Ümran Öztürk

Geçmişi Kendi Zaman Dilimine Taşıyan Ada Cunda

Ümran Öztürk

Doğanın cömertliğini sonuna kadar sunduğu bu coğrafyada tarihi taş evleri, labirenti andıran dar, dik ve uzun sokakları, rengarenk çiçekli bahçeleri, balıkçıların yolunu bekleyen kedileri ile sevimli, şirin tarih kokan bir adadır Cunda. 

Ayvalık'la adeta yarışan ve  bir çekim merkezi haline gelen Cunda /Alibey Adası'nı bir  kaç kelimeyle anlatmak zorunda kalmış olsam seçeceğim kelime kesinlikle sakinlik, dinginlik ve huzur olurdu. Yılın dört mevsimi dingin, sakin ve huzur dolu.

Van gezgini Gülten Ödemiş'le birlikte yaptığımız üç günlük körfez gezisi boyunca unutamayacağımız manzaralar lezzetler yaşadık.

Körfez gezimizin İlk durağı Cunda /Alibeyadası oldu. Burası gürültüden uzak huzuru bulacağınız bir yer. Kulağınıza insan sesine karışan dalga sesleri gelecek. Güneşiyle yakmayan, nemiyle bunaltmayan Ayvalık'ın gözbebeği, renkli kültürü, tarihi taş evleri, tarihi dokusunu oluşturan kiliseleri ile Cunda adasındayız artık. Zamanımızı iyi değerlendirmek için yaptığımız programa harfiyen uyuyoruz.

Aracımızla Cunda'ya girdiğimizde ilk uğrak yerimiz adanın simgesi konumundaki merkez  Taksiyarhis Kilisesi oldu. Sarımsak taşından yapılan kilise, günümüzde restore edilerek Rahmi M. Koç Müzesi'ne dönüştürülmüş durumda.

 Yel değirmenlerinin de olduğu müzede Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı da bulunmakta. Bir zamanlar kilise olarak kullanılan odanın bir tarafında freskler, diğer tarafında eski el yazması ayetler var. Kitaplığın raflarında, dolaplarında her yaşa uygun değişik konulardan kitaplar, minyatür arabalar, saatler ve birçok obje mevcut. Aşıklar Tepesi olarak da anılan tarihi bina müze, kitaplık ve cafe'si ile kültürel zenginliklerin iç içe geçtiği tarihi bir mekandır. İşte bu mekanın Cafe'sinden Cunda evleri, kiliseler,  tekneler,  mavi bir atlas gibi serili deniz ve denizi süsleyen adalar görsel bir şov sunar gibi karşımıza dizilmişti. Kahvelerimizi yudumlarken hayranlıkla izlediğimiz bu eşsiz manzara tıpkı usta bir ressamın elinden çıkmış tablo gibiydi.

Bazı insanların hikayeleri hep aynı yerde başlayıp biter. Taşın serinliğini yüreğinizde hseniz de buradaki yapıların öyküleri de denizle başlayıp denizle bitmiş. Yani bütün yollar denize çıkmış burada.

Gözümüz yeşil ve mavi ile huzur bulurken bazen de terk edilmişliğe hüzünlenerek yüreğimizin burkulduğu anlarda oldu. Burada sokaklar kadar kapılar da çekiciliğini koruyordu. Kapıların hepsi el işçiliğinin farklı örnekleriyle bezeli. Kapıların kulpları, tokmakları, üzerlerine kaydedilmiş işaretler hepsi çok özel hatta hepsi zarif, ince bir işçiliğin ürünüydü.  Mahremiyetin başlayıp ya da bittiği yer kapılar… İnsanları karşılama , içeri buyur etmek için kocaman  kilitlerinden boşalan  devasa renkli boyaları dökülmüş ihtiyar kapılar… Size yaşamın sırrını verir gibi korudukları binanın önünde dimdik durmaya çalışan o heybetli kapılar.  Eski bir dost gibi en tılsımlı sözleri söylesek de üzerine kilit vurduğumuz bu kapılar yeni sahiplerini bekler gibiler.

Derin mavinin verdiği sakinlik ve huzur ile sokakları dolaşmaya devam ediyoruz.

Kentleşme sürecinin hızla yaşandığı günümüzde kıyılardaki yapılaşma denizlerimiz, ağaçlarımız, toprağımız kısacası çevremiz için büyük bir tehlike. Günümüzde böyle yerleşim yerlerinde zamanın gölgesinde ilerlemek üzücü olsa da bunu korumaya çalışmış ada halkı.

Yaşama karşı duyduğu tutkuyu bir an bile kaybetmeyen Arnavut taşlarıyla döşenen adanın can damarı dar sokaklar.  Bu sokakların iki yakasına konuşlanmış küçük bahçeli cumbalı evler, yenide restore edilen eski Rum taş evleri, butik pansiyonlar.  Yazlıkların sevimli bahçe duvarlarını aşarak yola taşan, dar sokakları renklendiren zakkumlar ve begonviller, duvar diplerinde renk renk açan akşamsefaları, sardunyalar bu sokakları daha da çekici kılıyorlar.

Şehrin gözbebeği sahil ve şehrin kalbinin attığı yer meydan yani liman. Turistik, hediye eşyaların da satıldığı bu meydanda yer tutmuş balık lokantaları, deniz mahsulünün bol bulunduğu restoranlar, adaya has buzlu badem ve dondurma çeşitlerinin satıldığı çay bahçeleri ve kafeler ile limanda sıralanmış tekneler.  Balıkçı teknelerinde yenen balık ve şalgam suyu sizi heyecanlandırmaya yetiyor bile. Yemek molamızı Gülten ile birlikte böyle bir balıkçı teknesinde denizden gelen  iyot  kokusunda yemeği tercih ettik.

 Yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri haline gelen bu tekneler hem lezzet hem de görsel anlamda sizi doyurup memnun ayrılmanızı sağlayan küçük işletmeler haline gelmiş mekanlardı.

Sahili boydan boya gezerken ressamların tuvallerine yansıttıkları balıkçı teknelerini imrenerek izledik. Ağlara takılmış balıkları kedilerin bin bir iştahla izlediğini gördük. Fotoğrafçıların bu anları deklanşöre basarak ölümsüzleştirdiği anlarda ressamlar tuvallerine çoktan çizmeye başlamışlardı bu sevimli manzarayı. Ben ve Gülten fotoğraflar çekerek anı yakalamaya çalışıyorduk.

Burada tarihin doğayla birleştiği topraklarda ilerliyor zaman. Kendimizi bu kez;  bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla uzanan bazen daralan ve dikleşen sonra genişleye Arnavut kaldırımlı dar bir sokakta bulduk. Bu gizemli sokaklar bizi, denize yaklaştıkça alçalıp genişleyen bir ucu denize değen sokaklara çıkarıyordu. Burada Rum Kültürü gerek mimarisinde gerekse mutfağında kendini hala koruyor.  Mübadele döneminde gelen Boşnak ve Giritli Türkler gelirken kültürlerini de getirmişler özellikle geçmişten gelen çok köklü bir mutfak kültürünü harmanlayarak yaymışlar. Yabani otları ustaca nefis yemeğe dönüştürüyorlar. Ama Türk mutfağının dokusuna zarar vermeden bir çeşit olarak bu kültüre yansıtmışlar. Aynı tencerede iki kültür kaynıyor diyebiliriz. Geçmişi kendi zaman dilimine taşımak budur işte dedirtiyor bize.

Sokağın sonu geniş bir alanda bulunan nezih bir Pansiyonun önüne çıkardı bizi adeta cennetten bir bahçede bulduk kendimizi. Bir mola vermek için oturduğumuzda pansiyonun işletmecisi Mine hanımın elinden buz gibi reyhan şerbetlerimizi içerken mütevazi davranışları ve kibarlığıyla bir kez daha hayran kaldığımız  Emre Kınay'la da sohbet edip fotoğraf çektirdik. Akşam yemeğimizi yemek için sahile indik. Biraz yorulduk ama keyifliydik.

Sahile geldiğimizde  emekçi kadınlar el ürünlerini sergiledikleri tezgahlarını kuruyordu. Akşam yemeği için en güzel seçim zeytinyağında kızartılmış çıtır çıtır papalina ve mevsim salatası. Papalina sadece Ayvalık'ta bulunan çok özel bir balık. Tıpkı sadece Van Gölü'nde yaşayan Van'a özel Van Balığı gibi. Ayvalık /Cunda mutfağı deniz mahsulleri ve yaban otlarlı yemekleriyle meşhur bir mutfaktır. Yemediyseniz eğer  Kabakçiçeği dolması, Kuşkonmaz, Şevketibostan, Deniz börülcesi damağınızda  farklı lezzetler bırakacak.

Bu günkü gezimizi günün her saatinde güzel mimarisi, sıcak ve samimi atmosferi olan Taş Kahve'de içtiğimiz kahvelerle noktaladık. Ayvalık'ı  Cunda Adası'na karadan bağlayan Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü olarak bilinen bu tarihi köprüden geçerek Rumların Kokuluada, Türklerin ise Cunda dediği, daha sonra  işgalcilere karşı direnişin sembolü olan Ali Bey'in  ismini verdiği  bu ada iki ismiyle de anılıyor.  Gitmediyseniz gidin, görmediyseniz görün bu eşsiz güzellikteki adayı.

Yazarın Diğer Yazıları