Faik Kumru

Devlet

Faik Kumru

Devlet, isim müsemma zaviyesinden her milletin hayatında olmazsa olmaz gayet muhkem bir gerekliliktir. Temeli adaletin harcıyla karılmış, duvarı hukukun pırlanta taşıyla örülmüş, çatısı anne şefkatiyle çatılmış rengarenk geniş bir şemsiye ve pencereleri sanatın her rengiyle tezyin edilmiş muhteşem bir saraydır.

Her şubesi ile milletin emrinde ve halkın hizmetinde, emirleri bizzat vatandaşın reyinden alan ve her haliyle güven telkin eden, her güzelliği bağrında besleyen, toprağın her rengini ihtiva eden capcanlı bir organizmadır. Böyle seyir içinde ve selametli güzergahta yola revan olması, her zaman bu durumun arzu edilmesi, istenen yegane temenni ve hedefi gerçek bir hakikat.

Bir şeyi olduğundan büyük kıyaslamaya tabi tutmak, layık olmadığı mevkiyi vermek, verenin konumunu düşürebilir. Buradan hareketle deyimlere biçilen değer, o kıymete de haiz olmasını gerektirmektedir. Yoksa aksi ile tokat yiyebilir, ters taraftan terbiye edilebiliriz. Akılsız başın her günahını bütün bedenin çekmesinden, hareket tarzını da doğru belirlemek elzem.

“Devlet Büyüğü” demişiz, başımıza taç etmişiz ama o da bizi hep küçük görmüş. Gelip gelip başımıza tokat aşketmiş. Halk açısından sevimli bir deyim, hoş bir ifade tarzı hiç olmamıştır. Büyüklük sıfatı atfedilmesi gereken bir sistem ve bir düzenin sembolü ise çok dikkatli olmak ve ona dair münasip bir ad tamlama bulmak lazımdır.

“Devlet Baba” demiş, her gün üç öğün dayağını yemişiz. Sorgulama yapmak ve soru sormak gibi gayet doğal bir işi bile icazete bağlamışız. Bu da bizi aciz bir duruma sokmuştur.

“Devlet Ana” demişiz, sütünü bizden esirgemiş ve gitmiş ağyarı emzirmiş. Bizi sıcak döşüne yaslayıp ninni söylememiş. Bize üvey evlat muamelesi yapmış ve ağıt yakmayı öğretmiş.

“Devlet Adamı” demişiz, kendisi haricindekileri âdem, insan yerine koymamış. Kapısına varanı, kapıdan kovmuş, içeriye aldığına da esas duruştan başka vaziyet takınmasına müsaade etmemiş. Kendine kul köle olacak birçok bende tutmuş, hem de karın tokluğuna. “Bir lokma, bir hırka” tekerlemesini, kapı kulları için düstur kabul etmiş.

“Devlet Kapısı” demişiz, o kapıda bizi dilenci durumuna düşürmüş, bütün kapıları arkasından iyice sürgülemiş. Açık kapı bıraktıysa, beğendiği kişileri oradan almış, beslemiş. Her emrine, “belî/hay hay” diyeni bekçi vazifesiyle görevlendirmiş ve döven eli durumuna getirmiş.

“Devlet Kuşu” demişiz, aklımızı kullanmayı, fırsatları değerlendirmeyi ve özgür bir ruh haliyle düşünmemizi engellemiş. Talihimize düşeni, kendi himmetiyle verdiğini söylemiş. Verdiğini de zehir zıkkım etmiş içimize, fitil fitil burnumuzdan getirmiş gece gündüz.

“Devlet Aklı” demişiz, bizi aklı yeter bir beşer sınıfına dahi sokmamış. Döve döve aklımızı da elimizden almış. Deli divane misali tımarhanelerde mecburi misafir eylemiş.

“Devlet Sırrı” demişiz, ortalıkta dönen yalanı dolanı milletinden gizlemiş. Kendi palavrasına sır kulpu takarak, yalanın ibriğiyle abdest almış, takiye takkesiyle secdeye varmış.

“Devlet Malı” demişiz, beytülmale, devlet hazinesine gariban insan “haram”, “tüyü bitmemiş yetim hakkı” diyerek elini sürmemiş. Diğer taraftan arsız ve uğursuz bir zümre, hiç emek ve gayret sarf etmeden çalmış, çırpmış, soymuş ve sınırsızca yemiş.

Bu gibi hamasi yaklaşım ve isimlendirmeler etrafında insanımızın içindeki ruhu ve düşünme melekesini sınırlandırmış, sonrasında da bütünüyle öldürmüş. Herkesin elini kolunu bağlamış ve kendimizi aciz hissetmesine sebep olmuştur.

Devlet yetkilisini, memurunu, çalışanını büyük görmeye başladığımız vakit, hem milleti hem de milletin fertlerini küçük görmeye başlamışız demektir. Bu marazi haller, ne yazık ki hâlâ devam etmektedir; bir kene gibi yakamıza yapışmış, bırakmam da bırakmam diyor.

Her daim olması gereken asli hakikat, milletin kendi büyüklüğüdür. Devlet içerisinde görev almış birine büyüklük isnat etmek, halkı küçümsemek ve aşağılanmasına sebep olacak garip bir düşünce tarzıdır. Bunun derhal terk edilmesi mühim ve hayati bir meseledir.

Milleti küçük görerek, devleti ve devlette vazife alan kişileri yüceltmek, akıl kârı bir davranış olamaz. Aklın en güzel halini sergilemek insani bir durumdur. Bunun için bütün fakülteleriyle akıl üniversitesini işletmek çok önemli bir çaba gerektirmektedir.

Milletin içinden yetişmiş, sinesinden çıkmış o kadar değerli insanlar vardır ki büyüklük isnat edilecekse, onları büyük saymak ve yüceltmek kutsal bir vazifedir. İlim ve bilim alanında nice büyük şahsiyetler var ki esasen hayatı da dünyayı da güzelleştiren bu misal insanlardır.

Devlet büyüğü, şu makamın büyüğü diye diye, milleti, dolayısıyle de kendimizi küçülttükçe küçülttük ve yerin dibine batırdık maalesef.

O karanlık dipsiz kuyudan, yine kendi aklımız ve azmimizle çıkmalıyız. Aklın rehberliğinde ve ilmin öncülüğünde hakikat yolunda yürümeye yemin etmeliyiz.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları