Ümran Öztürk

Vefa yaşarken gösterilmeli

Ümran Öztürk

Yaşayan iyi, güzel olan hiçbir şeyin kıymetini bilmez,  gereken önemi vermeyiz. Böyle değerleri hep uzaktakiler fark eder hep uzaktakiler keşfeder. Oysaki en yakınımızdadır bu kişiler. Yakınımızda oldukları için mi bize çok cazip gelmezler. Sonra bir şekilde tanırız. Sonra başarılı çalışmalarını İzlemeye başlarız içten içe belki de minnet duyarız ama bunu nedense dillendirmeyiz, göstermeyiz hatta yokmuş gibi davranırız ta ki onu kaybedene kadar.

Oysa bir insan yaşarken sevildiğini, önemsendiğini değer verildiğini bilmek, görmek ister. Ona söylenilemeyen, yapılamayan, gösterilemeyen ama mutlaka olması gerekenleri öldükten sonra yapmak sadece bizim vicdanımızı rahatlatmaya çalışma eylemimizdir. Yani bunu kendimizi rahatlatmak, daha iyi hmek görevimizi yerine getirmiş olmak için yaparız.

Biz millet olarak yaşayana değil ölen insan değer verir,  yaşarken değerini bilmediğimiz insanı öldükten sonra göklere çıkarır ödüllendiririz. Oysa böyle insanların yaşarken hakkı teslim edilmeli.  

Bir insana minnet duygumuzu göstermek için onun bu dünyadan geçip gitmesi mi gerekir? Yaşarken onun varlığıyla övünmek, ona değer vermek, onu ödüllendirmek bu kadar mı zor?

Üreten, insanın yaşarken yanında olmayıp ölünce ardından methiyeler düzmek ya da adına anma geceleri düzenlemek, sokaklara, caddelere, parklara, okullara adını vermek çok mu doğru? Elbette değil doğru zamanlamayı yapamamak bizim kusurumuz.

Her kentte az da olsa o kentin tarihini, kültürünü, sanatını bilen öngörülü bilge insanlar, sanatkârlar, eğitimciler vardır. Çevremizde biraz da gözümüz bu kıymetli insanları arasın. Kentin hafızası sayılan bu insanları bulup ortaya çıkarmak dinlemek bizlerin görevi olmalıdır. Onları bulalım toplumla buluşturalım ne kadar kıymetli olduklarını söylemekten çekinmeyeli,  minnet duygumuzu onlar yaşarken gösterelim bu bizden bir şey eksiltmez bilakis bizi her açıdan güçlü kılar.

Bu gibi değerleri yaşarken öne çıkaralım ki yol göstersin, yol buldursun bize. Yaşarken kıymetini bilelim bu insanların,  takdir edelim zira takdir etmek kadirşinaslıktır.

Yaşarken neden yer verilmez, tanıtılmaz, fırsat verilmez, anılmaz, yaptığı işler anlatılmaz.

Oysa topluma önderlik eden, hizmet verenler, daha onlar hayattayken gereken özenin ve saygının gösterilmesini hak ederler. Çünkü topluma yön veren, üreten bu insanlar takdir edilmek, anlaşılmak,  yaptıkları işten gurur duymak isterler. Bundan dolayı  yaşarken insanların değerini bilip onları motive etmek gerekir. Bizler bu insanların ölümünü bekleriz taçlandırmak için.

Ölenin ardından övgülerle bahseder minnet duyduğumuzu söyler adına anıtlar dikeriz, yüceltiriz ama bundan onun haberi olmaz. Bu kadar mı zor hayattayken bu insanı taltif etmek, onurlandırıp gözündeki o ışıltıyı, yüreğindeki o sevgiyi, ruhundaki o azmi görmek.

Yaşarken kendisini iyi okuyamamış, anlayamamış ve kıymetini bilmemişken öldükten sonra kıymetini artırmak için imrenilecek sözleri söylemek, ona bir yarar sağlar mı? Öldükten sonra verilen kıymet yaşarken verilseydi belki yaşamı daha verimli olacak bundan dolayı yaşadığı çevreye, topluma daha da yararlı olacaktı. Çevresindekiler o insanın deneyimlerinden yararlanarak, onun gözünden dünyaya bakabilme fırsatını bulabileceklerdi.

Ülkemizde bir bilim insanı, siyasetçi, sanatçı, yazar, düşünür, ozan öldükten sonra kıymet görüyor. Bir sanatçının eserleri yüksek meblağlarla açık artırmalarda satışa sunuluyor, Kitapları öldükten sonra satılıyor, heykelleri öldükten sonra dikiliyor. Adına müze kuruluyor tüm eşyaları burada ziyaretçilerin beğenisine, ilgisine sunuluyor.

Oysa yaşarken ekonomik zorluk çekip ne çok yokluk içinde bu dünyadan göçüp giden yazarlarımız, sanatçılarımız var. Örneğin İstiklal Marşı ve Çanakkale Destanı'nın şairi Mehmet Akif Ersoy da son yıllarını yokluk içinde geçirerek, sefalet içinde ölmüştür. Milli şairlerimizin cenazesine resmi protokol katılmamış ancak daha sonra birçok okula adı verilmiştir.

Beş şehir,  Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi Türk Edebiyatına eşsiz eserler kazandıran, Ahmet Hamdi Tanpınar da son yıllarında hem sağlık hem de maddi sorunlarla boğuşarak hayata veda eden yazarlarımızdan biridir. Keza Dokuzuncu Hariciye Koğuşu yazarı Peyami Safa'da ev kirasını ödeyebilmek için telefonu satılığa çıkaran, buna karşılık yayınevinden borç alan hatta basıldığını göremediği Doğu-Batı Sentezi isimli kitabını bu borcuna karşılık yayınevine veren yokluk içinde ölen bir başka yazardır.  Öldükten sonra İstanbul, Ankara, Bursa, Adana gibi büyük kentlerdeki okullara, mahalle ve sokaklara yazarın ismi verilmiştir. 

Memleket, aşk şiir diyince ilk akla gelen isimdir romantik devrimci diye de tanınan Nazım Hikmet Ran. Oysa Nazım her dalda eser vermiştir. Memleket şiirleri ve aşk şiirlerini serbest ölçüde yazarken memleketinden hep uzak memleketine hep hasretti. Türk Vatandaşlığından çıkarılmıştı öldüğünde. Oysa ne çok isterdi kendi topraklarında yatmayı. Vasiyet isimli şiirinde "Anadolu da bir köy mezarlığına gömün beni tepemde bir de çınar olursa taş maş istemem hani" demişti. Nazım öldükten 58 yıl sonra Türk vatandaşlığına alındı ama mezarı hala Rusya'da.

Bir insanı kaybettikten sonra kıymetini bilmek, bir insanın yokluğunda onun değerli olduğunu anlamak ne kadar büyük bir yanılgı. Yaşarken ödüllendirilmek, anılmak, anlaşılmak, varsayılmak tabii ki çok önemli. Yaşarken değer bilmek, takdir etmek zordur. Öldükten sonra farkına varmak, kaybettikten sonra değerini anlamak işte bunu her alanda yapıyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları