Şahin Akçap

Ölüm üzerine düşünceler

Şahin Akçap

Bir canlı için sonun anlamına ölüm demişler. Ölüm bir son değil diyenler inançlarını ölümden sonraya bırakmış; bu dünya ve öteki dünya diyerek adlandırmışlar.
Ölü Yaşayanlar romanımı kaleme aldığımda ölümle yüzleşmeyi yitik hayatların sırtına yıkmaya çalışmıştım. Ve tepki önce merhum efsane gazeteci ve yazar Abdi İpekçi'den gelmişti:
"Ölümü yazmak, hele senin gibi genç bir kalemin yazmaya çalışması yersiz. Ömrün birikimi artıkça ölüm üzerine yazdıkların ileride boş gelebilir." Demişti.
İpekçi gibi eleştirenlerin sayısı artınca yayınlanması için dosyası hazırlanan o çalışmayı bir kenara bırakmış, bu kez umudun peşinden koşmaya başlamıştı.
Doğruydu... İnsan yaşadıkça ve ömür biriktirdikçe değer yargıları değişiyordu. Değişen koşullar bu kez yaşamayı, yaşatmayı ödevlendiriyordu.
Azrail'in tırpanı 2013'de toplumsal hayatımızın sevdiği isimlere savruldu.
Gazeteciler, yazarlar, sinema sanatçıları bu dünyaya elveda derken, sevenlerine de ölümü düşündürdü.
Ölüm gerçeğinin en yoğun hissedildiği yerler kabristanlardır. Aramızdan ayrılan bir sevdiğimizi rahmete uğurlamanın son görevini üzerine bir parça toprak atarken ve onları dualarla yolcu ederken sanki ayaklarımızın yerden kesildiğini, yaşadıklarımızın bir düş olduğunu hissederiz. İşte o zaman dudaklarımızdan aşina olduğumuz o iki sözcük yan yana dökülür:
-Yalan dünya! 
Derler ki;
"Hak vaki olunca iki gün yatak, sonra toprak bir kula bu dünyanın en güzel armağanıdır."
Hani yalan da değildir. Sonu ölümcül bir hastalığı yıllarca çeken, hem kendisine, hem de sevdiklerine acılar yaşatan insanların belleklerde ve yüreklerdeki izinin dileğidir bu yakarış. Özeti de:
"Tanrı sevdiği kulu acı çektirmeden alsın." Tümcesi içindedir.
Derler ki her derdin şifasını Çukurova'nın uçsuz bucaksız nebatları(bitkileri) arasında arayıp bulan Lokman Hekim günün birinde ölmez otunun peşinde koşar. Ve bulur. Ancak Tanrı o otu kullanmasına izin vermez. Ceyhan nehrinin üzerindeki bir köprüden geçerken ölümsüzlük otunu yazılı olduğu defteri ansızın kanatlanan rüzgârdan nehrin çağlayarak akan sularına düşerek karışır. Lokman Hekim'de atlar suya. Ancak bulamaz. Sonraları o kitaptan bir sayfa bulunur sadece. Rivayete göre o sayfadaki bilgiler bugünkü tıbbın temelini oluşturur. 
Ve bir başka efsane daha anlatılır Çukurova'da. Anavarza kalesini yapmak için Kozan Kalesinden taş taşıyan işçilerden birinin adı Naş'tır. Söylencelere göre o zamanlar, o çevrede yaşayan insanların ömrü çok uzun olurmuş. Öyle ki ölüm denen sözcüğü bile unuturlarmış.
Anavarza Kalesi yapılırken yöre halkı Kozan'dan taş taşımış. Taş taşıyanların arasında Naş'da varmış. Tam Anavarza'ya yaklaştıklarında cansız bir bedeni elleri üzerinde taşıyan insanlarla karşılaşmışlar. O yöne koşmuşlar. Naş eller üzerindeki cansız bedenin kendi oğluna ait olduğunu görünce dizlerini dövüp, saçlarını yolarak dövünmüş ve haykırmış:
"Adım Naş!
Yaşadım bin beş yüz yaş.
Oğlum beş yüz yaş.
Yüzü ham traş.
Bilseydim dünyada ölüm var,
Koymazdım taş üstüne taş!"
Hayat ölüm hiç yokmuş gibi yaşanır. Ta ki bir can tıpkı gökyüzünde kayıp giden yıldızlar gibi çekip gittiğinde bir can, ölüm yâd edilir.
Oysa tıpkı hayat gibidir ölüm.
Bir nefes hayat iken, tükenen bir nefesin ölüm olduğu gibi...
Kimine göre bir varmış bir yokmuş...
Kimine göre asıl hayat ölüm sonrasıdır. Dört kitapta anlatılan da; bu dünyada yaşadığınız iyilikler ve kötülüklerin hesaplandığı diğer bir dünya vardır. 
Denilir ki; iyiliklerin bedeli cennet, kötülükleri ise cehennemdir.
Ve mezarlıkların cümle kapılarındaki:
"Ölümü her canlı mutlaka tadacaktır." Klişe sözü ölüm olgusunu hatırlatandır.
Hayat ve ölüm arasında köprü kuran güzel nasihatlerden biri:
"Hiç ölmeyecekmiş gibi doğru ve düzgün çalış... Bugün ölecek gibi ibadet et." Sözüdür.
Lokman Hekim ölümsüzlüğün formülünü Ceyhan nehrine düşürse de, ölümsüzlüğü yaratan isimlerini tarihin sayfalarına altın harflerle yazdıran saygın insanlar da vardır.
O insanları biliyor, yüreklerimizde taşıyoruz. Geride saygı ve sevgiyle bıraktıkları ayrımsız, kayyımsız hizmetleri, yurtseverlikleri, insancıllıkları ise şüphesiz ki tescillenmiş ölümsüzlükleridir...

Bugün hiç ölmeyecek gibi düşünenler ve hayatlarını öç almaya, insanları bölüp parçalamaya, özgürlüklerini hesapsız kitapsız senaryolarla tutsak kılanlar sevilen insanlarımızın ölümlerinin sıkça yaşandığı bugünlerde silkelenip kendilerine gelmeli ve başta insan olmak üzere tüm canlıların bir saliselik ömürlerinin bile vebal olduğunun bilincine varmalıdırlar.
Türküleri:
"Ben bu yerden gider oldum, kalanlara selam olsun!" Diye biten tüm Anadolu insanları bu yazdıklarıma hayır der mi, onu da sevgili okurlarımın yorumlarına sunuyorum.

Yazarın Diğer Yazıları