Şahbettin Uluat

Hemşerilik

Şahbettin Uluat

Hemşerilik, konum olarak yakın ve uzak akrabalıktan daha uzakta bir yerdedir. Ancak, özellikleri itibariyle onlara benzer.

Nasıl ki, hayatın koşuşturması içinde bazen akraba akrabayı, hatta kardeş kardeşi unutabiliyorsa hemşeri de hemşerisini aynı süreçlerde unutabilir.

Akrabanın akrabaya karşı ilgisiz olması, desteksiz bırakması gibi, hemşeri de hemşehri karşısında ilgisiz, desteksiz kalabilir.

Hatta akrabanın şu ya da bu nedenle akrabasına düşmanlık edebildiği gibi gurbetteki hemşehri de hemşerisine bir nedenle düşmanlık edebilir.

Tabi, bütün bu olumsuz hallerin olumlu karşılıkları da vardır.

Yani akrabasını, hemşerisini unutmayan; onlarla hep dost olan, hal hatır soran; gerektiğinde destek için hazır duran akraba da, hemşeri de çoktur. 

Aslında akrabalık da, hemşerilik de insana dair diğer her şey gibi farklı kafa yapılarına sahip bireyler tarafından farklı algılanan kavramlardır. Farklı algılar, bireyin geçmiş yaşantılarıyla, bilinç, bilgi ve beceri düzeyleriyle kişiselleşir. Bu kavramlar söz konusu olduğunda, kişi, içine doğup büyüdüğü ortamda görüp kabullendikleriyle, o kabulleri şu ya da bu yönde etkileyen, değiştirip dönüştüren tanıklıklarıyla, yaşarken öğrendikleriyle hem yaklaşım, hem beceri anlamında diğer insanlardan farklı tavırlar sergiler.

Öyle olunca da akraba ya da hemşeri konumundaki kimseler, dışarıdan bakanların bazen takdir ettikleri, onayladıkları; bazen eleştirip onaylamadıkları farklı ve çeşitli duruşlar gösterirler.

"Falanca kişiye bravo, kardeşine sahip çıktı" dediğimiz de olur; "şu yaramaza bak hele, insanlıktan nasibini almamış, kardeşine nasıl da yanlış yapıyor" dediğimiz de olur.

Evrendeki sonsuz çeşitlilik burada da vardır ve aslında o eleştirdiğimiz ya da alkışladığımız duruş, yukarıdaki durumlar göz önüne alındığında, biz dışarıdan bakanlara bazen çok yanlış gelse de kendi içinde tutarlıdır. Tutarlıdır, çünkü birey bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün özellikleriyle olayın bir parçasıdır.

Birinin sahip olduğuna öteki sahip değildir; birinin anladığını biri anlamaz; birinin becerebildiğini öteki beceremez. Karşımızdaki kişi insanlara ve olaylara tam olarak bizim baktığımız çerçeveden bakmaz, bakamaz.

Öte yandan biz de kendi doğrularımız ve yanlışlarımızla değerlendiririz durumu. Oysa, bizim bakış açımızın daha sağlıklı olup olmadığı da sorgulanabilir.

***

Kırk yıl önce üniversite eğitimim için memleketim Van'dan ayrılıp başka şehirlere gittiğimde hemşeri ve hemşerilik kavramlarına tamamen yabancıydım. Ne var ki, öğrenmem çok zaman almadı. Benim gibi öğrenci olan iki hemşerim iki farklı deneyimle bu konuda fikir sahibi olmama yardım ettiler. 

Deneyimlerimden ilki, bana güven vermiş, hemşeriliğin çok değerli olduğunu düşündürmüştü.

İkincisi ise, beni inciten ve bana "vay anasını, böyle hemşeriler de olabilirmiş" dedirten türdendi.

İlkinde, Van'dan tanımadığım yabancı bir şehre, Ankara'ya gelmiştim.  

ODTÜ kayıt salonunda istenen belgeleri toparlamakla meşguldüm. Onları toparlayıp kayıt kuyruklarından birine eklenecektim. Kalabalıklar içinde yalnızdım ama o heyecanla bunun farkında değildim.

Bir ara, birinin "arkadaşlar, aranızda Vanlı var mı?" diye seslendiğini işittim. Önce şaşırdım, sonra da "evet, ben" dedim.

Seslenen genç hemen yanıma geldi. "Vanlısın, öyle mi?" diye tekrar sordu. "Evet" yanıtını alınca da "belgelerin tamam mı?" dedi, onları elimden aldı, benimle birlikte tekrar kontrol etti eksik yoktu. En kısa kuyruğu gösterdi, girdim ve o arada tanıştık.

Adı Mehmet Gündüz'dü. İkinci ya da üçüncü sınıfta öğrenciydi. Vanlıydı ve  aklımda kaldığı kadarıyla evleri Sıhke Caddesi civarında bir yerdeymiş..

Bir ihtiyacım olup olmadığını sordu. "Biz hemşeriyiz, senin burada ne sorunun olursa, hiç çekinme beni ara, kimya bölümündeyim ve falan yurtta kalıyorum" dedi.

Şükür ki, hiçbir konuda onun yardımını gerektiren sıkıntı yaşamadım ama hemşeriliğin değerli bir şey olduğunu da ondan öğrendim. Orada gerektiğinde başvurabileceğim birinin olduğunu bilmek bana güven vermişti. 

Sonraki günlerde birkaç kez karşılaştık. Her defasında kendisinden aynı sıcak yaklaşımı gördüm.

Bir yıl sonra, aynı üniversitenin bana o gün için daha cazip gelen başka bir bölümünü kazanınca, kaydımı silip Gaziantep Yerleşkesi' ne gittim.

Oradaki ikinci yılımda hazırlığı geçip birinci sınıfa başladığımda, kaldığım öğrenci yurdu da değiştirildi.

Yurt görevlisi bana "şanslısın, burada bir hemşerin var ve onun odasında boş bir yatak var; seni oraya yerleştireceğim. O hemşerin de memnun olur" diyerek önüme düştü.

Odada üç kişi ve dört yatak vardı. İçeride de benim hemşerim.

Kendisi bir bölümün ikinci ya da üçüncü sınıfının tek öğrencisiydi. Sınıfında başka kimse yoktu.

Görevli durumu anlatınca önce şaşırdı, ciddileşti; sonra da "hayır, kabul etmiyorum. Odamız kalabalık olur. Benim derslerim ağır, çalışamam; başka bir odaya götürün" dedi.

Görevli her ne yaptıysa, hemşerim Nuh dedi peygamber demedi ki, ben de öyle biriyle aynı odada kalmanın anlamlı olmadığını fark ettim ve görevliye beni başka bir yere götürmesini rica ettim.

Adını dile getirmeyeceğim bu hemşerimiz, bir ara tatil öncesi tam hatırlamıyorum, kavga ya da şakalaşma sonucu kesici bir aletle bacağından yaralanmıştı. Ona Gaziantep'ten Van'a birlikte yapmış olduğumuz otobüs yolculuğunda elimden gelen desteği sağlamış, zaman zaman ayağa kalkıp bekleyerek, zaman zaman, köşeye sıkışarak rahat etmesini sağlamıştım.

Yani her üçümüz de anladığımız hemşeriliği yapmıştık. Kendi dünya görüşlerimize göre kendimize yakışanları yapmıştık.

Tıpkı bugün kardeşlik, arkadaşlık, hemşerilik adına herkesin kendi doğru bildiğini yapmakta olduğu gibi.

Yazarın Diğer Yazıları