Ümran Öztürk

Gündüz Seyranlık Gece Gerdanlık

Ümran Öztürk

Türkiye'de en'lerin bir hayli fazla olduğu birçok şeye sahip ilimiz gündüz seyranlık gece gerdanlık olarak lanse edilen  kentimiz Mardin'i yazmak istedim.

 

Ama Mardin öyle yazılacak anlatılacak bir kent değil gerçekten nefes alınılacak, ayak basılacak hatta labirenti andıran sokaklarında sıkılmadan dolaşılacak bir kent.

 

Diyarbakır' dan günü birliğine geldiğimiz Mardin'i ayak basışımızdan ayrıldığımız dakikaya kadar nefesimizi tutarak  hayranlıkla izledik.

 

Dolmuştan müzenin önünde indiğimde sanki bir düşün, bir rüyanın içine bırakılmıştım.

 

 

Düş bilinmeyen diyarları keşfetmek değildir her zaman. Bilinenlere yeni gözle bakmak , farklı coğrafyaları ,farklı kültürleri,farklı dilleri bambaşka bir bakış açısıyla ele almak mavinin,yeşilin hatta tüm renklerin  gizemini ortaya çıkarmak değimli dir? Ben o düşün içinde beliren bir mum ışığı gibiydim.

 

Sabahın erken saatinde hafiften esen ılık rüzgarın ezgiye dönen uğultusuyla dolaşırken, belli bir yönü izlemiyordum. Sağduyumu gemleyen duygularım, iç  güdülerim beni nereye çekerse oraya ilerliyordum. Beni tarihin el değmemişliği ve taşların sırrı çekiyordu kendine. Hemen hemen tüm yapılarda kullanılmış zarif ve gelişmiş taş işçiliği bu kentin taşına bile nakış işlenmiş dememe neden olmuştu.

 

Girişe her ne kadar yeni binalar yeni mimari hakimse, eski Mardin'e de farklı dini inanışların sanat eserleri olan camiler, türbeler, kiliseler, manastır ve benzeri dini eserler mistik bir atmosfer ve ortaçağ kent dokusu hakim. Yüzyıllara meydan okuyan bu kent farklı din ve dillere mensup insanların doğal birliktelikleri ve hala sürdürmeye çalıştıkları gelenek ve görenekleri ile  o  mistik havasını ve tarihi dokusunu , bu kadar dejenerasyona rağmen  korumayı başarmış ender şehirlerden biri olarak önümüze çıkıyordu.

 

Eski Mardin'in dokusuna zarar vermeden taş cafeler,restoranlar ve otellerin balkon, teraslarından baktığımda boylu boyunca uzanan Mardin Ovası(Mezopotamya)  adeta beni tarihi bir atmosfer içine çekiyordu. Ufuk çizgisine kadar gözümüzün gördüğü her yer uçsuz bucaksız okyanusu andırıyordu.

 

 

Din ve Dil çeşitliliği olan bu kentte Türkçe, Kürtçe, Arapça,Ermenice ve Süryanice konuşuluyor, Müslümanlık, Hiristiyanlık ve Ezidilik kentin inanç dokusunu oluşturuyordu. Herkesin birbirinin inancına saygı duyduğu, ender şehirlerimizden biri olarak gördüğüm Mardin'de ezan ve çan sesi ahenkle birbirine karışırken insanlar birbirlerini ötekileştirmiyordu.

 

Kentte Süryanilerin elinde bulunan gümüş işçiliği gelen yerli ve yabancı turistlere çok iyi tanıtılmaktadır.  Aldatılırmıyım  endişesi taşımadan girdiğim gümüş dükkanında gerek sundukları ikramlar ve misafirperverlikleri  gerekse almış olduğumuz  gümüş takılarda hatırı sayılır indirimlerde bulunan esnafla telkari üzerine küçük bir söyleşimiz de oldu.

 

Unutulmaya yüz tutan fakat yeniden canlandırılan Telkari'nin Mardin ve Midyat'ta  en önemli Süryani ustalarının el sanatı olduğunu   Uzak Doğuya,  Anadolu üzerinden de Avrupa'ya yayıldığını  öğreniyoruz.

 

Bu masalsı şehirde zaman ne kadar hızlı geçti, oysa ben elimdeki haritada gördüğüm  her yere gitmek istiyordum. En büyüleyici mekanları arıyordum. Tıpkı Ömer Kavur'un "Gece Yolculuğu" filminde; bir mekan arayışı için yola çıkan yönetmen gibi hissediyorum kendimi.

 

 

Nereden başlamalıyım diye soruyordum Süryani çocuğa. Mardin'i tepeden seyretmek istiyorsanız eski Kız Meslek Lisesine çıkın diyordu. Vakit kaybetmeden arka sokaklara yöneliyordum. Merdivenli uzun soluklu basamakları nefes nefese çıkıyordum. Mardin'in tüm taş evleri birbirini kapatmayacak nizami bir şekilde  yapılmış ve hepsinin cephesi güneye Mardin ovasına Mezopotamya ya,  bakıyor olması,burada ince işlenen ayrı bir mimari özelliğinin de ipuçlarını bizi veriyordu.

 

Kırklar Kilisesini gezerken dikkatimi bir şey çekti. Biz kutsal kitabımızı parayla satın alırken onlar incili hediye ediyorlardı.  (İnançlarımızı bile bize para karşılığı öğreten bir sistemin olması ne kadar üzücü.)

 

Zinciriye (Sultan İsa)Medresesi: Zincirliye Medresesi'nin havuzunda akan suyun  tasavvufi olarak doğumdan ölüme kadar insan hayatı ve sonrasını simgelediğini anlatıyor bize medresede görevli rehber.

 

Suyun ilk doğduğu yer bebeklik, döküldüğü yer  çocukluk ve sonrası gençlik, ince uzun oluk olgunluk dönemi, ardından yaşlılık ve suların bir havuzda toplanması ölümü temsil ediyor. Daha sonra bu suyun kanallarla karşısındaki uçsuz bucaksız Mezopotamya topraklarına dökülerek yeniden can bulması da ölümden sonrasını simgeliyor.

 

Bir müddet Mardin Artuklu Üniversitesi bu binada eğitim öğretimini sürdürmüş.  Bu esnada binada gelişigüzel tadilat yapmış bu tadilat sırasında mimariye çok zarar vermiş. Çalışma odası için ayrılan bölümün cam kapıyla kapatılması ve güzelim taşların alçıpenle boyanması o tarihi binanın ne kadar hoyratça kullanıldığını gözler önüne seriyordu.

 

 

Bu muhteşem medrese gelen yerli ve yabancı turistlerce  film çekilen mekanlarda olarak bilinmektedir. Ziyaretçi akınına uğrayan bu tarihi mekanda belgesellerin çekildiğini öğreniyordum.

 

Pazartesi olmasından dolayı müzelere gidemedim ancak yol üstünde bulunan kilise, cami ve medreseleri  gezdik. Şahmeranın hikayesini dinledik Süryani teyzeden.

 

Yemek yiyebileceğimiz bir taşev cafe 'ye gittik . Burada gastronomik bir yolculuğa çıktık adeta .Mardin'e has yemeklerin olduğu bu restoran da baharatların bolca kullanıldığı Mardin mutfağını yakından tanıdık. Burada da mutfağa  yine et hakimdi. Ancak dilerseniz,  Mardin mutfağına has lezzet şöleni diye adlandırdığım tadım tabaklarından bir kerede bir çok yemeği tadıp fikir edinebiliyorsunuz.

 

Beş dilde gazete çıkarılıyor

 

"Mardin'de konuşulan 4 dilin yanında turizm şehri olmasından dolayı İngilizce' yi de içine alarak 5 dilde gazete çıkarıldığını şehri gezerken konuştuğumuz esnaftan öğreniyoruz. Türk basın tarihinde ilk defa 5 dilde haberlerin bir gazetede yer alması olağanüstü heyecan verici bir uygulama olmakla birlikte yapmacıktan uzak samimi bir birlikteliği gözler önüne seriyor. Gazetenin çıkmasında herkes katkı sunuyor.

 

Örneğin her dilin ayrı editörü var. Süryanice dil editörlüğünü Süryani kilisesinin papazı yaparken Kürtçe, Arapça ve İngilizce haberlerin editörlüğünü akademisyenlerin yapıyor olması olayın ne kadar ciddi bir şekilde işlediğini Mardin'in ruhuna yakışır bir gazete olduğunu gösteriyor.

 

Burada zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Oysa ben buradan ayrılırken ayak basamadığım yerleri düşünüyorum. Bir dahaki gelişimde  ise ağaçların hışırtısını, kuşların şarkısını,cevizin tadını,balın kokusunu duymak doğanın kendi gerçeğini içselleştirmek istiyorum.

 

Buradan ayrılırken de Mardin'de dinlerin ve dillerin kardeşliğini gördüm, ucu bucağı görünmeyen Mezopotamya'nın bereketli toprağını, tarih kokan dar sokaklarını, altın rengi mimarisine el değdirdim. Beş dilde türkü dinledim kimse kimseyi ötekileştirmeden, kardeşçe can cana yaşamanın tadına varmış medeni insanları gördüm. Medeniyetin sadece giyim, yaşam tarzıyla değil  düşünce ve onu hayata geçirebilme becerisinde de olduğuna inanan bir olarak bu düşüncenin tüm ülkede hayat bulmasını, antik ve modern kültürün iç içe geçtiği bu masalsı kentin çarşısına ilk adımımızı attığımızda ikram edilen dibek kahvesi ve badem şekeri tadında bir kardeşliğin yayılmasını diliyorum.

Yazarın Diğer Yazıları