Prof. Dr. Ahmet Özer

Barış sürecindeki kaygı ve kuşkular artıyor

Prof. Dr. Ahmet Özer

Çözüm süreci büyük umut yaratmıştı ama iyi gitmiyor..
30 yıl süren bir çatışma ortamından sonra 2013 başı itibarıyla hızlı bir çözüm ve barış sürecine girilmesi toplumda beklentiye yol açmış, iki yıldır cenaze gelmemesi bu beklentiyi sevince ve umuda dönüştürmüştü. Seçim yapıldı, bu durum umudu daha da büyütmesi gerekirken ne yazık ki olan biten mevcut umutları da tüketmeye başladı. AKP müzakereleri kesmek bir yana diyaloğa da kapıları kapattı bu konuda hala hükümeti elinde bulundurmasına karşın bu konuda hiçbir adım atmıyor. HDP 80 milletvekili ile meclise girmesine rağmen MHP bunu halkın irdesinin bir yansıması olarak görüp bir realite olarak kabul etmesi gerekirken tam tersi bir tutuma yönelerek bu iradeyi “yok sayıyorum” demeye başladı. Oysa barış oyalamaya gelmez ve barış partilerin kaprislerine kurban edilmeyecek kadar ciddi bir iştir.
Kuşku ve kaygılar artıyor
Bu konuda topluma baktığımızda bir dualizm görüyoruz. MHP gibi bir kesim var, halktan gizlenen bir pazarlığın varlığını sürekli öne sürüyor ve toplumda da böyle bir algının oluşmasına katkıda bulunuyor. Eğer bu algı düzeltilmesze bir süre sonra olgunun yerini alabilir. Bu bağlamda MHP’nin tavrı eleştirilmeli ve MHP’nin kendine çeki düzen vermesi için toplumsal baskı devreye sokulmalıdır. Aksi taktirde bu tavır birliğe değil bölünmeye götürür. Öte yandan CHP’nin de çözüm süreci konusunda çok istekli bir tutum sergilememesi manidardır. Oysa CHP’nin bu konuda ön ve insiyatif alması gerekirdi. Bunun gerçekleşmesi hem CHP için hem de barış ve demokrasinin sağlanması için önemlidir.
O halde CHP bu işi sadece AKP’nin insiyatifine bırakmamalı. Geçmişte bu konuda insiyatif almış, AKP’nin çok ilerisinde raporlar kaleme almış bir parti olarak bu işi çözecek olananın kendisi olduğunu sergilemelidir. Çünkü toplumun büyük çoğunluğu artık bu işin bitmesini, silahların gömülmesini istiyor. O zaman CHP neden bunun dışında kalsın ki. Toplumsal taleplere rağmen politika yapılarak başarı elde etmek mümkün değil. Üstelik CHP’nin yıllardır zayıf olduğu Doğu Güneydoğu örgütlerini ve tabanını canlandırmak için bundan daha iyi fırsat var mı?
Demokrasisiz barış, barışsız demokrasi olmaz
Toplumsal yapıda ikinci bir kesim de var ki; “Zaten çok güç biriktirmiş olan AKP’ye ve Erdoğan’a bu yolla biraz daha güç aktarılması halinde otokratik bir rejimle karşı karşıya kalınacağı endişesini her fırsata dile getiriyor. Bu tezin medyada, entellektüel kesimlerde ve siyasi partilerde epeyce taraftarı var. AKP’nın ve Erdoğan'ın tutum ve davranışları bu kaygı ve kuşkuları hergeçen gün daha da haklı hale getiriyor. Nitekim Erdoğan’ın mevcut tablodan hükümet çıkarmaktan ziyade partileri bir erken seçime zorlayacağı konuşuluyor.Oysa bu meselenin hallinın, ancak onu her türlü siyasi ve kişisel kaygının üstünde tutmakla olacağı hatırlatılmalıdır.
Uzun bir süredir Öcalanla görüşülmüyor. Geniş kitlelerde görülen, “Şimdi ne olacak, müzakereler tamamen kesildi mi, kesildiyse tekarar çatışma mı başlayacak? Haklı olarak “müzakersizliğin sonuçları ne olacak, bize nasıl yansıyacak, ülke bölünür mü?” kaygısı var. Ayrıca buna “bu gelgitlerle sürecin sonucunda gerçekten kalıcı bir barışa ulaşabilecekmiyiz?” endişesini de eklemek lazım. Bu durum Kürtlerde, Türklerde, CHP tabanında, hatta hem AKP ve hem HDP tabanı da dahil olmak üzere örtük veya açık olsun çeşitli biçimlerde seziliyor.
Kısacası kimi Kürtler “acaba bir kez daha kandırılıyormuyuz?” diye tereddüt ederken kimi Türkler de “acaba bölünüyormuyuz?” endişesine muhatap kılınıyor. Bütün bu kaygı ve kuşkular görmezden gelinerek, bu kadar önemli bir meseleyi, “ben müzakereyi kestim oldu bitti” denerek geçiştirilemez. Türkiye’nin gerçek kalıcı bir barışa ve demokrasiye kavuşması biraz da bu kaygı ve evhamların giderilmesine bağlı. Bu da ancak müzakerelerin yeniden başlamasıyla mümkündür.
Müzakerenin niteliği süreci belirler
Eğer müzakerler politik çıkarlara göre yapılıyorsa, bu meyanda ona göre başlatılıp ona göre kesiliyorsa, hata müzakereler ya da diyalog adı altında taraflar birbirini ezmek, yenmek, safdışı etmek, işi tamamen kendi lehine evirmek gibi gizli ya da açık bir niyet ya da amaç güdüyorsa barış çalışmalarından sonuç alınamaz. Üstelik bu tavır karşılıklı bir güven bunalımı yaratacağı ve gelecekte olası barış çalışmalarına da gölge düşreceği açıktır. Bu da barışa değil, daha da şiddetlenecek olan savaşa hizmet edecektir. AKP’nin şimdiki tavrı giderek bunu gösteriyor.
Görüşmeleri yürütenler bu görüşmeleri sadece kendi adlarına yürütmediklerini, bu görüşmeleri aynı zamanda Türkyede yaşayan herkesin bu konuda şu yada bu şekilde beklentisi olduğunu unutmamalıdrılarr. O halde görüşmeleri kişisel hırs, düşmanlık ve ya kişisel sempatiyle yapamazlar. Adına görüşme yaptırdıkları kitleleri her an akılda tutarak hareket etmek zorundadırlar. Eğer herhangi bir konuda yapacakları mutabakatta halkın destek veremeyeceği gibi bir şüpheye kapılıyorlarsa o takdirde halka gidip onay almaları ya da halkı bu konuda ikna etmeleri gerekir.
Dikkat edilmesi gereken tek husus değişikliğinin tekrar savaşa dönüş olmayacağı, diyalogun ve müzakerenin hiçbir şart ve hal altında kesilmemesi gerektiğidir. Karanlıkta kalan şeyler her türlü evhamı içermeye müsaittir. Toplumsal evham şüpheye, şüphe kaygı ve korkuya, korku da sürece karşı tavır almaya iter. Bundan kaçınmanın yolu yapılan işin mümkün mertebe şeffaf olması ve hiç bir şeyin karanlıkta kalmamasıdır.
Dememiz o ki müzakere yapmak, müzakereyi canı istemediği zaman kesmek o müzakereyi yapan bir grubun beklentisine, kişisel ve duygusal tutum ve davranışlarına hapsedilemez. Bu anlamda yetkilendirilmiş kişiler konuşurlarken kişisel duygu ve tepkilerinden sıyrılmalıdırlar. Bundan sıyrılamayanlar ise bu işlerden uzak tutulmalıdır. Bunlar ortadayken iktidarın içerde ve dışarda sadece kendine yönten pargmatik yaklaşımı ve barışı zehirleyen tutumu ülkeyi felakete götürür.
Rojavaya müdahale barış sürecini zehirler
Onun için, sürecin tam ortasında bir başbakan yardımcısının ya da bir bakanın ulu orta hakaretlerde bulunması, nefret diliyle konuşması, Suriye'ye savaş anlamına gelecek güvenli bölge oluşturma girişimleri ülkeyi kaosa sürükler.
Ayrıca ve özellikle AKP nin hiçbir adım atmadan, silahlarını bırakması konusunda toplumu yanıltması bu olursa herşeyin biteceği şeklinde bir algı yaratması ve bundan siyasi rant devşirmesi kabul edilmez. Böyle bir algının yaratılması son derece hatalıdır, hatanın da ötesinde kendi kendini kandırmadır, hatta tehlikelidir.. Bunun için demokratik adımların hızla atılması gerekir. Ancak bunun ardından silahların tamamen bırakılması ile kalıcı bir barışa ulaşılacaktır.
AKP’nin şimdiki tutum ve davranışları toplumun önemli kesiminde “AKP bu işi gerçekten barış ve demokrasi için mi yapıyor, yoksa oylama taktikleri ile önümüzdeki olası bir erken seçimi kendi lehine sonuçlandırmak için mi yapıyor” sorularının daha da sık sorulmasına neden oluyor.

Yazarın Diğer Yazıları