Dr. Erdal Orman

Endemik Zenginliğimiz ' VAN BALIĞI'

Dr. Erdal Orman

Ömrümün en güzel günlerinin geçtiği harikalar denizi Van Gölü sahilleri, her yıl Mayıs- Haziran ayları arasında endemik bir şenliğe sahne oluyor. Özellikle göle dökülen akarsuların oluşturduğu yerlerde daha belirgin olarak gözlenebilen Van Balığı'nın doğal engelleri suda atlayarak aşmaya çalışan görüntüleri, doğanın en muhteşem belgesellerinden birini oluşturmakta. Tıpkı somon balığının üreme biçimini anımsatan bu güzel görüntüler, her doğa aşığının tanık olmak isteyeceği görsel bir şölene dönüşüyor Van'da. 
Artık sonuna doğru yaklaştığımız ve uluslararası medyanın da dikkatinden kaçmayan bu muhteşem göçün en iyi izlendiği yerler; Mayıs ayında Erciş-Deliçay, yumurtlamasının çıplak gözle izlenebildiği yer ise Muradiye Yalındüz köyü mevkiidir. 
Eskiden herkesin bihaber olduğu Van Balığının üreme göçü, artık geleneksel hale gelen festivallerle kutlanırken, hem müthiş bir tanıtım yapılıyor hem de neslinin korunması gerektiğine dikkat çekiliyor. Maalesef, alınan çok sıkı önlemlere rağmen bu yıl da kaçak avlanan tonlarca Van Balığı, yumurtasını dökemeden imha edildi. 
Yüzyıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan yöremizde, Urartular Van'ı, 'Güneş Ülkesi' anlamına gelen Tuşpa, Tamara'nın saçlarını yıkadığı bu muhteşem gölü de, Urartu dilinde ''Yukarı Deniz'' olarak isimlendirmişlerdir. Yani onlar bizlerden çok önce bu göle 'deniz' demişler ve bizlerden daha çok kıymetini bilmişlerdir bu şehrin. 
İlkokuldan beri hepimize, ''Van Gölü'nde canlı yaşamaz'' diye bir şey öğretilmişti. Sadece akarsuların göle döküldüğü yerlerde Van Balığı yaşar diye sanıyorduk. İlimizin en büyük zenginliklerinden olan Van Gölü, yüksek oranda sodalı suları ve içinde barındırdığı bioçeşitliliği ile yeryüzünün en ilginç ekosistemlerinden birini oluşturmaktadır.  1680 Metre rakımda ve yüksek oranda tuz - soda (pH9,8) içeren bu ekoloji, doğrusu canlıların yaşamasına pekte uygun değildir. Bundan dolayı gölde tatlı su ve deniz balıkları yaşayamaz. Fakat bu mucizevî sularda yüksek oranda adaptasyon sağlamış ve endemik bir tür olan Van Balığı (Chalcalburnus tarichi) yaşamaktadır. Sazangiller familyasına mensup olan bu balık, tüm yaşamını gölde sürdürür. Sadece üreme maksadıyla Mayıs - Haziran ayları arasında gölden akarsulara doğru göç eder. Dolayısıyla Van gölünde balık yaşamaz diyenler fena halde yanılıyorlar. Van Gölü'nün her yerinde Van Balığı yaşamaktadır.
Dünyaca ünlü bu balığın, neslini korumak ve artırmaktan hepimiz sorumluyuz. Van Balığı, 3 yaşına geldiğinde ergin hale ulaşıyor. Yani bu demek oluyor ki her balığın neslini sürdürmesi için en az 3 yıl yaşaması gerek. Ergin hale gelen Van balığı, yumurtalarını bırakmak için Nisan ayının başından itibaren sürüler oluşturarak akarsu ağızlarında toplanmaya başlıyor. Bu aşamada balığın sodalı sudan tatlı suya adapte olabilmesi için vücudunda bir dizi değişim gözlenir. Değişimini tamamlayan dişi ve erkek balıklar su sıcaklığının da uygun hale gelmesiyle beraber akarsuyun akış yönünün tersine doğru göç eder. Dişiler kaya ve taşlara sürünerek yumurtalarını bırakır. Erkek balıklarda bu yumurta yığınlarını döllerler. Yumurtalar 14?C'nin üstündeki sıcaklıklarda ortalama 3-7 gün içerisinde olgunlaşırlar. Böylece üremesini tamamlayan erginler, göle doğru dönüş yolculuğuna başlarken, yavru balıklar bir süre daha tatlı suda kalıp gözle görülmeyecek ölçüde küçük olan zooplanktonlarla beslenirler. 
Van Balığı Ağustos ayından itibaren, tekrar normal büyüme ve beslenme alışkanlıklarına devam eder ve en lezzetli halini ise sonbahar- kış aylarında alır. Çok severek yediğimiz Van Balığı, ''tuzlu balık ya da tutma balık'' denen yöntemle de bolca tüketilmektedir. 1kg balığa 1 kg tuz ilave edilerek yapılan tuzlu balık, belli bir süre bekletildikten sonra afiyetle tüketilen, yüksek oranda tuzlu, yöresel bir lezzete dönüşür. Yine ayran aşının yanında tepsiye dizerek fırında pişirdiğimiz Van Balığının da tadına doyum olmuyor. Hele tandırda kuyruğundan asarak çıtır çıtır pişirilen Van Balığı'nın lezzetini ise tarif etmeye kelimeler yetmez. Böylece Van mutfağında, o dayanılmaz cazibesiyle Van Balığı da başköşeye oturmuş oluyor.
Ülkemizde tüketilen iç su balıklarımızın üçte birini (yaklaşık %33 ünü) temsil eden Van Balığının, üreme ve avcılık ilişkileri neslinin devamına uygun halde sürdürülmelidir. Bu endemik zenginliğimizin, ağız tadımızın kaybolmaması için hepimize büyük görevler düşüyor. En azından sürdürülmekte olan av yasağına uyarak ya da bu mevsimde tüketmeyerek işe başlayabiliriz. Sonuçta arz talep içerisinde yürüyen bir durum var ortada. Tüketici olarak bizlerden talep olmazsa kaçak avcılıkta olmayacaktır. Aynı şekilde geçimini balıkçılıkla sağlayan onlarca köy ve binlerce aileyi de doğrudan ilgilendiren bu duruma, bu işin avcılığını yapanlarında geleceklerini tehlikeye atmamak adına hassas ve bilinçli davranmaları gerekmektedir. Bunların dışında Van Balığının üremek için girdiği akarsuların, çiftçiler tarafından sulama maksadıyla kurulan suni bentlerle suyunun azaltılması da binlerce balığın ölmesine sebep olmaktadır. En azından üreme döneminde çiftçilerimizin bu konuya hassasiyet göstermeleri gerekmektedir. 
Bir diğer tehlikede Van Balığının, tıpkı logo olarak Ankara Büyükşehir Belediyesine kaptırdığımız Van Kedisi örneğinde olduğu gibi sessiz sedasız Van'dan koparılmasıdır. Bu konu Van gibi marka şehirlerin başını ağrıtmaktadır. Sahip olduğumuz sayısız markalarımızın isimleri maalesef bilerek ya da bilmeyerek değiştirilmeye çalışılmaktadır. Örneğin Van Balığının tamamen popülist bir yaklaşımla, hangi sahilde yakalanıyorsa o yörenin ismiyle anılması şeklinde sanki ayrı bir türmüş gibi (Erciş İnci kefali, Tatvan İnci Kefali) diye lanse edilmesi gafletine düşülmektedir. Van otlu peynirini de aynı tehlike beklemektedir. Bence en kesin çözüm Van Balığı ve Van Otlu Peyniri için açılacak bir işleme tesisinde coğrafik işaretleme yoluyla alınacak bir menşe (Mahreç İşareti) edinmek yoluyla bir an evvel patent tescil işlemlerinin başlatılmasıdır. Böylece Coğrafi İşaret Tesciliyle; leblebi için Çorum ibaresinin, halı için Isparta ibaresinin belirli bir kalitenin işareti olarak ortaya çıkması gibi, coğrafi kaynak gösteren ürünlerin adlarının koruma altına alınması sağlanmış olacaktır. Bu gün Avrupa'da, Türk yoğurdu Grek (Yunan) yoğurdu olarak satılmakta diğer yoğurtlar ise 'sade yoğurt' diye satılmaktadır. Yunanlıların uyanık davranıp zamanında tescil alması nedeniyle yoğurt artık Türk lezzeti değil. Eğer biz Vanlı'larda uyanık davranmazsak yüzyıllardır elimizde bulundurduğumuz dünyaca ünlü markalarımızı bir bir yitirmekle karşı karşıya kalacağız. İlgililere duyurulur! 

Yazarın Diğer Yazıları