Prof. Dr. Ahmet Özer

Toprak ve Biz

Prof. Dr. Ahmet Özer

İnsanoğlu doğar, yaşar ve ölür. Yani geçip gider. Arkada bıraktıkları geçmiş olur ve geçmişe mazi derler bu topraklarda. Burada sanki bir ufak geçiştirme bir atlama var. Neden derseniz? Çünkü aslında geçmiş geçmeyen bir şeydir. Geçmiş geçmez çünkü.. Şimdinin içinde şu ya da bu şekilde yaşar, sürer gider.. Bunun en belirgin işareti de anılar değilmidir? Onlar hep insanda yaşamaz mı? Bazılarını unutsak da bazıları unutulmaz. Bazen anlatır bazen yazarız onları. Bazen umdukların, hayal ettiklerindir yazdıkların, bazen de geçmişte yaşadıkların... Bu sırada toprağın gözü sendedir, toprak unutmaz, toprak affetmez, o hep sotada bekler.. Zaman gelip geçer, yaşlanırsın ve nihayet kaçış yok, sonunda toprağın kucağına düşersin. Toprak ki ölümün gözü, her yerde hep gözetler durur bizi. Sonunda yapacağını yapar verdiğini geri alır, alır götürür bizi.. Topraktan gelen toprağa gider. 
Soru şudur: Geldin yaşadın göçtün gittin; peki ama geride ne bıraktın?
Gençlik ve Gelecek
Bunu gençken pek kimse aklına getirmez. Daha çok yaş geçerken akla gelir. Neden mi? Çünküleyim; artık arkada kalan zaman çoğalmış önündeki zaman ise iyice azalmıştır. İşte tam bu sırada telaşlanır insan. Eyvah, işte geldim işte gidiyorum. Ama ne kaldı geride. Niye geldim niye gidyorum? Ne anlamı var bu yaşamın? Madem ölecektim niye doğdum, madem doğdum niye ölüyorum? Madem hükmüm bu sorulara geçmez o zaman geride ne bırakıyorum? Zaman, istemediğin halde bir kuheylan gibi dörtnala koşturarak gelip geçmiş, sen sorularla baş başa kalmışsın.. Atı o saaten sonra durdurmanın mümkünü yok.. O anda birşey yapmanın da. Geçmiş ola.. sen onu daha evvel düşünecektin..
Yaşlanmak..
Ah yaşlanmak ah.. Yanık sesli ozan Aydın, “keşke ölüm olaydı da keşke yaşlılık olmayaydı” diye feveran eder, sevgilisi iki tel beyazı saçlarında görünce.. Her yaşın kendine göre güzellliği var. Ne ki kimse fazla yaşamış olmaktan ötürü yaşlanmaz. İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar. Halbüki yaşamadıkça yaşlanırlar.. Burda da fark yaratan cesarettir, umuttur, yaratıdır. İnsan ki cesareti derecesinde genç korkuları derecesinde ihtiyardır. İşte bu noktadan sonra en büyük korku ölmek değil, neden yaşadığını bilmeden geçip gitmektir bu darı dünyadan.. Bir değer yaratmadann.. Topluma, insanlığa bir nebze de olsa bir şey katmadan.. 
Zaten yaşlanmak başlı başına hüzünlü birşeydir. Geçen zaman çok, kalan azdır ya ve gittikçe de azalmakatadır, burukluğu bir tarafa telaşı vardır insanda.. Ne ki geçen zamanın çokluğu çokça tecrübe kazandırmıştır, kalan kısmının enerjisinin azlığına karşın. Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir, tırmandıkça yorulursun ama görüş açın genişler. Çünkü zirvede görüntü bambaşkadır. Gençlikte yüksek enrejiye karşılık tecrübe azlığı sözkonusuyken şimdi tersidir artık geçerli olan. Hayat böyle kendini denge de tutar. Sonra ölüm gelir, son eşik, son eşik olan ölümdür. Ee ne yaşadın? Neden yaşadın? Soruları dönenip durur peşini bırakmadan..
Ölüm ve Yaşam
İnsanoğlunun en temel duygularından biri korkudur. Korku insanın diğer bir çok davranışını biçimlendirir. En temel korku da ölüm korkusudur. Dolayısıla yaşamı şu ya da bu biçimde biçimlendiren yaşam değil, ölümdür, ölüm korkusudur. Bütün buluşlar, bilim, dinler ve hayata dair ne varsa,onların temelinde bu duygu vardır. Ölüm toprağın gözü, toprak hep gözetler durur bizi. 
Bu duyguyu bu manayı herkes bilir mi? Özellikle de gençler? Ne diyor Orson Welles genç birine hüzün yüklü yaşlı sesinde? “Ben gençliğin ne olduğunu bilirim. Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin. Yazdan sonra kış gelecek, yıllar geçecek. Sen de yaşlanacaksın, birgün, sen de aynı şeyleri söylüyor olacaksın belki de bir gün.”
Gençlik ve Yaşam
Genç yaşlardayken yaşın bir önemi yok. Yaşanacak günlerin olacak, sen de yaşlanacaksın. Hatırlanacak anıların olacak. Onları anlatacaksın. Anlatacaksın çocuklarına, belki yazacaksın torunlarına, onlar okuyacak birgün onları. Belki de söyleyecek şeylerin de olacak. Bir strana, bir romana koyacak. Bir türküde dile gelecek, bir şarkıda mırıldanacaksın. Ya da iki satıra dökeceksin içini.. Kendine ya da başkasına dair. Sonra döngü tamamlanacak. Ve döngü devam edecek. Biri gidecek, biri gelecek.. Biri ölürken, biri doğacak.
Yazmak ya da anlatmak
Sadece ölüm kalım döngüsünde yer alma yok. Yazarkan, yaşarken; okurken, anlatırkende var. Yazarlık, başkalarının yerine geçmeyi gerektirir. Roman karakterlerinin duygularını, düşüncelerini aktarmak için ‘’o olmak’’ gerekir. Bu okuyarak edinilen bir yetenektir. Okumak da başkasının yerine geçmeyi gerektirir. Okurken bir süreliğine de olsa kendiniz olmaktan çıkar o okuduğunuz karakterin yerine geçersiniz.
Yazmanın okulu, okurluktur, amma velakin bu okul bildiğimiz okullara benzemez. Bu okul mezun olunan okullardan değildir. Okurluk ve yazarlık edebiyatın iki direğidir. Edebiyatın üstünde yükseldiği iki temel direk. Bir madalyonun iki yüzü gibi. Biri diğerisiz olmayan iki yüz. Biri olmazsa diğeri de olmaz.
Doğduğun, Yaşadığın ve Öldüğün Yer
Doğduğun yaşadığın yer de önemlidir. Çünkü toprak coğrafyadır. Coğrafya ise kaderdir. Yaşadığın çağ da bir çember gibi etrafımızı çepe çevre sarandır. İnsan ki yaşadığı coğrafyaya benzer ve yaşadığı çağa mahkumdur. Edebiyat bizi bu hapisten kurtarır işte.. kurtulmanın mümkün olmadığı tek bir gerçek var sonunda o da ölümdür.. herkesin kapısını eşitçe çalan ve herkesi mutlak biçimde eşitleyen, ölüm. 
Ölüm nedir? Kim bilebilir ki.. Çünküleyim, ölüm yaşama dahil değildir. Epikuros’un dediği gibi. “Ölüm varken ben yokum. Ben varken ölüm yok. “ Ne ki, toprak ölümün gözü, nerde olursak olalım çağrır durur bizi.. Üstelik bu adil olmayan yaşamda ayırım gözetmeden yapar bunu. Ölümün yaşa saygısı yok. Torpil de yoktur onda. Genç yaşlı ayırımı yapmaz. O halde.. Mesele şu ki geçip giderken ne kalacak arkada?
Kuyruklu Bir Yıldız Gibi
Neden bu giz, bu gizem, niçin bunca korku? Belirsizliğin hem dayanılmaz cazibesi hem de kahreden endişesi...! Ölüm nedir, sırrı nedir, nasıl yaşanır kimse bilmiyor.. Söylenenler tevatür. Çünkü ölüm yaşama dahil değil.. Ölüm varken sen yoksun sen varken ölüm yok. Yani ölüm yaşamın bir parçası değil, başka bir çizgidir o. Ne ki yaşamı o yönlendiriyor, gizli bir güç gibi ve sessizce. Fakat şunu da unutmayalım ki; yaşamın güzelliği ölümdendir. Ölüm olmasaydı yaşam bu kadar atlı olur muydu? Önemli olan yaşamak ve ölmek değil o halde. Önemli olan nasıl yaşadığındır. Herkes bir gün mutlaka ölür. Ama herkes gerçekklte yaşamaz. Nasıl öldüğün değil nasıl yaşadığındır önemli olan? Geçip giderken bu dünyadan bir kuyruklu yıldız gibi arkanda iz bırakarabiliyor musun? Bunun için zamana aman verip de günü boş geçirme.

Yazarın Diğer Yazıları