Sütuncu Simon (Saint Simeon)

Mehmet Bedri Gültekin yazdı...

Bir insan inancı uğruna ömrünün 40 yılını bir sütunun tepesinde, hiç aşağı inmeden geçirir mi? Ve son nefesini o sütunun tepesinde verir mi?

Aziz Simon bunu yaptı ve bir insanın, inandığı zaman neler yapabileceğinin örneği olarak tarihe geçti. (Sütunun tepesinde gerçekte ne kadar yaşadığına dair değişik görüşler var ama Saint Simeon yaşarken ve ölümünden sonraki yıllarda yazılmış üç biyografi, sütunun tepesinde kırk yıl durduğunu yazar. Cyrrhus’lu Theodoret’in “Suriyeli Keşişlerin tarihi” adlı eseri daha Aziz Simon hayattayken yazılmıştır. Talebesi Antonius’un “Kutsanmış Sütuncu Simon’un hayatı ve günlük yaşayışı” adlı çalışması ile yazarı belli olmayan ve Süryanice yazılmış olan “Sütuncu Simeon’un Hayatı” )

Aziz Simon, MS. 390 yılında Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Sisan’da (bugün Adana’nın Kozan ilçesi) doğdu. Küçükken çobandı. İlk gençlik yıllarında o zaman Hristiyanlık içinde gelişmekte olan münzevi yaşama akımının etkisi ile o dönem Hristiyanlığın dört önemli merkezinden biri olan Antakya’da bir manastıra girdi. Fakat sadece haftada bir kere yemek yemek gibi aşırı tavırları nedeniyle manastırda bulunan diğer keşişlerin tepkisini çekti, oradan ayrılmaya zorlandı. Bugün Suriye’de bulunan Talanis’te kendini bir hücreye kapatarak ve kırk günde bir yemek yiyerek üç yıl münzevi bir hayat yaşadı. Halep’e yakın bir tepede (Simeon Tepesi) kendisini bir kayaya zincirleyerek yaşadı. Daha sonra, yerinde sonraki yüzyılda adına bir Manastırın inşa edildiği Defne ile Samandağ arasındaki Aknehir köyünde 480 rakımlı tepe üzerinde 1.80 metrelik bir taş sütun üzerinde hiç aşağı inmeden yaşamaya başladı. Sonraki yıllar içinde sütun, Aziz’in takipçileri tarafından üç kez yükseltilerek 18 metreye kadar çıkarılıyor. Saint Simeon bu sütun üzerinde tam 40 yıl yaşadı. Bu arada günde iki sefer kendisini görmeye gelen halka vaaz verdi. Şifa için gelen hastalarla – “felçlileri yürütüyor, dilsizleri konuşturuyor, cüzzamlıları iyileştiriyor, gelecekten haber veriyor” vb. – ilgilendi. Günün geride kalan zamanlarını dua ederek geçirdi. MS 470 yılına doğru öldü. (Arkeofili ölüm tarihini 459 olarak veriyor). Cenazesi büyük bir kalabalık eşliğinde Antakya’ya getiriliyor. İmparatorun cenazeyi İstanbul’a götürme isteğinden, halkın şiddetle karşı çıkması üzerine vazgeçiliyor ve Antakya’da defnediliyor.

Çilecilik

Bazı din adamlarının münzevi hayat yaşaması, özellikle Roma imparatorluğunun Hristiyanlığı resmi din olarak benimsediği dördüncü yüzyıl sonrasında yaygınlaşıyor. Münzevi yaşam tarzını benimseyen keşişler, böyle davranmalarını açıklayan bolca ayeti İncil sayfaları içinden buldular.  “Sizlerden kim varını yoğunu gözden çıkarmazsa takipçim olamaz!” “Mallarınızı satın, sadaka olarak verin!” gibi…

Böyle bir yaşam tarzına yönelmek sadece Hristiyanlığa özgü değildir. “Dünya nimetlerinden el etek çekmek”, bir köşede son derece sade bir hayat yaşamak ve hayatını inandığı davaya adama örnekleri Budizm’de, İslamiyet’te ve diğer dinlerde de vardır. “Kim kırk gün Allah için ihlasla amel ederse, kalbinden diline doğru hikmet pınarları fışkırır” (Hadis)

İslamiyet’te tarikatlardaki çilecilik örnekleri bu arada sayılabilir. Tasavvufi akımların ayrılmaz bir parçası olan “çilecilik”, Anadolu’daki sufi tekkelerinde çok yaygın olarak görülen bir uygulamadır. 40 gün boyunca (“Çile”, Farsçada kırk anlamına gelen Çıle sözcüğünden geliyor) dünyadan elini eteğini çekerek daracık bir hücre içinde çok az yiyip içerek ve çok az uyuyarak sürekli olarak dua etmek ve düşünmek, kişinin bu dünyadan ve ölümlü bedeninden ayrılarak tanrıya ulaşmasının yolu, yöntemi olarak yüzyıllar boyunca uygulandı.

Anadolu dervişlerinin “bir lokma bir hırka” felsefesi de öz olarak aynı anlayışı yansıtmaktadır.

“Ve kahreden / yaratan ki onlardır…”

Bu yazıda, Saint Simeon’un hayatını konu edinmemizin nedeni, onun hayatına yön veren dini düşüncelerin ne olduğu üzerinde durmak değildir. Ama insanoğlunun karar verdiği ve inandığı zaman neler yapabileceğinin çarpıcı bir örneğidir Saint Simeon. İnsan fiziki olarak da inanılmaz işler başarabilen bir varlık haline gelebilmektedir.

Saint Simeon gibi örnekler, dünyanın başka yerlerinde değil Batı Asya başta olmak üzere Hindistan ve Çin gibi kadim uygarlık coğrafyalarında yaşandı.

12 bin yıllık tarih, aynı zamanda insanoğlunun çok çeşitli alanlarda geliştirdiği inançların, felsefi ve ideolojik birikimin en önemli pratiklerinin yaşandığı bir alan oldu.

Bin yıllar boyunca insanoğlu bu coğrafyada en büyük keşifleri gerçekleştirdi, doğanın edilgen bir parçası olmaktan çıktı ve doğayı da değiştiren bir rol oynamaya başladı. İnsan bununla birlikte “yaratıcı” olarak gücünü gördü.

Sınıflı toplum aşamasına ulaşmasıyla birlikte en büyük gelişmelerin yanısıra en büyük acıların, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin de nedeni, “yaratıcısı” oldu. Gerçekliği baş aşağı ederek dinler dünyasını yaratması ve daha sonra yarattığı o dünyanın bir parçası olarak da günümüz dünyasının yarısından fazlasının benimsediği dinlerin doğuşuna kaynaklık etmesi de bu arada sayılabilir.

Nazım Hikmet, Dünyanın ilk Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirmiş olan Anadolu insanını anlattığı Kurtuluş Savaşı Destanı’na, “Ve kahreden ve yaratan ki onlardır…” diye başlar.

Saint Simeon işte bu durumun, yani Anadolu insanının karar verdiği ve inandığı zaman neleri başarabileceğinin somut örneklerinden biri olarak tarihimizdeki yerini almıştır.

 

Bakmadan Geçme