Prof. Dr. Ahmet Özer

DOĞA VE ÇEVRE İLE YÜZLEŞMEK

Prof. Dr. Ahmet Özer

Yeni bir çevre bilinci gerekir

 20- yüzyılın ikinci yarsından itibaren, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarının da etkisiyle, dört kavram uluslararası düzeyde küresel kabul gördü ve öne çıktı. Bunlar; demokrasi, insan hakları, adalet ve çevre kavramlarıydı. İlk üç kavram Batı Avrupa’da karşılık buldu, doğuda ise bu anlamda inişli çıkışlı da olsa süreç devam ediyordu. Fakat bunların her birinin uygulandığı ya da reddedildiği alanlar ülkeler iken çevre bir ülkenin sınırlarına hapsolamayacak bir özelliğe sahipti. Çünkü ısınma, hava kirliliği, gaz salınımı atmosfere çıktığında sınır tanımıyordu. İşte bu yüzden çevrenin bilince çıkarılması ve bütün dünyada yaygınlaştırılması elzemdi ve BM bu anlamda bazı çalışmalar başlattı.

 Gündem 21 istenen işlevi göremedi

 21. yüzyıl dünya çevre yüzyılı ilan edildi. Gündem 21, yirmi birinci yüzyılın gündemi çevredir, anlamını taşıyordu. Bu minvalde Stockholm de Rio’da çevre temalı küresel çaplı toplantılar yapıldı. Bu toplantılarda sürdürülebilir bir dünya için gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme konusunda kendilerinin yaptığı hataya düşmemeleri uyarısında bulundular.

 Gelişmekte olan ülkeler de haklı olarak, siz kalkınırken dünyayı kirletiniz, şimdi bize kalkınmak için dünyayı kirletmeyin, sanayileşmenizi yavaşlatın diyorsunuz. “Kirleten öder”, prensibi gereğince, sizin kirliliği önleme maliyetlerine katılmanız gerekir, dediler. Tabi ki işin sonunda anlaşma sağlanamadı.

 Batı Avrupa ve Amerika hem kirletmeye hem de nükleer başta olmak üzere silahlanmaya devam etti. ABD ve bir kısım batılı ülkeler, çevreyi ve atmosferi kirletmeyi önleyen, Kyoto gibi, bazı önemli anlaşmalardan çekildiler. Maalesef zamanla diğer bazı ülkeler de bu kervana katıldı. Doğaya saldırı, çevrenin kirlenmesi son surat devam etti. Özellikle Batı ülkelerinden kaynaklı açgözlü ve obur sanayileşme sonucu dünya yaşanmaz hale geldi. Bu tüketim çılgınlığı sürerse bir değil beş dünya yetmeyecek. Daha şimdiden iklimin değişmesi, atmosferdeki ısınmanın artması, buzulların erimesi, su kaynaklarının azalması, denizlerin seviyesinin yükselmesiyle şehirlerin su altında kalması ve canlı çeşitliliğinin azalması gibi ciddi tehditler belirmeye başladı.

 Titanik faciası gibi

 Açgözlü tüketimin atıkları dağ gibi yığıldı. Ormanlar kesildi, tarım alanları beton yığınlarına kurban edildi. Sanayileşme adına gaz salınımı son hızla devam etti.  Ozon tabakası delindi, asit yağmurları başladı, su yüzeyi yükselmeye başladı, dünya hem ısınmaya hem kirlenmeye devam etti. Doğa inim inim inliyor.

 Usta yazar Amin Maulof’un “Uygarlıkların Çöküşü” adlı son denemesinde belirttiği gibi 20. yüzyılın başındaki yolcu gemisi Titanik buz dağını görmeden çarpmıştı, ama insanlığın içinde olduğu Titanik bile bile ve göz göre göre buz dağına doğru gidiyor. Eğer bir an önce bu gidişten dönülmezse gemi çarpacak; battığında hepimiz birlikte batacağız. Çünkü bizim bu açgözlülüğümüz dünyanın dengesini bozdu. Bir virüs bize bu bakışı değiştirmemiz gerektiğini ayan beyan gösterdi. Kendimizle yüzleşmek için bu yeterli değil mi?

 Bakış açısı değişmeli

 İnsanlığın değiştirmesi gereken davranışların başında doğaya karşı bakış açısı geliyor. Hâkim ilerleme ideolojisi, insanın doğa üzerindeki hakimiyetini insanlığın ilerleme ölçüsü olarak kabul ediyordu. Bu virüs bunun doğru olmadığını bize gösterdi. Bundan sonra yapılması gereken şey, doğayı kontrol altına alma adına onun hassas dengelerini bozmak olmamalı...

 Bugün ihtiyaç duyulan şey doğaya aç gözlü kurtlar gibi saldırmak değil, doğayla barışık ve onunla yaşamayı öğrenmektir. Biz insanlar, milyonlarca yıllık evrimin ortaya çıkardığı ekosistemin bir parçasıyız. Ekosistem milyarlarca canlının; hayvanın, bitki ve insanın fiziksel çevre faktörleriyle iç içe geçtiği kombine bir yapıdan oluşuyor. Bu sistemi oluşturan unsurlardan birinin hasar görmesi doğanın iç ahenginin tümden bozulması, giderek kendini yenileyen iç enerjisinin tükenmesi anlamına gelir

 Sonuçta doğadaki enerji tükenmeye doğru gider

 Bu yüzden bugün insanlığın önündeki en önemli görevlerden biri, çevre ve doğaya duyarlı ekolojik bir yaşam modelini inşa etmektir. Şimdi Korona Virüsü nedeniyle şehirler bom boş, caddeler ıssız,  kalabalık mekânlar sesiz ve sedasız kaldı. Bu bize bir şey söylemeli. Alışveriş ve tüketim çılgınlığı bir nebze de olsa azaldı, hava kirliliği son yılların en alt seviyesine indi. Isınma da öyle; belki de bu vesile ile, dünya soğuyor ve temizleniyor (Bilerek ya da bilmeyerek!). İnsanların her şeyden üstün olduğu teorisi alt üst oldu, doğadan üstün olmadığımız anlaşıldı.  Peki, aklımız başımıza geldi mi? Ya da şöyle mi sorsak; aklımızın başımıza gelmesi için daha ne olmalı?

 Virüs yetmiyor mu?

Anlamak için, yaşadığımız onca kıyamet yangınları yetmedi mi, buzulları yok etmek yetmedi mi; dev kasırgalar yetmedi mi? Bütün bunlar yetmiyorsa, senin ve sevdiklerinin yüzüne soğuk bir gölge gibi yayılarak bir şamar gibi inen bu virüs de mi yetmiyor? Daha ne olması lazım?

Yazarın Diğer Yazıları