Prof. Dr. Ahmet Özer

Cumhuriyet ve İhsanı Şahane

Prof. Dr. Ahmet Özer

Bu gidişat iyi değil   

Şimdi içinden geçtiğimiz sürecin olumlu yanlarının yanısıra olumsuz yanları daha çok maalsef. Yıllardır süren Kürt sorunun çözülecek olması beklentisi son derece önemli, ama hükümetin zaman zaman takındığı tavır umutları kırıyor. Objaktef bir bakış mesleleri ak ve kara olarak resmekten ziyade aradaki gri tonları da görürü. Bu yaklaşımla baktığımızda hükümetin yaptığı bazı işleri görmemek olmaz. Askeri vesayetin geriletilmesi, devletin içindeki parelel yapıların (farklı saiklerle de olsa) temizleniyor olması, altyapıladaki kimi yatırımlar, eğitim ve sağlıktaki kimi iyileşmeler olumlu olarak adedilebilir. Ancak bir baskı rejimi kurarak, yolsuzluğa, yalana, talana kapı aralıyan, yasakları ve  yolsuzluğu artıran bir anlayış bunları gölgede bırakıyor. En son dört bakanın AKP tarafından yargıdan kaçırılması bunu gösteriyor. Bu tavırla hem yolsuzluk sistemi savunuldu, hem de yapılan bireysel işler kurumsal olarak da sahiplinilmiş oldu. Başabakının bu konudaki tutumu cumhurbaşkanın aksi yöndeki talimatlarına yenildi. Cumhurun başı hem işin kendisine uzanması endişesiyle duvarda delik açmıyalım tavrına girdi hem de hükümet üstünde güçlü bir vesayet odağı olduğunu bu oylamayla göstermiş oldu. Dolayısyla demokrasi açısından iyi bir sınav verilmediği. Yanısıra yaşananlar gelecekte olabilecek olumlu şeyleri de şimdiden ipotek altına almış oldu. Birçok şey var böyle düşünülmesini sağlayan.

Nitekim yaşadığımız süreç üstünlerin hukukunun yaşandığı, biz ve onlar ayırımının yapıldığı, eleştirlenlerin cezalandırıldığı, övenlerin ihya edildiği bir noktaya evrilmiş durumda. Artık müktedir olanın yaptığı yanlışa bile etrafı çeşitli nedenlerle ve beklentilerle alkış tutuyor, “padişahım çok yaşa” naraları her yeri sarıyor. Osmanlı’da ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yöneticiler pohpohlayanlara “İhsanı Şahane” verilirdi. Padişahlar kendini övene keseyle altın verirlerdi, Atatürk milletvekili yapardı. Şimdiki yönetim ikisini birden veriyor. Hem para pul hem şan ve ikbal. O yüzden  pohpohlama, yüceltme, ululaştırma, büyük zat dönemine geri dönülüyor. Ama bu ne kadar sürebilir. Bu gidişat tehlikeli. Çünkü  sistem bunlarla sadece kirlenmiyor, aynı zamanda tıkanıyor. Diyalektik olarak baktığımızda bununda aşılacağı muhakak.

Tarihte nasıldı?

Tarihe baktığımızda Türkiye tıkandığı noktalarda eldeki olanakları deniyor. Önce Kemalistleri denedi, şimdi dindarları deniyor. Yani bir uçtan başka bir uca savrulmuş durumda. Şimdi üçüncü yolun başındayız. Bu yol hukukun, eşitliğin ve özgürlüğün olduğu demokrasi yoludur.  Çağımızda başka çıkış yok.

Çünkü yolsuzluk, adaletsizlik, baskı bu çağda uzun sürmez. Bu biraz da çevreden huruç ederek gelip sahip olanların açlığıyla ilgili. İttihatçılar da devletin hazinesini ele geçirdiklerinde böyle çıldırmıştı. Hem devleti soyup soğana çevirdiler hem de onu kendi hırslarına kurban ederek darmadağın ettiler. İslamcılar da yüz yıldır devlet hazinesini ilk defa ele geçiriyorlar. Yüz yıllık bir açlık var. O yüzden açgözlü kurtlar gibi saldırıyorlar her tarafa.

Geçmişe dönüş anakronizmadır

İttihatçılar sonunda parçaladılar ülkeyi, yerine yeni bir devlet kuruldu. Şimdi de hem devlet hazinesini kapışma hem de keyfi yönetme var. Bu da ilelebet sürmez elbet. Bu düzenin yerine yeni bir düzen gelmek zorunda. Şimdilerde toplumsal tepki yeterince yok. Daha çok toplumsal felç durumu var diyebiliriz. Bunun da iki nedeni var: Birincisi, baskı ve korku. ikincisi de ahalinin de siyasetin kirlenmesiyle kirlenmeye başlaması, bundan etkilenmesidir. Yolsuzluğu bir piyango gibi görüyor. Bana da çıkabilir diye bekliyor. Yolsuzluğun bitmesinden ziyade ondan pay almak istiyor.

Bir de buna muhafazakâr kesimin hayat tarzı endişesini eklemek lazım. Çünkü bu iktidarı kendi yaşam tarzının teminatı gibi görüyor. O gider de yerine başka bir parti gelirse bu tarzın tehlikeye gireceğini, tehdit altına gireceğini düşünerek “ehveni şerci” bir biçimde davranıyor. Ama kanımca artık deniz bitmek üzere. Mesele bu durumda sadece iktidara gelemek değil gelinen iktidarı demokratikleştirmek olmalı. Bunun için halka umut aşılayan, güven veren ve alternatif yönetim anlayışı sunan bir pragm hergeçen gün biraz daha ihtiyaç haline gelmektedir.

Siyasetin yönetim biçimi ve zihin kodları değişmeli

Çünkü şu artık bir gerçektir, AKP iktidarı, 2012'den itibaren tüm Türkiye'nin değil adım adım AKP'lilerin iktidarı olmaya evrilmiştir. Cumhurbaşkanı Türkiye'nin değil AKP'lilerin cumhurbaşkanı olarak davranmaktadır.Bu yaklaşımın temelinde, AKP'liliği bir üst kimlik olarak tüm topluma empoze etmek ve farklı kimlikleri özel alana hapsetmek vardır.Bu dönüşümün temelinde kucaklayıcı değil dışlayıcı, ötekileştirici bir yakalaşım ve zihni yapı var.Aslında bu tutum ve uygulamalar muhalefetin işini daha da kolaylaştırıyor. Tabi biraz da siyasi hüner lazım siyaset meydanında. Aksi taktirde Ardoğan bir algı yaratma ve yönetme ustası olarak bu seçimi de kazanabailir. İktidar nimetlerini de unutmamak lazım.

Arazulanan Şefaf, katılımcı denetlenebilir bir demokrasidir

AKP'liliğin esas taşıyıcısı İslamcılık olsa da bu sistemin kalbi, devletin sahip olduğu rant yaratma ve yaratılan rantın destekçilere dağıtılmasıdır. “Ancak bu kapalı devre rant sisteminin üretken olmayan bir ekonomik model ile sürdürülmesi mümkün değildir. Bu sistemin devamı ya daha fazla rant üretimi (vergi, zam) ya rakip gördüğü ekonomik aktörlerin varlıklarının müsaderesi ya örtülü ödenek ya da kayıt dışı ekonomi ile çevrilebilir.” Aslında bu sadece AKP için değil Türkiye için de bir açmazdır. Meclis'te yapılan Yüce Divan oylamasına bir de böyle bakmakta fayda var. O yüzden oylama ile korunmak istenen kişiler değil, sistemin kendisidir, diyoruz..

Artık ihsanı şahane dönemi sona ermeli. Şefaf, katılımcı denetlenebilir demokratik bir yönetim herkesin ve herkesimin en temel beklentisi. Bunu sadece istemek yetmez inşaa etmek içinde çaba gerekir. 

Yazarın Diğer Yazıları