Şahin Akçap

Nisan yağmurları

Şahin Akçap

Sessiz ve incecikten yağan yağmurdur Nisan yağmuru. Arada bir çatışsa da bulutlar, gürüldese gök, hükmü sessizliktir. İçerdeyseniz duyacağınız başka bir ses ise arabaların lastiklerinde dönüp gelen ıslaklığın sedasıdır.
Yapraklanmışsa dallar, meyveye durmuşsa çiçekler kayıp gider üzerlerinden damlalar tıpkı yanakta süzülen gözyaşı gibi. Yayılır kokusu toprağın, duyulur şarkısı yuvasına yem taşımış kuşun. Bilinir ki taze baharın ardı ilkyazdır. Birden yüklenecektir ağaçların dalları renk renk meyveyi. 
Badem, erik ilk müjdesidir toprak ananın. Ardından kiraz, vişne, ballı dutlardır pazar tezgâhlarını renklendiren. Ve turfanda karpuz ve de kavun Acem diyarından kaş göz arasında girmişse yurda müşterisi döl tutmuş kadınlar, ateşli hastalar içindir. Asıl beklenen bahar, yaza dönüşürken, Çukurova'nın kan kırmızı karpuzudur.
Bizim oralarda kar altından kurtulmuştur zerinkadehler. Bakmayın garip adına. Ünü dünyaya yayılmış ters lalelerdir onlar. Pek de benzerler Akdeniz'in sevimli nergislerine. Ya dere kıyıları? Çoktan yarpuz bağlamıştır. Uşkun deriyordur Erek dağının yamaçlarından köy çocukları. Evelik, yemlik varoşların boş arsalarında toplanıyor şimdi... Her yanı beton binaya kesmiş Şehri Van... Leçeği mavi boncuk işlemeli genç kadın bağırıyor yaramaz oğluna:
"Her köklediğiniz yemlik değildir! Atmayın torbanıza! Deli otlar vardır aralarına karışmış! Sakının ha!"
Aklıma çocukluğum geliyor. İlkokul yaşında Hasan Karadağ'ın oğlu Ercan ile halaoğlu Cengiz kuş pepesi toplayıp yemişlerdi. Kuş pepesi dediğin yaban semizotu... Sonra birden değişmiş hal ve davranışları.
"Cin çarptı bunları!" Derken konu komşu, yanaştırmış karayollarının kavuniçi renkli pikabını Hasan amca. Basmış gaza. Yetiştirmiş hastaneye.
"Çocuklara bir hal oldu bak çaresine doktor!" Diye haykırmış. Ercan'ın da, Cengiz'in de ağzının kenarında yeşil akıntı fark etmiş doktor. Serçe parmağıyla almış dişlerinin arasından yediklerin.
"Ot yemiş bunlar, ot!" Demiş. 
Boynunu bükmüş Hasan Karadağ:
"Kuş pepesidir doktor bey!" Diye fısıldamış.
"Öyle olsa bile araya karışan zehirli otlar turfaya getirmiş çocukları." Diye serum takmış kollarına ve yıkamış afacanların midelerini. Birkaç vakit sonra kendine gelmiş bizimkiler, taburcu edilmişler hastaneden. 
Onun içindir ki tarladan bostandan derilen nebat pe iyi bilinmeli ki, yendiğinde cin çarpmışa çevirmesin insanı...
Salkım söğütler, kavak ağaçları çoktan yeşili örtündü. Çınarın ulu dallarında birden çok kuş yuvası. İncecikten akıp gidiyor yağan yağmurun billur suyu. Hafif bir rüzgâr çoğaltıyor yağmuru.
Gencecik bir kız... Henüz on dördünde... Annesinin:
"Gir içeri, ıslandın yağmurda deli kız!" Uyarısına:
"Şifadır bu yağmurlar anneciğim. Sende gel yanıma. Tut yüzünü göğe doğru. Sıyrılıp gitsin yüzündeki çizgiler." Diye yanıt veriyor.
Denizlerden, göllerden, nehirlerden, ulu ırmaklardan, derelerden gökyüzüne çekilmiş sular çisil çisil geri dönüyor. Aralanıyor bulutlar. Gün ışığı süzülüyor yeryüzüne. Ve rengârenk bir gökkuşağı bağlanıyor rahmetin bembeyaz damarlarına.

Yazarın Diğer Yazıları