Cem Öksözoğlu

Van'a gidiyorsunuz şehirde durum ağır

Cem Öksözoğlu

Aleksandra Lvovna Tolstaya 18 Haziran 1884 tarihinde Tula guberniyasında Yasnaya Polyana'da Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910) ile Sofya Andreyevna'nın (1844-1919) on ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi.

Anne ve babası arasındaki ilişkilerin çok iyi olmamasından dolayı olsa gerek Aleksandra Lvovna Tolstaya çocukluğunda onlar tarafından şımartılmadı ve onunla daha çok dadılar ve ablaları ilgilendi. Kendisi çocukluğunda evde mükemmel bir eğitim aldı. 16 yaşından sonra ise babası ile yakınlaşmaya başladı. Bu yaştan sonra da bütün yaşamını babasına ve onun ideallerine adadı. Babasının yazılarını temize çekme, daktilo etme vb. bütün sekretarya işlerini üzerine aldı. Bu nedenle babası yazarlık telif haklarını ona miras olarak bırakacaktır.

Lev Tolstoy'un vefatı sırasında da yine yanında o vardı. Zira Astapov'da ölüm döşeğinde yatan Tolstoy'un yanında yedi gün geçirdi. 7 Kasım 1910 tarihinde babası vefat etti. Babasının ölümü Aleksandra Lvovna Tolstaya'nın hayatını tamamen değiştirdi. Zira babasının vefatının onun yaşamı üzerindeki büyük etkisini "O hayatta iken benim kendi yaşamım ve ilgi alanlarım yoktu. O vefat ettiğinde doldurmayı beceremediğim derin bir boşluk kaldı." diye yazarak belirtiyordu.

1 Ağustos 1914 tarihinde Dünya savaşı çıkınca Aleksandra Lvovna Tolstaya kendi deyimiyle ellerini bağlayıp oturmaktansa bir şeyler yapmayı yeğlemişti. Zira savaş nedeniyle etrafındakiler her geçen gün azalmakta ve yalnız kalmaktaydı. İşte bu sıralarda bir gazetede Rus Kızıl Haç Derneği ile Voyennoye Vedomstvo arasında yaralılara yardım konusunda çıkan anlaşmazlık hakkında bir yazıyı okuyunca kafasında kendisinin gönüllü hemşire olarak çalışabileceği fikri doğdu. Kendisinin tıp alanında da bilgisi mevcuttu. Aleksandra Tolstaya, derhal Doktor D. V. Nikitin'in yanında Zvenigorod Hastanesinde tıbbi bilgiler kursu ve pratiğini tamamladıktan sonra sınavlarını başarıyla vererek cepheye gitmek üzere hazırlıklarına başladı.

Cepheye gönderilmek için Vserossiyskiy Zemskiy Soyuz'a(Rusya'da 1864 toprak reformundan sonra oluşturulmuş olan bir yerel yönetim müessesesi olan zemstvolar tarafından I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla hasta ve yaralılara yardım etmek için 1915 yılında kurulan bir organizasyondur) başvurdu ve bu kurum onu gönüllü hemşire olarak 187. Sıhhiye Treninde görevlendirdi. Bu tren Kuzey-Batı cephesinde görev yapmaktaydı. Böylece Aleksandra Lvovna Tolstaya'nın ilk görev yeri Kuzey-Batı cephesi oldu.

Kafkas Cephesinde başlayan çarpışmaların ardından 1914 yılının sonlarına doğru ise Vserossiyskiy Zemskiy Soyuz Kafkas Cephesinde görev yapmak üzere 7. Öncü Sıhhiye-İaşe Müfrezesi'ni kurdu. Aleksandra Lvovna Tolstaya da ikinci görev yeri olarak bu müfrezede görevlendirildi. Bu görevi gereği de Tiflis-Ağrı dağı etekleri-Çinçil Geçidi güzergâhında Anadolu'nun içlerine doğru zor bir yolu geçmek durumunda kaldı.

20 Ocak 1915 tarihinde kardeşi Sergey'e Iğdır'dan yazdığı mektupta bu küçük yerleşim yerinin rutubetli ve kirli olduğunu ayrıca sıtma hastalığının olduğunu belirtir. Burada hastane hizmetleri çadırlarda verilmekteydi. Aleksandra Lvovna Tolstaya mektupta müfrezenin büyük bir bölümünün daha da içlere doğru hareket edeceğini ve bir Türk şehri olan Karakilise'de(Ağrı) kuvvetle muhtemel hastane açılacağını yazmıştı.

Nitekim Mart ayının başında annesine yazdığı mektupta da develerin ve otomobillerin geldiğini ve 4 gün sonra müfrezenin bir bölümünün yola çıkacağını belirtiyordu. Bu mektubundan Aleksandra Lvovna Tolstaya'nın Mart ayında Karakilise'ye geldiğini anlıyoruz. 17 Mart tarihinde Karakilise'den yakınlarına yazmış olduğu mektupta da onlardan 5 gün daha uzaklaştığını yani yolculuğunun 5 gün sürdüğünü bildirir: "Artık Türkiye'deyim. Sizden 5 gün daha uzaklaştım zira buraya yolculuğumuz 5 gün sürdü. Iğdır'dan Karakilise arası 150 km… Karşılaştığımız binaların hemen hemen hepsi yıkılmış, hayvanlar tamamen yok edilmiş, yem yok, ekmek yok, ısıtma yok, yani hiçbir şey yok…

Gerçekten de I. Dünya Savaşı'nda Kafkas Cephesi koşulları açısından en kötü cephelerden biriydi. Nitekim savaş yıllarında Anadolu'da salgın hastalıklar baş göstermiş ve on binlerce insanın ölümüne neden olmuştu. Kafkas Cephesindeki olumsuz koşullar ve salgın hastalıklar konusunda zamanında önlemler alınmamış olması bu bölgede tifo, sıtma, dizanteri ve grip gibi salgın hastalıkların bir anda yayılmasına neden olmuştur. Savaşın başından 1915 yılının Temmuz ayı ortalarına kadar Erzurum bölgesinde tifüs (lekeli humma) hastalığından yaklaşık 150.000 kişi hayatını kaybetmiştir ki bu bölgede hastalıktan ölen kişilerin sayısı bazen günde 600 kişiye ulaşmıştır; tifüsten ve çarpışmalar sırasında ölen kişilerin cesetlerinin toprak altına gerektiği gibi derin bir şekilde gömülmemesi nedeniyle toplu halde gömülen bu cesetlere ait eller, kollar ve vücudun diğer kısımları dışarıda kalmış, birçok mezar çökmüş ve bozulmuştur. Toprak yüzeyinde kalan bu cesetler de salgın hastalıkların ortaya çıkması ve hızla bölgede yayılmasının nedeni olmuştur. Kafkas Cephesinde Kızıl Haç sıhhi - dezenfeksiyon birliği başkanı görevinde bulunmuş olan Prof. İvan İvanoviç Şirokogorov, bölgede yaşanan salgın hastalıkların nasıl ciddi bir boyuta ulaştığını şu sözlerle ifade etmektedir: " Rus Ordusu Doğu Anadolu'da girdiği bölgeleri ele geçirdiği andan itibaren veba korkusu nedeniyle bütün savaş boyunca bu bölgede kalmıştır. Çünkü Rus Ordusu'nun işgal ettiği bu yerler veba hastalığının kaynağı olarak görülüyordu. Özellikle Erzurum'un alınması ile veba tehlikesi ciddi boyutlara ulaştı...

Aleksandra Lvovna Tolstaya ve müfrezesinin Karakilise'deki çalışmalar neticesin de burada 2 hafta içerisinde 50 kişilik bir çadır hastane, hamam, eczane ve yemekhane kurulmuştu. Aleksandra Lvovna Tolstaya ve sekiz gönüllü arkadaşı da bir çadırda 9 kişi kalmaktaydılar.

Bahar aylarında bölgedeki askerî hareketler artmaya başladı. Rus birlikleri Erzurum'a doğru ilerlediler. Böylelikle cephe Karakilise'den uzaklaşmaya başladı. Bu nedenle hemşirelerin işleri de gözle görülür ölçü de azaldı. Aleksandra Lvovna Tolstaya Iğdır'a geri çağrıldı. Burada kendisine küçük bir müfreze ile birlikte Van şehrine gitme görevi verildi. Zira burada Müslüman kıyımından mucize eseri kurtulmuş çoğunluğu yaşlı ve çocuklardan oluşan 1200 kişi Amerikan Misyonuna sığınmışlardı. Bunların bakılmaya ihtiyaçları vardı. Tek Amerikalı doktor olan Mr. Yarrow bu iş için yeterli olamamış ve yardım için Iğdır Müfrezesine başvurmuştu. İşte, Aleksandra Lvovna Tolstaya adamlarını toplayarak, yanına ilaç ve yiyecek de alarak bu kişilere yardım etmek için görevlendirildi.

Aleksandra ve arkadaşlarının Van iline ulaşması haziran 1915'i buldu.Kent yaklaşık 45 gündür Ermeni-Rus ortaklığının elinde bulunuyordu.

Aleksandra Van izlenimlerini şu sözleri ile anlatmaktaydı.

 '' Temsilcimiz T. N. Polner bize geldiğinde bana yeni bir görev getirdi:

-Van'a gidiyorsunuz. Şehirde durum ağır: Çok hasta var, üç tip tifo ortalığı kırıp geçiriyor, Amerikan misyonu hastalanmış, tıbbi bakım yok, esirler için aş evi açmak gerekiyor…

-Ne zaman gitmek gerekiyor?

-Mümkün olduğunca çabuk! Öğrencilerinizi çağırınız.

Yıkılmış Van şehri! Bizim buraya gelişimizden evvel. Her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği kanlı bir çarpışma yaşanmış. Ölenlerin cesetlerini göle atmışlar ve bu cesetler burada çürümüşler. Bu nedenle göl zehirlenmiş dolayısıyla göl suyunun kullanılmaması ve gölden çıkan balıkların yenmemesi gerekiyordu.

Türkler, hasta, kadın ve yaşlılardan oluşan yaklaşık 1000 kişiyi esir bırakarak şehri terk etmişler. Ermeniler ise, öç almak için şehrin bütün Türk mahallelerini yakmışlar.

Kerpiçten yapılmış olan evler zor yandığı için de bütün evleri ayrı ayrı tutuşturmuşlar.

Bir daire aramadan önce birkaç gün Amerikalı Misyoner Yarrow'nun evinde kaldık. Yarrow'nun evi bütün konforları olan büyük bir ev: Banyo, temiz aydınlık yatak odaları, yumuşak yataklar, büyük bir misafir odası, yemek odası. Bütün bunlar bana inanılmaz derecede muhteşem görünmüştü.

Gece beni bir şey ısırdı ve vücudum kaşındı….. Beni ısıran şey bitlerdi.

Anlayamıyordum nasıl olurda bu kültürlü, titiz, elit Amerikalılar evlerinde bit olmasına izin veriyorlardı? Nereden?

-Savaş esirlerinin bulunduğu bütün bölge, bütün binalar, böceklerle dolu, biz bir şey yapamıyoruz. Diyerek Amerikalı Misyoner Bay Yarrow, bu durumu bana açıkladı.

Bay ve Bayan Yarrow ve onların üç çocukları - iki erkek bir kız- çok cana yakın insanlardı ve onları çok sevdim. Bizi sabırsızlıkla bekledikleri açıkça belli oluyordu. Yardıma ihtiyaçları vardı.

Misyonda çalışmış olan Doktor Rassel'i daha az tanıyordum. Doktor Rassel ve eşi, gelişimizden kısa bir süre sonra tifüse yakalandılar ve sadece Doktorun kız kardeşi kaldı.

Bizi bekleyen iş hakkında bilgi alınca çok az şeyin yapılabileceğini anladım. İki büyük okul binası. Tamamen boş büyük odalar. Ne yatak, ne masa, ne sandalye, hiçbir şey yok!

Yerde bezlerle örtülü, kirli bedenler: Türkler. Erkekler, kadınlar, yaşlılar, gençler, çocuklar… Hepsi birlikte üst üste yığılmış bir halde.

İniltiler, sayıklamalar, küçük çocukların ağlama sesleri… Bazılarının yüzünde bende şüphe uyandıran lekeler. Bu lekelerde ne? Çiçek hastalığı mı?

Bize doğru kirli zayıf eller uzanıyor, kadınlar ağlıyor, Türkçe açıklamaya çalışarak bir şeyler istiyor ve yalvarıyorlardı: Hanım, Hanım!

Yaşlılar susuyorlardı. Somurtkan ve öfkeliydiler. Kafalarını kaldırıp da bize bakmadılar. Meşguldüler; gömleklerini çıkarıp, çıplak zayıf ve esmer vücutlarında bit arıyor ve tırnakları ile çatırdatarak eziyorlardı…

Cansız bir şekilde yanlara doğru sallanan kollarını garip bir şekilde sarkıtarak köşede oturan bir kadına dikkat ettim. Kadın sessiz ancak duyulur bir şekilde inildiyordu.

Benim soru dolu bakışlarıma Bay Yarrow:

-Onun kolları tersyüz edilmiş. Diyerek bir açıklama getirdi.

-Kim bunu yaptı? Niçin?

-Ermenilerle yapılan çarpışma sırasında…

-Ermeniler mi? Neden kadını böyle sakatlamışlar? Diye şaşkınlıkla sordum.

-Ben, gazetelerde Türklerin hunharca davrandıklarını, Ermenileri katlettiklerini okumuştum. Anlamıyorum…

-Bütün bunlar yaşandı. Katliam her iki taraftan.

Tabii ki, askeri harekât sırasında katliam her iki taraftan da oldu. Ermenilerle Türkler arasındaki düşmanlık yüzyıllardır sürmektedir. Her iki taraf da gaddarlık yaptı, ancak burada Van'da biz, Ermenilerin insanlık dışı gaddarlığını gözlemledik. Ermenilerin, kadınların göğüslerini kestiklerini, kollarını, bacaklarını tersyüz ettiklerini ve kırdıklarını söylüyorlardı. Bu insanlık dışı gaddarlığın kurbanlarını bizzat ben kendim gördüm.

Amerikalıların evinde uzun bir süre kalmak uygun değildi ve küçük bir Ermeni evine yerleştik. Bir odada öğrenciler kalıyordu. Diğer oda da ben. Aşağıya da hastabakıcı ve emir eri yerleşti.

Biz Van'a geldiğimiz zaman, esirlerin bir bölümü ölmüştü. Yaklaşık 800 kadar insan kalmıştı. Beslenme işini organize ettik, insanların ve çamaşırların yıkanması için su ısıttık. Malzemeleri askeriyeden alıyorduk. Ancak birçok şey bulunmuyordu. Sabun bulmak mümkün değildi. Gölden sodalı-tuzlu kum kullanıyorduk. Bu kumla çamaşırları yıkamak mümkündü. İlkel bir çamaşırhane kurduk.

Bir defasında, On isim, arkamdan soluk soluğa koşarak geldi.

-Saşa Teyze, çabuk gidelim. -Ne oldu?

-Canlı bir Türkü gömmeye götürdüler! Birkaç Türk çocuğu, koşar adımlarla sedyenin üzerinde cesedi binadan çıkardılar. Her gün 15-20 cesedi eski çukurlara yuvarlıyor ve toprakla üstünü gelişi güzel kapatıyorlardı.

-Bak!

İki çocuk sedyeyi getirdiler. Onları durdurduk. Yaşlı biri. Gözleri kapalı, sanki nefes almıyor, kolun biri sarkmış ve havada sallanıyor. Nabzı ölçmek için kolu tuttum ve birden bire gözler açıldı. Adam kolunu hızla geri çekti ve göğsüne koydu.

-Yaşıyor!

Yaşlı adamı barakaya geri gönderdik. Bugünden sonra da, çocuklar vefat edenleri götürdüklerinde, aralarında yaşayanlar olup olmadığını kontrol etmeye gidiyorduk. Hastabakıcısını ve Kolya'yı bu iş için görevlendirdik.

Doktor yoktu. Sadece bir Rus askerî doktor kaldı. Bütün diğerleri tifüse yakalandılar. Bazıları da öldüler.

Zamanla, Amerikalılar da hastalandılar. İlk önce Doktor Rassel tifüse yakalandı. Daha sonra da Bayan Yarrow ve onun eşi hastalandı. …

Van'da sağlık personeli olarak sadece askerî doktor ve ben kalmıştık. Dinlenmeyi düşünmek dahi mümkün değildi. Uyku uyumadan ve hemen hemen yemek yemeden durup dinlenmeden çalışıyorduk.

Bay Yarrow ölüyordu. Yüzü mor, nabız hemen hemen yoktu…

Amerikalı yaşadı. Ancak, benim hasta bakıcım ve birkaç gün sonra da Kolya Krasovskiy tifüse yakalandı…

100-200 kadar hasta, yaralı Kürt ve Türk kadınları, mobilyasız, yataksız, yiyeceğin (Kürt ve Türk kadınları yemeği mısırdan yapıyorlardı) çok kıt olduğu eski Amerikan okullarında bakımsızlıktan öldüler. Başta tifüs olmak üzere üç tip tifo nedeniyle günde yaklaşık olarak 20 kişi ölüyordu.

Bilindiği gibi tifüs hastalığının en önemli bulaştırıcıları bitlerdir. Çarşaflarımız ve elbiselerimiz, özellikle kıvrımlı yerler bu iğrenç, uyuşuk, beyazımsı böceklerle dolu. Bunlardan kurtulmak mümkün değildi…

Ben General Nikolayev'e gittim. General beni içeri almadı. Pencereyi açtı. "Ne istiyorsunuz, hemşire?" General benim yanıma gelmedi. Herhalde benden hastalık kapar diye korkmuştu ve benimle pencereden dışarı sarkarak konuştu.

-Ekselansları, bana 30 araba, mısır, un, koyun … lazım.

-Ne! Bu da ne böyle? - General, dehşet içinde bana baktı. - Neden? Niçin?

Ben durumu ona şu şekilde açıkladım:

-Hasta Türk kadınlarının bulunduğu okulların durumu bir felaket. Okullar, hastalarla dolup taşıyor. Birçok tifüse yakalanmış hasta var. Ölüm çok fazla. Dağlardan akan dereler aşağıya, askerî kışlaların bulunduğu yere akıyor. Herkesi okullardan toplayıp kendi köylerine göndermek gerekiyor. Bu şekilde, sıkışıklıktan, kirden ve bitlerden hastalık kapan müfrezeyi, Müslüman kadınları, çocukları ve yaşlıları kurtaracaksınız.

-Tamam, bana düşünmem için izin verin hemşire! Ve iki gün sonra at arabaları, koyun sürüsü ve yiyecek geldi.

Benim Van'da işim bitmişti. Burada artık yapacak bir şey kalmamıştı. Kolya Krasovskiy'i hastabakıcı ile birlikte Van'da bıraktım. Kolya iyileşmişti ancak hala çok halsizdi.

General bana gitmem için şoförle birlikte kendi otomobilini verdi…"

Aleksandra Lvovna Tolstaya Temmuz 1915 sonlarında Van'dan ayrılarak 1.Dünya Savaşı'nda diğer bir cephe olan Minsk'e gitmiştir.

Sonuç olarak bu yazımızda 1.Dünya Savaşı'nın Kafkas Cephesinde yaklaşık olarak 6 ay Hemşirelik görevi yürüten Rus Aleksandra Lvovna Tolstaya'nın gözünden D.Anadolu'daki trajik durumu sizlere aktarmaya çalıştık.

İyi Okumalar, Kalınız Sağlıcakla!

Yazarın Diğer Yazıları