Prof. Dr. Ahmet Özer

Yaşam Bir Çeşit Yüzleşmedir

Prof. Dr. Ahmet Özer

Bunları anlatmalı mı acaba? Ne fayda sağlayacak, yarayı kaşımaktan başka, yo hayır öyle değil, iyileşmenin yolu yüzleşmedir. Hem geleceği daha iyi biçimlendirmenin yolu geçmişten ders çıkarmak değil mi?. O zaman üstünü örtmemeli yaranın, tersine açmalı iyileşmesi için ve anlatmalı.  O halde anlatmaya devam etmeliyim ben de.. İşte size bir yaşanmışlıktan kısa bir anı..

Mersin üniversitesi. Bir yıl önce gelmişim bu üniversiteye yardımcı doçen olarak.  Ben gelmeden önce yedi  yardımcı doçent daha var, ikisi gidiyor beşi kalıyor. Herkes akademik olarak yükselmek için büyük çaba içinde, ben de yükselmek istiyorum doğal olarak. Bir sene sonra  doçent oluyorum, bölümdeki yardımcı doçentler hala yardımcı doçent kalırken. Bu işi bölümde başarmış tek kişi ve koca üniversitede başarmış sadece üç kişiden biri olarak ödüllendirilmeyi bekliyorum.

Ödül yerine ceza

O da ne,  bırakın ödüllendirilmeyi cezalandırılıyorum? Nasıl mı, ilk önce üniversitedeki bütün doçentlere ayrı oda verildiği halde  onca çabaya rağmen bana oda verilmiyor;  doçent olanlar kadroya atanıyor bana kadro açılmıyor ve doçentlik kadrosuna atamam yapılmıyor, özlük haklarım gasp ediliyor, doçente olmama rağmen maaşımı uzun yıllar yardımcı doçent olarak alıyorum, böylece sadece ben değil ailem de mağdur ediliyor ve bir yıl sonra da 2001 yılının kışında, dönem ortasında sürgün ediliyorum.

Sürgün

Peki suçum ne? Suçum bir sosyolog olarak Mersinde göçle ilgili yaptığım bir araştırma. Araştırmada göç ve  Kürt sorununa ilişkin tespiler yapıyorum, “eğer elimizi çabuk tutmazsak bu sorunun kısa sürede büyüyeceğini, içinden çıklamaz bir hal alacağını” söylüyor ve yazıyorum. Bunları dediğim için rektör ve üniversite yönetimi beni YÖK başakanı Gürize ihbar ediyor, diyor ki; “Bu şahıs bilime iftira atıyor, Kürt diye bir varlıktan,Kürt dili diye bir dilden, Kürt sorunu diye bir sorundan bahesdiyor, eğer derhal atılmaz ya da sürülmezse sadece üniversite değil Mersin tehlike altında olacak, o yüzden derhal üniversiteden atıla olmazsa  derhal Mersinden sürüle..” Aynen böyle yazıyor, koca rektör yazdığı jurnalnamade. (Bu jurnalın aslı Derin Üniversite kitabında var, merak edenler bakabilir orya.) Böylece Ispartaya Süleymen Demirle Üniversitesine sürülüyorum.

Isparta yılları başlıyor

Sürgün geldiğim için SDÜ de bırakın bana doçentlik kadrusu vermeyi profesörlüğüm geldiği halde kadrom açılmıyor. Takibe alınıyorum, ama kısa sürede kendimi kabul ettiriyorum, tam rahata erdim derken bu kez üniversiteden bir başka sarı zarfla, ifadem bile alınmadan uzaklaştırılıyorum, yani anlayacağınız atılıyorum bu kez de. Nasıl, niçin, neden uzun hikaye bu yazının konusu değil, şu kadarını söyliyeyim, dava açıyorum, dava iki yıl sürüyor, iki yılın sonunda davayı kazanıyorum ve tekrar SDÜ’ne geri dönüyorum.

Başka üniversite arayışı

Davaları kazandığıma göre bu saçma sapan bilime uymayan işlerin sona ereceğini, benimle ilgili yürütülen gayri insanı ve gayri vicdani uygulamaların bırakılacağını sanıyorum. Nerde aynen devam ediyor.. Hem de yıllarca. Ben de bunun üzerine başka üniversitelerden birine geçip bu girdaptan çıkmak istiyorum. En başta memleketime gitmek istiyorum anacak engelleniyorum Yöneticiler de askere polise ve onların emrinde bir sivil general gibi çalışan Güriz’e boyun eğdikleri için birşey yapamıyorlar.  Dicle Üniversitesine gideyim istiyorum, beni tanıyanlar çok seviniyor buna ama orada da bir el devreye giriyor, son anada olmuyor. Bunun üzerine, madem doğuya gidişim engelleniyor ben de batıda bazı arayışlara girdim. Ve Konya Selçük Üniversitesinde bir sosyoloji kadrosunun açılacağı ve bir sosyolog alaınacağı bilgisi üzerine başvurdum. Başvurum derhal kabül edilip işleme kanuldu, sıra formalitelere geldi.

Konya Selçuk’un ibretlik deneyimi

Selçük Üniversitesi Rektöründen rendevu aldım, atlayıp Konyaya gittim. İçimden bu iş bu kez tamam diyerek seviniyorum, ama bir yanım da hala itidallı bir iyimserlik içinde çalkalanıyor. Rektör Süleyman K’nın odasından içeri giriyorum, rektör karşılıyor beni, daha oturur oturmaz, bu iş olmaz diyor doğrudan ve zaman kaybetmeden. Neden mi? Puanım mı tutmuyor, yo hayır, profesörlük başvurusu için o zman üniversite kendi ölçütlerine göre 1500 puan istiyor, benim tam 6000 puanım var, yani bir değil bir kaç profesöre yetecek kadar. Makalem, kitabım, araştırmam mı yok, hayır o da değil, bütün bunlar da fazlasıyla var. Peki o halde ne? Neden çok basit: Çünkü ben gelmeden hakkımda birileri bazı bilgiler iletmiş, bu “vatansever rektöre.” Çünkü okimliğini inkar eden bir Türk olarak vatanını seviyor, ben kimliğimi inkar etmeyen bir Kürt olduğumdan“vatan haini” oluyorum, Kürtçü ve bölücü oluyorum ve böyle birine zinhar birakın üniversitede yer vermeyi üniversiteden atılması gerekiyor.

Dışlanma ve hüzün

Dışarı çıkıyorum, veda etmeden, merdivenlarden hızla iniyorum, içim daralıyor, kendimi bir an için dışarı atmalıyım; biraz oksijen iyi geliyor ama bu kez de farkediyorum ki içim daralıyor, yanıyor, başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum, gökyüzü mavi berrak ve sakin, dışarda serine dönecek bir sıcaklık var, bir kuş uçuyor batıdan doğuya doğru, onu bir müddet izliyorum, unutmak istiyorum olanı biteni, unutamıyorum, tekarar aklıma geliyor biraz önce yaşadıklarım, bu kez sanki içim kaynıyor ve o an bunların karmaşasında büyük bir hüzün, bir dışlanmışlık, kovulmuşluk kaplıyor içimi, insani duygularım ayağa kalkıyor “yeter, yeter” diye bağırıyor, aklı yanım “bir dakika daha sakin düşün” diyor, duygularım “daha nereye kadar sakin olacam yoksa ben de mi dağa çıkmalıyım” diye çığlık atıyor, aklım “hayır zinhar dur hemen pes etme, mücadaleye devam” diyor. Bir duygu fırtınası içinde savruluyorum. Duygu ve düşüncelerim kavgaya tutulmuş, bedenim savaş alanı, acaip hırpalanaıyorum, inciniyorum ve yaralanıyorum.

Pes etmemektir esas olan

 Peki ne yapmalıyım? Demek bize bu ülkede yer yok, diye hayıflanıyorum, anın duygusallığı içinde. Demek Kürtlüğümüz başımıza bela, ayaklarımıza pranga ondan vazgeçmedikçe, kendimizi inkar etmedikçe bir yere gelmemiz mümkün değil? Bir ses yükseliyor içimden.. “Kişiliğini profesörlüğe değiştiremzsin” diye haykırıyor,bu ses. Vaz geçemezsin de.. Mücadele etmelisin.. Ama nasıl? Çok zayıf güçsüz ve itilmiş hisediyorum o an. Öyle orada kala kalıyorum. Ne kadar öyle kaldığımı bilmiyorum. Al ver ettiğimi, boşa koyduğumda dolmadığını, doluya koyduğumda taştığını, duygularımla başa çıkamadığımı, aklımın dediklerime ise deli tarafımın karşı çıktığını yaşıyorum ve ikinci kez ruhum çarmıhta gerili, içim kan revan içinde.

..Ve diklenmeden dik durabilmek

Dönüp etrafıma bakıyorum, akşam olmuş. Bu mahzunluk, hüzün, yaralanmışlıktan birden sıyrılmaya çalışıyorum. Bütün bunların yerini büyük bir kızgınlık alıyor, kızgınlık giderek direngenliğe o da kararlılığa dönüşüyor. Kararlı adımlarla ve sanki gecikmişim gibi acaleyle yürüyorum, kafamda belirlediğim hedefe doğru.

Otogara atıyorum kendimi ve biniyorum ilk otobüse geri dönüyorum Ispartaya. Karar, pes etme mücadeleye devam.. kaldığım yerden devam ediyorum. Bir ay bu görüşmenin üstünden ya geçiyor ya geçmiyor Türkiye akademi dünyasını şok eden bir haberle sallanıyor. Beni “vatan haini” olarak görüp geri çeviren Konya selçuk Üniversitesinin “yürtsever rektörü” üniversitenin malını çalmaktan, ihaleye fesat karıştırmaktan, devlet malına zarar vermekten gözaltına alınıyor, aynı gün evine yapılan baskında paketler içinde bir tirilyon nakit para ele geçiriliyor ve  rektör hapse konuluyor. Bense Ispartada kişisel menkıbemin izini sürmeye devam ediyorum. 

Yazarın Diğer Yazıları