Ümit Kayaçelebi

Ermeni mezalimine uğrayan Vanlı köylülerden İbrahim Sargın: Bizi bir Ermeni kurtardı

Ümit Kayaçelebi

Mağribe doğru Ermeniler köyün içine daldılar. Siperdekilerin hepsi zaten ölmüşlerdi. Artık ortalık ana baba gününe dönmüştü. Biz nereye kaçacağımızı, ne yapacağımızı şaşırmıştık. Beni, annemi ve kardeşlerimi babamla ticarî ilişkisi olan kalecik Ermenilerinden biri bir odaya kapattı ve kimsenin bize el sürmesine müsaade etmedi.

İBRAHİM SARGIN

İbrahim Sargın Bey bugün binlerce şehidin yattığı Zeve Köyündendir. Halen Van’ın içerisinde oturan rahmetli İbrahim Beyle ilk karşılaşmamızda onu ancak elli, elli beş yaşlarında tahmin etmiştim. Fakat yanında bulunan ve yaşları ellinin üzerinde olan iki beyefendiyi bana oğullarım diye takdim edince yaşına inanabildim. Seksene yakın yaşına rağmen hâlâ dinç ve dinamikti. Bir nakliyat firmasının sahibi ve idarecisi olan İbrahim Bey’i birkaç sefer hatıralarını almak üzere rahatsız ettik. Her seferinde anlattıkları bir güfte, gözyaşları ne kadar dokunaklıydı.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında Van ve çevresi bildiğiniz gibi Rus işgaline uğradı. Bu arada Türklerle Ermeniler arasında bazı olaylar cereyan etti. Biz o günlerde meydana gelen olaylara açıklık getirmek için o olayları bizzat yaşayan insanların bilgisine başvuruyoruz. Bu arada kendisiyle görüştüğüm bazı yaşlı insanlar, sizin o günleri çok iyi hatırladığınızı söylediler. Biz de sizi bunun için rahatsız ettik. Acaba bildiklerinizi bize nakleder misiniz?

Estağfurullah efendim. Esasen içimi boşaltacağım bir zemin meydana getirdiğiniz için ben size teşekkür ederim. Efendim, ben o vakit on yaşındaydım. Biz Zeve Köyünde oturuyorduk. Zeve’de olan hadiseyi ve Ermenilerden gördüğümüz hakareti gördüğüm gibi anlatacağım: Efendim Osmanlı devleti ile Rusya arasında Erzurum’da harp vardı. Onun için Van’da asker namına kimse yoktu. Bu durumdan istifade eden Ruslar ve Ermeniler işbirliği yaptılar. Ruslar daha önce İran üzerinden Ermenilere çok sayıda silâh göndermişlerdi. Ermeniler bazı komiteler kurmuşlardı. Van’da onların liderliğini Aram Paşa dedikleri bir adam yapıyordu.”

“(özetle)..Bizim köylü olup da Mollakasım’da gelin olan Esma adındaki kadın kaçarak bizim köye gelmiş. Meğerse Esma Hanım daha geceden gelmiş, Mermit Çayı taşkın olduğu için çayın kıyısında bir aşağı bir yukarı çayı geçmek için koşturup durmuş. (İbrahim Bey bunları anlatırken için için ağlıyordu...) Sabahleyin Server Hoca sabah ezanını okuyunca , “İmdat! İmdat! Kurtaran yok mu?” diye Esma ordan bağırmaya başlıyor. Sabah namazına kalkan İsmail amcam sesi duyar duymaz ata binerek çayın karşı tarafına geçiyor ve Esma’yı ata bindirerek çaydan geçiriyor. Esma yutkuna yutkuna heyecanla Mollakasım’ın Ermeniler tarafından tamamen katledildiğini, er geç buraya da geleceklerini haber veriyordu. Daha önce Vali Cevdet Paşa kendimizi korumamız için ufak tefek bazı silâhlar vermişti köyümüze. Bu haber üzerine Müşerref Hoca halkı köy meydanına topladı ve dedi ki: “Kardeşlerim pisipisine öleceğimize elimizdeki imkânlarla müdafaamızı yapalım.” Köylüler bunun üzerine başladılar mevzi kazmaya. Bir kuşluk vakti Ermeniler hem Mermit Çayı, hem de Bardakçı tarafından saldırıya geçtiler. Biz ve köyümüze sığınan diğer köylüler onlarla uzun zaman çarpıştık. İkindiye doğru bizimkiler galip geldiler. Ermenileri tâ Bardakçı’nın altına kadar sürdüler. Birazdan Erzurum tarafından gelen kalabalık bir süvari topluluğu göründü. Biz sevinç naraları attık, askerimiz imdadımıza yetişti diye sevindik. Bir de ne görelim, gelenler Rusya’dan gelen Ermeniler olmasın mı? Artık onlar çok kuvvetlenmişti. Bizimkiler de yavaş yavaş köyün içine çekildiler.

Mağribe doğru Ermeniler köyün içine daldılar. Siperdekilerin hepsi zaten ölmüşlerdi. Artık ortalık ana baba gününe dönmüştü. Biz nereye kaçacağımızı, ne yapacağımızı şaşırmıştık. Beni, annemi ve kardeşlerimi babamla ticarî ilişkisi olan Kalecik Ermenilerinden biri bir odaya kapattı ve kimsenin bize el sürmesine müsaade etmedi. Ben bizzat gözlerimle gördüm, küçük çocukları havaya atıp altlarına süngü tutuyorlardı. O yavrular kuş yavrusu gibi “cığıldayarak” ölüyorlardı. Ot yığınlarını ateşe verdiler.. Yani ne diyeyim, köyün altını üstüne getirdiler. Köyden ben, annem, iki amcam kızı Ayşe ile Seher, iki kadın, Ayvazoğlu Ömer’in kızı Esma ve köydeki türbede saklanan birkaç kişi kurtulduk. Bir de o vakit bazıları köyde olmayanlar kurtuldular. Bunların dışında iki bine yakın insan akla hayale gelmez işkencelerle şehid edildiler…” (Görenlerin Gözü ile Van’da Ermeni Mezalimi. Sh. 71–74. Doç. Dr. Hüseyin Çelik. Cedit Neş. 3. baskı)

ŞADİYE TALAY

Çanakkale Savaşında gözlerini kaybeden Mehmed’e komutanı; “Mehmet yoksa sen görmüyor musun?” sorusunu sorunca Mehmet, “en çok istediğim şeyi gördüm; bundan sonra görmesem de gam yemem. Ben İngiliz gâvurunun, Fransız gâvurunun Çanakkale sularına gömülüşünü gördüm. Bundan büyük bahtiyarlık olur mu?” demişti.

Ben Şadiye Hanıma sordum: “Nineciğim yoksa gözleriniz görmüyor mu?” Ninenin cevabı azdı, özdü fakat gerçekten çok manidardı: “Hey oğlum hey, sen o gözün neler gördüğünü, o gözün sahibine sor.” İki gözünden âmâ olan bu nine kalbinin gözüyle görüyor, hissediyor ve yaşıyordu. Gözü görmediği halde iç dünyası aydınlık olan bu insanda adeta mânâ konuşuyordu. Onu görünce kafasında araba farı kadar gözü olup da gerçekleri göremeyenlere acıdım.

Nineciğim siz seferberliği hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsanız o zaman nerede oturduğunuzu ve kaç yaşında olduğunuzu söyler misiniz?

Vallahi ben o zaman kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum. Yalnız ben koca kızdım. Evimiz Hıdır Köyünde idi. Şimdi Eyüp’ün oğulları bizim mülkümüzde oturur. Babamın adı Hamit’tir.

Nineciğim, Rus’un gelişini Ermenileri hatırlıyor musunuz? Nasıl geldiler, başınıza neler geldi, bunları anlatır mısınız?

Ermeniler ah gâvurlar (Bir süre sustuktan sonra), ahh Ermeniler Allah sizin belânızı versin. Nasıl ki siz bizim evimizi, ocağımızı yıktınız.

Aman âmâna döndü.

Haliniz yamana döndü.

Dünkü güzel gününüz,

Bugün yamana döndü.

Bunu Ermeniler mi söylediler?

Ermeniler söylediler ya, gâvurlar (nefes darlığı olan Şadiye Nine çektiği derin nefesleri dışarıya “Ermeniler” diyerek veriyordu.) bizim köye “Allahümme salli ala Muhammed” diyerek girdiler. Biz ne bilelim? Biz, “bizim askerimiz geldi” diye sevindik. Gelenler; “Biz Cevdet Paşa’nın askerleriyiz” diye bağırıyorlardı. Bizim köyde Ermeni'den dönme bir adam vardı. Dedi ki, “Vallahi ben bunları tanıyorum; bunlar Hamazaz’ın askerleridir.” O gelişlerinde merada otlayan hayvanlarımızı boğazladılar, bir kısmını da yanlarında alıp götürdüler. Bunun üzerine köyümüzün büyükleri toplandılar ve; “Gâvur geliyor, biz buradan muhacir olmazsak hepimizi öldürürler.” Bu karar üzerine köylüce toplanarak İskele’ye doğru yola koyulduk. İskele’de gâvurlar önümüzü kestiler, muhacir olmamızı engellediler. Babamı da orada şehid ettiler. (Şadiye Hanım şefkate muhtaç bir çocuk gibi ağlıyor. H. Ç.) Babamı üç sefer mezara koydular, her defasında da Ermeniler gelip onu mezardan çıkardılar. “Siz buraya mal gömdünüz!” diyorlardı. Biz muhacir olamayınca, gerisin geriye Zeve Köyü’ne geldik. Zeve’nin Muhtarı bizlere ne dese iyidir? Dedi ki, “Yaş da kuru ile beraber yanacak. Bizim Ermenilerle aramız iyiydi, o kadar fedailerini besledik. Siz geldiniz, biz de sizin ateşinizle yanacağız.” Ama Ermeniler gelince ilk önce Muhtarın avradını apardılar. (İşte düşmana güvenmenin, bel bağlamanın sonu… H. Ç.) Zeve’de ben tandırın başına oturmuştum. Bir de baktım ki gâvurlar içeriye daldılar. Gelir gelmez gâvurun biri bu tarafıma, diğeri de bu tarafıma süngü ile vurdular; ben bağırarak yana devrildim. İki tane kadını da vurarak üstüme devirdiler. Ben yere devrilirken, gâvur annemin kolundan tuttu, ”Kalk, ne kadar eşyan varsa teslim et!” Annem beraberinde getirdiği ne varsa hepsini kâfire teslim etti. Yaa, kâfireeee… Yazdın, bak iyice yaz ha! Benim sözümü yalan sanmayın. Vallahi yalanım yok, billâhi yalanım yok. Ne diyorsam iyice yaz. Sana ne diyorum, benim gördüklerimi ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa ancak yazar. Ah balam gâvurlar bize nettiler, nettiler…(…) Benim altı kardeşimi ambara doldurup diri diri yaktılar. Teyzemin oğlu askerden yeni gelmişti. Onun da ağzına kurşun sıkarak öldürdüler. Biz yaralı bir halde iken Urus geldi, bizi esir aldı… Urus bizi Van’a getirdi. Epey bir müddet burada bizi tuttuktan sonra bizi köylerimize geri gönderdi.

Biz Zeve’de iken, Ermeniler artık yakın geldiğini ve kadınları kirlettiklerini duyan dayımın gelinleri, en güzel elbiselerini giydiler ve gidip kendilerini denize attılar. (Bölgede Van Gölü deniz olarak adlandırılır. H. Ç.) Dediler, “Kâfirin pis eli bize değmesin!” Yine birkaç genç kız Ermenilerin geldiğini haber alınca oruç tutup, bir samanlığa kapandılar. Ne buldularsa kapının arkasına yığdılar. Ermeniler gelince kapıyı kırıp bu genç kızların ırzına geçtiler. Daha sonra da onlardı öldürdüler. Gâvurun çoğu Urus’un içinden gelmişti. Onlara Urus Ermenisi diyorlardı. Çocukları süngülerin başına takıp duvara çalıyorlardı. Çocuklar kuşlar gibi ses çıkararak can veriyordu. Ahh, ne diyeyim, ne söyleyeyim? Ne desem beyhudedir.

Elimde sazım budur,

Kolumda pazım budur,

Ne diyem, ne söyliyem,

Alın yazısı budur. …” (Görenlerin Gözü ile Van’da Ermeni Mezalimi. sh. 82–86. Doç. Dr. Hüseyin Çelik. Cedit Neş. 3. baskı,)

CELAL ŞENER

Celal Bey Van’ın yerlisi olan bir aileye mensuptur. Kendisi Ermeni zulmünün diğer bir canlı şahididir. O gün için hâlâ dinç ve zinde olan bu zat eskiyi bütün tazeliği ile hatırlıyor. Bir akşamüzeri kendisini dinlemek üzere evine gittik. İkram edilen sütlü kahveleri içerken, diğer yandan Celal Bey’in hatıralarını kaydettik.

Efendim, bugün halen halkımızın arasında bir masal gibi anlatılan, bir efsane gibi yaşayan Harb-ı Umumî, yani muhaceret yıllarını hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsanız o zaman nerede oturduğunuzu ve kaç yaşında olduğunuzu lütfeder misiniz?

Biz Van’ın Hafıziye Mahallesi’nde otururduk. Ben o vakit ilk mektebi bitirmiş, Rüştiye-i askeriye’ye yazılmıştım.

Efendim, o yıllarda Van’da karışıklıkların olduğu, Ermenilerle Müslümanlar arasında bazı olayların cereyan ettiği malûmunuzdur. Bütün bu olup bitenlerin sizce sebebi neydi? O günlere ait ne biliyorsanız, lütfen bize anlatır mısınız?

Tabiî anlatırım efendim. Bu bizim vazifemizdir. Savaş başlamadan evvel Van’da Ermeniler çok keyfi yaşıyorlardı. Biz onların mahallelerinden geçemezdik. Vergi vermiyor, askere gitmiyor, vazifeli devlet memurlarını yakaladıkları yerde öldürüyorlardı. Hatta hatırlıyorum ki Gevaş Kadısı’nı, Gevaş’a giderken Etelan Köyü’nde yakalayıp öldürdüler. Jandarmalar bile vazifelerini yapamaz olmuştu. Artık öyle oldu ki; Van’da oturamaz olduk. O sıralar doğudan da Urus geliyordu. Yani Erzurum ve İran tarafından. Van’da asker namına kimse yoktu. Az sayıda jandarma vardı ki, o da asayişin sağlanmasında kullanılıyordu. Vali eli silâh tutanlara silâh dağıtmıştı. Bunlar ihtiyat kuvvetlerini oluşturuyordu. Ama ne fayda, silâhlar basit, cephane yok, tecrübeli askerler yoktu. Fakat Ermenilerin elindeki silâhlar o gün için modern sayılan ve Rusya’dan gelme silâhlardı. Ruslar bunları her fırsatta Ermenilere gönderiyorlardı. O zamanlar lambalarda kullanılan gaz yağı ve her türlü petrol Rusya’dan geliyordu. Bu gazyağları varillere doldurulur katır, deve sırtında Van’a getirilirdi. Bunun ticaretini de Ermeniler yapardı. Meğer sonradan anlaşıldı ki, petrol varillerinin içine ayrıca silâh doldurup getirmişler. Burada Yedi Kilise diye bir köy vardır. Bu silâhları o köyde depolamışlardı… (özetle) …Bizimle Ermeniler arasında Van’da bir ay boyunca çatışma oldu. Rusların Van’ı işgal edeceği haberi gelince Vali’nin emriyle biz Van’dan hicret ettik. Yolda Van Valisi Cevdet Paşa ile karşılaştık. Bize Zeve Köyü’ne toplanan bütün Timar Nahiyesine bağlı köylülerin Ermenilerce katledildiğini ve göçemediklerini söyledi. Cevdet Paşa, Pertek Köprüsü üzerinde, göçen kafileleri uğurluyor, denetliyor ve moral veriyordu. Biz bu göç esnasında çok perişan olduk. Norduz üzerinden Pervari’ye giderken Norduz Dağlarında Ermeni çetelerinin saldırısına uğradık. Ermeniler bir çok insanımızı burada katlettiler. Pervari, Siirt, Diyarbakır, Halep diye dolaşıp durduktan sonra Adana’ya geçtik ki, Adana’da da Ermeniler Müslüman ahaliyi perişan etmişlerdi. Konya’ya geldiğimizde Van’ın geri alındığını haber aldık. Van’a geri geldiğimizde Van’ı yerle bir edilmiş olarak bulduk. Müslümanların evleri yakılmış, yıkılmış, hatta mezarları bile tahrip edilmişti.” (Görenlerin Gözü ile Van’da Ermeni Mezalimi. Sh. 87 – 90. Doç. Dr. Hüseyin Çelik. Cedit Neş. 3. bas.)

BEKİR YÖRÜK

Yedi kilometre boyunca dümdüz uzayan iskele caddesi üzerinde bulunan Bekir Yörük’ün evine her yerde olduğu gibi Anadolu insanına has misafirperverlik ve tebessümle kabul edildik, ağırlandık. Hâlâ enerjiyle dolu Bekir Amca, bize geçmişteki olayları anlatırken heyecandan tıkanıyor, zaman zaman gözyaşlarını tutamayarak ağlıyordu.

Efendim malûmunuz olduğu gibi son yıllarda Ermeniler, yurtdışında çalışan Dışişleri mensuplarımızı öldürüyorlar. Bu hareketlerine sebep olarak da, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türklerin Ermenileri katlettiğini, onların olan topraklardan onları attığını ileri sürüyorlar. Biz bunun üzerine Harb-i Umumi yıllarını hatırlayan dedelerimize, ninelerimize başvurarak meselenin gerçek yönünü araştırıyoruz. Lütfen, o günleri hatırlıyorsanız, bize bildiklerinizi anlatır mısınız? O zaman nerede oturuyordunuz ve kaç yaşındaydınız?

Efendim, ben o zaman on üç, on dört yaşlarında vardım. Savaş yıllarını ve Ermenilerle aramızda cereyan eden olayları çok iyi hatırlıyorum. Harp’ten evvel bizle Ermeniler Van’da beraber oturuyorduk. Van’da bin taneye yakın dükkân vardı. Bunların yüzde 80’i Ermenilere aitti. Ticaret, kazanç, san'at onların elindeydi. Biz o eski gâvurlarla iyi geçiniyorduk. Aramızda nahoş bir olay pek olmuyordu. Vakta ki Hınçak, Taşnak komiteleri meseleye el attılar. İşte her şey o zaman bozuldu. Ermeni tığaları (Delikanlıları) bu komitelere yazıldılar. Urus bunlara silâh göndermeye başladı. Bizim buradaki askerlerimiz de Erzurum’un imdadına gitmişti. Biraz jandarma ile halktan toplanan milis kuvvetleri vardı. Milis kuvveti de ihtiyarlardan ve bizim gibi gençlerden oluşuyordu. Ermeniler Rus’un da gelip onlara destek olacağını haber alınca bize saldırmaya başladılar. Biz çaresiz bunlarla savaşmaya başladık.

Ruslar Doğu Cephemizi bozmuş, ilerliyordu. Van’ın Rus Ordusu tarafından işgal edileceğini haber alan Van Valisi Cennetmekân Cevdet Paşa, Van’ın hemen boşaltılmasını istedi. Bütün Van halkı bu emirler üzerine göçmeye başladı. Biz gemilerle Tatvan tarafına doğru gitmeye çalışıyorduk. Van Gölündeki gemilerin çoğu Ermenilere aitti. Fırtınalar içinde yolculuk yapıyorduk… Adır Adası’nda dokuz gün kaldık. Erzağımız bitmişti. Benim ağabeyim Erzurum Cephesi’nde çarpışmış, beş yerinden yaralı bir gözü de çıkmış bir Yüzbaşı idi ve o da bizimleydi. Onun ikaz ve ısrarlarıyla adadan ayrıldık. Bizimle birlikte yola çıkan bazı Ermeni gemiciler geceden yararlanarak gemilerdeki Müslümanları Adilcevaz’a çıkarmış ve orada Ermeni fedailerine teslim etmişlerdi. Biz Tatvan’a ordan da Bitlis’e vardık, oradanda Garzan’a geçtik. Garzan’dan ağabeyimin Diyarbakır’daki Kolordu’ya çektiği telgraflar neticesinde bizi Diyarbakır’a getirdiler ve orada bir sene kaldık. Muhacirlerin çoğu buralarda kimisi koleradan, kimisi diğer salgın hastalıklardan, açlıktan, tabiatın zor şartlarından dolayı sefalet içinde vefat ettiler. Bizi, buradan alıp Urfa’ya gönderdiler, orada da bir buçuk sene kaldık… Benim bu anlattıklarım özetin özetidir. Çektiğimiz sıkıntıları üç gün üç gece anlatsam bitiremem. Birçok ana çocuğunu bırakıp gidiyordu. Annelerin dizlerinde derman kalmamıştı. Emzikli kadınlar doğru dürüst bir şey yiyemedikleri için sütten kesilmişlerdi. Kucaklarındaki çocukların çığlıkları insan ciğerini parçalıyordu. Bazı analar bu feryatlara dayanamayarak çocuklarını nehirlere attılar. Böyle ıztırap çekmektense çocuklarının ölüp kurtulmasını tercih ettiler. Açlıktan dolayı çok insan hayvan leşlerini yemek zorunda kaldı. Yollarda doğum yapan kadınlar, istirahat edemeden yürümek zorunda kalıyordu. Tabiî hem kendileri, hem de çocukları ölüyordu. Kardeşim , onların bize yaptıklarını şayet biz onlara yapsaydık, şimdi yer yerinden oynardı. Van’a geldiğimizde, gâvurlar Van’ı ateşe vermişler her taraf yerle bir olmuştu. Yalnız Ermeni evleri ayaktaydı. Hâlbuki Van’da Ermeniler, Paşa gibi yaşıyorlardı. Van Belediye Reisi bile Ermeni idi. Neredeyse unutuyordum. Hani biz Adır Adası’nda dokuz gün kalmıştık ya, işte o vakit adanın tam karşısında Timar Nahiyesi’ne bağlı köyler vardı. O zavallı köylüler göçememiş köylerinde kalmışlardı gâvurun ayağı altında (Bekir Bey kendini tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. H. Ç.). Müslümanlara sıkılan kurşun sesleri taa adaya kadar geliyordu. Bir taraftan yanımızdaki yaralılar inliyor, bir taraftan binlerce Müslüman, Ermeni elinde (can pazarında) kalmış, gel de dayan! Benim büyük amcamı bahçemizin içindeki bir dut ağacının altında hanımıyla birlikte balta ile doğramışlardı. Öldürülen amcamın kızıyla iki torunu vardı. Onlar, şimdiki 2 Nisan İlkokulu’nun yerinde Amerikan Hastanesi vardı, orada toplanmışlar, ”amanın gâvurlar geldi!” denilince kendini pencereden atmış, ölmüştü…. Biz hicretten Van’a dönünce Mansur Çavuş diye biri vardı. O anlatmıştı: “Van’ın Selimbey Mahallesine gitmiştik. Baktık ki, uzakta yüzlerce kadın hareketsiz oturuyor. Yanlarına gittiğimizde ne görelim, bizim İslâm kadınlarıydı onlar. Ermeniler onları kazığa oturtmuşlardı.” (Bekir Amca’nın gözlerinde yaşlar, bizim tüylerimiz ürperiyor, bu vahşetten iğreniyoruz. H. Ç.)”  (Görenlerin Gözü ile Van’da Ermeni Mezalimi. Sh. 92 – 98. Doç. Dr. Hüseyin Çelik. Cedit Neş. 3. bas.)

 Kaynak: Mustafa Öztürkçü 

Yazarın Diğer Yazıları