Sonuç olarak zaten iki yıllık Eğitim Yüksek Okulu ve onun ilk müdürü olarak gururunu yaşadığım Üniversite’mizin de açılmasına katkımız oldu. Van dışında da memleketimizi tanıtma gayretlerimiz devam ediyor. Hatta bu kapsamda Denizli’de de bir yerel medya kuruluşunda, DEHA televizyonunda, Pamukkale Üniversitesi’nden Şerif Kutludağ hocanın hazırlayıp sunduğu bir programda Van’ı konuştuk.

Kısacası ben Ali Laleci olarak, ömrümün artık son çağındayım, yani şarkıda dediği gibi “Ömrümüzün son demi sonbaharıdır artık” sonbaharımızı yaşıyoruz. Memleketime olan hizmetlerimi hiçbir zaman bir gösteriş unsuru yapmadım. Hakkımı memleketime, hemşerilerime helal ediyorum. Kader böyle hükmetti bugün artık Denizli’deyiz. Eşimi de Denizli’ye misafir ettik. Allah rahmet etsin. Ama içimdeki memleket sevgisi her zaman aynı kalacaktır. Tüm sevenlere selam ve muhabbetlerimi yolluyorum.

 

N: Çok teşekkür ederim. Ağzınıza sağlık.

Yazarın Diğer Yazıları