Şahin Akçap

Pansumancı Mehmet Efendi

Şahin Akçap

Henüz balaca zamanımız. İlkokul çağları. Okul dönüşü bizim evin önünde bir kalabalık, bağırışlar.

O sıralar ev kazaları çokça oluyor. Yanlış kullanılan gaz ocağı, yeni yeni kullanılmaya başlayan tüplü ocaklar vs…

Şaşkın ve panik içinde evimizin avlusuna daldığımda anacığımın sedir üzerine uzatıldığını gördüm. Rengi solmuş, acılar içinde.

Komşulardan biri acar çocuğunu faytona çağırmaya göndermiş. O zaman araba maraba yok. Var olan atlı arabalar. Yaylılar, faytonlar. Motorlu araçlar sayılı…

Hani bizim Acem köftesi var ya… O'nun için alınan et özel bir taş üzerinde tahta tokmakla dövülür. Kıyma kıvamına gelen o etten içine özel nebatları katılarak köftesi yapılır.

Bir dediğini iki etmediği babamızın aldığı eti, et taşında döven ve hazırlığını yapan anacığım iş bitince et taşını yerine koyarken elinden kaydırıp ayak parmağına düşürmüş. Parmak ezilmiş ve tırnağı etine batmış. Sesini duyan Sultan halam ilk müdahaleyi yaparak sarmış parmağı. Ama tırnağı ezilmiş ve müthiş acı veriyor. Leçeğini ağzına almış acısını el âlem duymasın diye direniyor.

Neyse ki fayton geldi anamı hemen yakındaki Van Devlet Hastanesine götürdük.

Artık bütün hüner hastanede tedavisini yapacaklara kalıyordu.

Pansumancı odası aynı zamanda acil servis gibi… Beyaz önlüğü içinde şen şakrak Pansumancı Mehmet Efendi ayak parmağını pamuklarla sildi. Sonra da anama:

"Söyle bakayım bacım sen Kore kahramanlarının bacısı mısan?" Diye sordu. Göz ucuyla anamın yanında duranlara sıkı bir tembihatta bulundu.

"Ellerini ayaklarını sımsıkı tutun, ezilen tırnağı alacağım." Dedi.

Etersiz metersiz uyuşturmadan elindeki pens ile parmağın içine giren tırnağı çekip aldı.

Anamın feryadı, bizim gözyaşlarımız derken parmağın kanamasını durdurdu, tentürdiyotla silip gazlı bezle sardı.

"Aferin bacıma! Men böyle kahraman bacı ne gördüm, ne duydum." Dedi.

Rahmeti Mehmet Efendi koskocaman hastanenin her şeyi gibiydi. Doktorlara pek iş bırakmazdı. Ne yoruldum derdi, ne de yeter be diye işinden usandığını gösterirdi. Her kes sever, saygı gösterirdi.

Bizim mahalleliydi. Hastane sokağının dereye dik inen yokuşunun sağ yanında yüksek toprak duvarlarla çevrili bahçeli evinde yaşardı. Evinin altı dereydi. O derenin çok önemli bir bölümü Pansumancı Mehmet Efendi'nin meşesi diye bilinirdi.

İki ele avuca sığmaz torunu vardı. Altlarında Java motosikletleriyle o zamanın Casus Kıran filmlerinin sevilen jönü İrfan Atasoy'u taklit ederlerdi. Adları Nasuh ve Celal'di. Biz mahallenin verdeçeleri onlara Naso ve Celo derdik.

Günün birinde Celo ile Naso kafayı çekip motosikletlerine bindiklerinde karşıdan gel at arabasının üzerinden uçarak geçmeyi düşünürüler.

Direksiyonda Celo vardır.

"Naso uçak mı?" Diye sorar Celo.

Akılları İrfan Atasoy filmlerinde ya:

Celo yanıt verir:

"Uçak Naso!"

Motosikleti son gaz at arabasının üzerine sürerler… Ve iki atı birbirine bağlayan oka olanca gücüyle çarparlar.

Yoğun bakıma alınırlar ve Nasuh'un yüzü yamulmuş olsa da ölüme direnir kurtulur. Kurtuluşları mucizedir. Mucizenin bir diğer adı da dedeleri Pansumancı Mehmet Efendi'nin hüneridir.

Pansumancı Mehmet Efendi, Fırıncı İbo, Sütçü Fevzi ve Ali Asker, Lokantacı Şeref, Demirci ustaları Yusuf, Sıdık ve Sadık Altıntepe, Kahveci Hasan Doğanay, Faruk Bekiroğlu, Abbas Güven, Fotoğrafçı Çörçil, Gazeteci Alettin Şen, Pineci Yusuf Ali Güven, Oduncu(kahveci) İhsan Aktuğ gibi nice isimler Van'ın kent belleğinin unutulmaz isimleridir.

Bugün sevgili kardeşim Ercan Alan, Pansumancı Mehmet Efendinin fotoğrafını sosyal medya sayfasında yayınlayınca, bu acısıyla, tatlısıyla anılar bir film şeridi gibi gözümün önünden akıp geçti.

Adını yazdığım, yazmadığım şehir efsanelerinin göçüp gidenlerine Allah'tan rahmet, kalanlara sağlık ve uzun ömür dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları