Şahin Akçap

Kuzgunkıran

Şahin Akçap

Kuzgunkıran Bitlis ile Van’ın sınır noktasında 2234 m rakımı ile ülkemizdeki en zor ve en çileli geçitlerden biriydi.

Kışın yol vermeyen bu geçit için Karayolları Bölge Müdürlüklerinin harcadığı yoğun mesai ve emek bir kentin toplam hizmetinden çok fazlaydı.

Dediler ki bu geçit aşılacak.

Nasıl mı?

“Yüreğini delip geçeceğiz!”

Doğu Anadolu’da en heyecan verici projelerden biriydi. Marmaray’dan daha heyecan verici… Zap’ın üzerine devrim köprüsü yapan gençlerin verdiği heyecan kadar büyük!

Bu geçitten geçenler bilirler. Yaz ortasında bile geçidin en zirvesinde bulunan karayolları bakımevinde görevlilerce harıl harıl soba yakılırdı.

Plan ve projesi yapıldı…

İş makineleri geçide en yakın noktalara konuşlandırıldı.

Ve çok ilerilerde Artos’a dönüşen dağ oyuldu iki bin metrelik tünel kazılarak bir zamanların ölüm geçidi olan, şoförlerin korkulu düşü olan Kuzkunkıran artık Avrupa’daki örnek uzun tünellerin arasına adını kattı.

Yani araçlar o geçitte savrulup uçuruma yuvarlanmayacak, kar ve buzlanmadan geçit kapandı korkusu yaşanmayacaktı.

Karayolu ile yolum ne zaman bu geçide düşse aklıma Şirin için dağları delen Ferhat geliyor. Yazgısına boyun bükmüş Doğu insanı geliyor.

“Kefenimiz koynumuzda geçiyoruz buradan.” Diyen kamyoncular, uzun yol sürücüleri geliyor.

Sonrada düşünüyorum.

Bütün bu zorlukları aşabileceğini kanıtlayan ülkemizde neden hala gönüller arasındaki dar boğazlar, yüksek geçitler aşılamıyor?

Başardıkça alçak gönüllü olmamız gerekirken neden Firavunlaşıp, zalimleşiyor ve her bakış açımızın zorla kendi bakış açımız gibi olmasını istiyoruz. Niçin özgürlükleri hedef alıp; bireyin mahremiyetine, özeline girmek ve nefesini kuşatmak istiyoruz?

Oysa hizmet yapanların engin hoşgörüsünün zaman içinde saygı ve sevgiye bürüneceğini bizden önce bu dünyadan göçüp de iz bırakanlar işaret olarak bırakmadılar mı?

Kuzgunkıranların belini yere getirenler, aşılmaz görünen gururlu doruklarını aşanlar halkın sevgilisi olmak yerine yüzde ellinin sevgilisi olmayı yeğlemelerinin ne âlemi vardır?

O ki cihan padişahıydı ölmeden önce şöyle vasiyet etmişti:

“Öldüğümde tabutumun içinden bir elimi dışarı çıkarın. Görsünler ki üç kıta, yedi iklime hükmeden Sultan Süleyman bile bu dünyadan göçerken eli boş gitti.”

Her kula nasip olmayan tek başına iktidar olma şansını kişisel ve doyumsuz egolarına kurban verenler gün geldiğinde muktedir olmanın mal mülk, şaşalı hayat değil de sevgi ve saygıyla anılmak olduğunu öğrendiklerinde tarih adlarını çoktan sevimsizler sayfasına kayıt düşmüş olacaktır.

Ol hikâyem başlangıcında Kuzgunkıran bahane olsa da muradım sevgi tacı yerine ihtiraslarının kurbanı olmaya yuvarlanıp gidenleri anlatmaktır.

Ve vakit artık rol kesilen hayat denen sahnede kulakları sağır eden sahte alkışların yankı bulmayan sesinde vertigo yaşayanların son bir defa akıllarının ve varsa vicdanlarının özeleştirisini cesurca yapmalarıdır.

Yazarın Diğer Yazıları