Şükran Akçap Yurtkuran

Taş yerinde ağırdır

Şükran Akçap Yurtkuran

Van'ı gezip görenler çok iyi bilir ki, muhteşem doğal güzelliklere sahiptir.

 

Bu anlamda, bahar mevsimi kendisini htirir htirmez, doğal güzelliklerini ve tarihi mekânlarını tekrar görmek için ilk fırsatta gittiğim yerlerden biridir Akdamar Adası.

 

 

Gökyüzünün yine maviye egemen olduğu bir gündü, kısa bir tekne gezisi sonrası adaya ayak bastık. Ben öncelikle sağ merdivenlere yönelirim. Amacım, seyir tepesinde soluklanmak ve özellikle Artos Dağı'nı izlemektir.

 

Artos Dağı, görkemli duruşu ile mavi gökyüzü ve mavi gölün kesiştiği noktada öyle hiç istifini bozmadan mağrur bir edayla durur, zirvesindeki kar da kolay kolay erimez.

 

 

Artos Dağı'nı doyasıya seyrettikten sonra, seyir tepisinde bedenime tam bir "u dönüşü" pozisyonu verir ve adanın, o daha yeni çiçek açmış mis kokularının yayıldığı badem ağaçlarını seyre dalarım. Hatta dikkatlice baktığınızda gri renkli tavşanları görmekte mümkündür.

 

Adanın muhteşem güzelliğini seyir tepesinden izlemeye devam ederken, M.S. 915-922 yıllarında Vaspurakan Kralı I.Gagik tarafından bir saray kilisesi olarak yaptırılmış olan Akdamar Kilisesi'nin (yoğun yeşilin arasında) ancak kubbesini görürsünüz.

 

 

Uzun bir seyir ve soluklanma neticesinde, yine çok yakın zamanda inşa edilen ve kilisenin tarihi dokusuna zarar vermeden taş ile döşenen yaya yolundan adanın iç bölümüne doğru ilerliyoruz. İnsanların yoğun olmadığı yerlerde kaplumbağalar ile karşılaşmanız olağandır.

 

Adayı adım adım gezip, doya doya seyrettikten sonra tekrar bir dinlenmek isterseniz, batı yakasında oturmanız için banklar konulmuştur. Hele ki, gayret edip, termosla çayınızı ve yanında da atıştırmalık türden yiyecekler getirmişseniz bulunduğunuz konumdan ayrı bir keyif alırsınız.

 

İşte öyle bir anda, rüzgâr uçurmasın diye yiyecek çantamın üzerine koymak için gayriihtiyari yerden kaldırdığım bir taş bana "Eyvah!" dedirtti.

 

 

Niye mi? Elime aldığım taşın avucumda varlığını hmemle beraber, mazbut taşı çevirdiğimde altında gizlenen ne kadar çok böcek olduğunu fark ettim. Yine taşı kaldırdığım yerde büyük bir boşluk oluşmuştu. Bu boşluğun etrafının yeşil olmasına rağmen, taş kalktıktan sonra hiçbir anlam ifade etmeyen bir görünüm gözüme çarptı.

 

Nasıl olduysa, "kişinin değerini en iyi bilenler, kendi çevresinde bulunanlardır." anlamına gelen "taş yerinde ağırdır." deyimi aklıma geldi ve atalarımızın, ders alınacak ne kadar çok doğru sözlerinin ve tespitlerinin olduğunu düşündüm.

 

 

"Taş yerinde ağırdır" deyiminin değişmeceli anlamı; "herkes, her şey kendi çevresinde önem taşır." mealindedir. Çünkü kişi, bulunduğu yerde tanınmış, kendisine bir çevre edinmiş, hatırı sayılır bir yere gelmiştir. Yabancısı olduğu bir yerde yeterince tanınmadığı gibi kıymeti de bilinmez. Bu nedenle "taş yerinde ağırdır" deyimi, kafasına esince bir yere kaçmak isteyen insanları durdurmanın bir yolu olarak söylenmiştir.

 

Ancak yerinden aldığım o taşın, aslında deyimin anlamına ne kadar yakın olduğunu da fark etmemek mümkün değil. Toprak ile taşın bütünlüğü, onca canlının taşın altında yaşamlarını sürdürmeleri ve gözümüz ile göremediğimiz nice ayrıntılar. Bu anlamda, elimde tuttuğum taşı yerinden kaldırdığım için buruk bir hüzün çöktü içime ve taşı elimden bıraktım. Taş öyle hızla yere çakıldı ki, bu düşüş yerçekiminin gücü olamazdı diye düşündüm.

 

 

Peki neydi?

 

O an ki, duygularım!..

 

"Toprağın taşa, taşın ise toprağa olan hasreti", bu olsa gerek diyordu ve başka açıklama yapamıyordum.

 

 

Akdamar Adası'nın o eşsiz güzelliğinden hissiyatımda kalan işte bu düşünceler oldu.

 

Taş her haliyle yerinde ağırdır.

 

Yazarın Diğer Yazıları