Dr. Muhammet Veysel Zortul

Nasıl Zengin Oldum

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Geçenlerde çalışma odama paldır küldür dalan bir afacan, çokbilmiş bir eda ile internet nesli olduklarını ve bizim nesle göre, daha bilgili olduklarını söylemez mi? Yanımdan hiç ayırmadığım iri taneli tespihimle birkaç 'Ya Havle' çektikten sonra kalkıp raflardan tuğla misillü bir ansiklopediyi aldım ve kucağına bıraktım. Şaşkın şaşkın yüzüme bakıp

"Bu ne?" diye sordu.

"İnternet" dedim.

"İnternet mi?"

"Evladım; bizim zamanın interneti de bu ansiklopediler idi." Diyerek devam ettim.

"Hem öyle ki her sualine cevap verecek donanımda idiler. Bütün okul derslerimize yardımcı olması şöyle dursun, hanımlar için yemek tariflerinden tut da kuru fasulyenin faydalarına kadar birçok bilgiyi ihtiva ederlerdi. Hatta kıyametin ne zaman kopacağına ve yine kiminle evleneceğine dair son derece müşkül sorulara bile cevaplar bulabiliyordun."

"Kiminle evleneceğimiz de mi yazıyordu?"

"Elbette. Yalnız bunca bilgiyi barındırdıklarından biraz hacimli olurlardı ve bir miktar da pahalı olduklarından her öğrencinin harcı değildi bir ansiklopedi sahibi olabilmek. Sınıfta her kimin bir ansiklopedisi var ise bilirdik ki o öğrenci varlıklı bir aileden gelmektedir. Bendeniz de üçüncü sınıfta bir tanesine sahip olma bahtiyarlığına erişmiştim. Gıcır gıcır deri bir çanta içerisinde 'Kaşıkçı Elması' misali bir ansiklopedi ile babamı karşımda bulduğum gece, artık uyumak ne mümkündü. Sabahı zor etmiş ve ezanla birlikte okulun yolunu tutmuştum. Sınıfa girer girmez öncelikle sıramı güzelce silmiş, üzerine sadece öğretmen kontrollerinde kullandığım püsküllü mendilimi sermiş ve ardından ansiklopediyi itina ile üzerine koymuştum. Sınıf arkadaşlarım, uzaylı görmüş dünyalı formatında ansiklopediye bakarlarken sevaptır diye birkaç sayfasını çevirmiş ve meraklarını gidermeye çalışmıştım. Gerçi haddini aşıp dokunmak isteyenler de olmuştu ama Dilek adlı bir kız arkadaş haricinde hiç birine izin vermemiştim.

    Hatrımda kaldığı kadarıyla koca sınıfta sadece birkaç öğrencinin ansiklopedisi vardı ve benimle birlikte bu sayı en fazla beşe bâliğ olmuştu. Tabi ben ilk defa zenginler sınıfına dâhil olduğumdan zengin adetlerini tam olarak bilmiyordum. Meğerse ansiklopedisi olan zengin takımı, teneffüste ansiklopedi ile okulun etrafında koşturup fakir kardeşleri bu yeni durumdan haberdar ediyorlarmış. Kendilerine pantolonumdaki yamaları ve yine ayakkabımdaki delikleri gösterip zengin olmadığımı anlatmaya çalıştımsa da dinletemedim. Onlar diretiyor ancak ben de fakir arkadaşlarımı asla ve kat'a satmayacağımı kesin bir dille ifade ediyordum. Zengin öğrenciler, bu kararlı tutumum üzerine beni saflarına alamayacaklarını anlayıp pes etmişlerdi ki Dilek ile göz göze geldim. O güne kadar bir kez olsun yüzüme bakmayan kız, hem gözlerimin içine bakıyor hem de gülümsüyordu. Hiç düşünmeden zengin arkadaşlara döndüm ve

"Az önce ne güzel konuşuyordunuz öyle! Hem madem bu kadar ısrar ettiniz; peki, kabul ediyorum." Diyerek bir çırpıda fakir takımını satıverdim ve teneffüste de ansiklopedimle çıkıp okulun etrafında birkaç tur atarak zenginlere has geleneği ifa ettim. Zili müteakip girdiğimiz derste de Dilek Hanımın nazarlarına hedef olma bahtiyarlığına erince artık kesin olarak karar vermiştim ki ileride doktor veya öğretmen değil zengin olacaktım.

   O günler, hayatımın en bahtiyar günlerini yaşıyordum. Dolayısıyla bu ayrıcalığı borçlu olduğum çantamı, içindeki ansiklopedimi ve bir de üç yıllık defterimi yanımdan bir kez olsun ayırmıyordum. Öyle ki yemek yerken yanı başımda, misafirlikte sırtımda ve gece yatarken de yastığımın altında kutsal bir emanet gibi saklıyordum."

"Üç yıllık defter mi olurmuş?"

"Bizim zamanımızda oluyordu. Defter bittikçe güzelce siliyor ve yeniden başa dönüyorduk. Bak defter deyince aklıma ne geldi? Tam da o günler müthiş bir kar yağmış ve evimizle okul arasındaki yokuş tam anlamıyla buz pistine dönmüştü. Baktım ki bütün öğrenciler ellerindeki poşetlerle bu pistte kayıyorlar. İşte o gün, o fakir öğrencilere ne kadar özendim bir bilsen. Çünkü kitap ve defterlerini poşette taşıdıklarından, poşetle kayabiliyorlardı rahatlıkla. Oysa artık zengin olan ben, yeni çantamla bunu nasıl yapacaktım? Ama çocukluk işte, dayanamadım. Ansiklopedimi de birine emanet edemediğimden o da içinde olduğu halde çantamla yokuş aşağı kaymaya başladım. Yeniden fakirlerin arasına katılmış olduğum için bir parça adaptasyon sorunu yaşasam da çabucak eski halime dönmüştüm. O birkaç dakika ne saadetti ve keşke anlatmaya da güç yetirebilsem. Yokuş bittiğinde elimde çantanın sadece ipi ve o ipe takılı birkaç parça derisi kalmıştı. Ansiklopedim ise yüzlerce parçaya ayrılıp karlar arasında sırra kadem basmıştı. O gün eve dönerken ne ansiklopedimi ne tarihi ehemmiyete haiz defterimi ne de babamın atacağı fırçaları düşünmüştüm. Düşündüğüm tek şey Dilek'ti. Acaba ansiklopedim yokken de bana bakacak mıydı?"

"Baktı mı peki?"

"Sence?..."

Yazarın Diğer Yazıları