Yarım kalan hayaller

Mustafa M. Atilla yazdı...

Geçtiğimiz günler, çok soğuktu biliyor musunuz, üşüdük, üzüldük, hüzün dolduk, Çaresizliğin ne demek olduğunu, acı dolu yıkımlı günlerde göçüğü, göçüğün içinde ki karanlığı daha çok öğrendik. Yaşattı korkuları, gözyaşları, bıraktı izini, fayını hattını, boşalttı içini, attı atacağını doymadı, ikinciyi de kırdı, doymadı, artçılarını da, gözyaşlarına harmanladı sanki oldubittiye getirdi.

Zorlu kışların ardından bahar gelip havalar ısınmaya başladığında buzlar erirken o ara yağmur yağar, yağmur yağdıkça buzlar hızla erir, eridikçe buzların üzerinde önce ince, daha sonra eriyen yoğun kar sularının genişletmesiyle suların ilerleyeceği kanallar oluşur. Eridikçe sular hep bu kanallardan akar. Yağmurlar kesildikten sonra bir bakarsın ki bu kanallar kaybolup gitmiştir buzlarla birlikte.

Enkazların altına aldığı, soğuk havaların arkadaşlık ettiği, rahmetin yağmadığı günleri unutup fakat birliğin ve beraberliğin, yardımlaşmanın, fedakârlığın dünyanın her köşesindeki insanlarda tutuklu kaldığı günleri yaşadık. O nedenle umarım, yağmurların erittiği buzların soğuk sularının iz açarak eriyip, açtığı kanallar gibi bu izleri, yağmurlardan sonra toprağa unutmadan devretmeyiz.

İster enkazın üzerinden ister tepedeki drone’dan ister zihnimizden; olayı, yaşananları, depreme dair her şeyi, sil baştan düşünüp faturasını sadece hükümete yıkmadan, elimizdeki verilere bakacak olursak, geliyorum diye bas bas bağıran bu felaket için, işte geldi demek, söylenecek sözün artçısı değil, müteahhidinden tutun, yapı denetimine, ruhsat verme yetkisi olanından önüne gelen ehliyetsiz insanların inşaat yapma arzusuna kadar, suçlu arıyorsak hepimizin içindeki, kızımı, oğlumu, bebeğimi istiyorum diye hıçkırarak ağlayan anneye veremeyeceğimiz cevabın, hırsımızla oluşturduğumuz sorumsuzluğun, vurdumduymazlığın sonuçlarının ta kendisidir.

İktidarı temize çıkarma gayretim yok, tüm insanların, hepimizin suçunu görme gayretim var

Kendi ellerimizle yerin altına gömdük canı,cananı;anayı ,babayı, bacıyı,çoluk çocuğu, eyvah eyvah,eyvah ki ne eyvah,nerede hata yaptık, neyi yazmadık,neyi anlatamadık,neyi anlamadık,neye yaslandık neye güvendik bilmiyorum ki.Belki de yağmurun suçu!!,geliyorum diye beynimizdeki buzları eritmeyeceğinin ikazını yapmadı.

Eskiden camdan yağmuru seyretmeyi çok severdim, artık seveceğimi sanmıyorum.

Ara ara denk geldiğinde bir ressamı izlerdim, şöyle derdi, resim yapmanın güzelliği dokunuşlarla derinlik kazanır, dokunmak istiyorum yazımda, soruyorum kendime, iznim olmadan bir yaprak dahi düşemez diyen yaratıcımız neden? yerin dibindeki biriken enerjiyi son zamanlarda ülkemizin köşe bucağından dışarıya atıyor bizi ikaz mı ediyor?  yoksa bizlere bir şeyler mi anlatmaya çalışıyor. Dünyadan bir haber olduğumuz bu zamanda?.

Derinde, karanlıkta binlerce çığlık, sesimi duyan yok mu imdat, yardım edin, sesleri yankılandı, koyu çay gibi demlendi yüreğimiz, koptu fırtınalar bedenimizde, kurtulanlara sevindik, yitip gidenlere çaresizce baktık durduk, hüzünlendik arkalarından.

Bebeklerde sadece altlarını kirlettiklerinde ağlamıyor, göçükte ağlatıyor, dünyada yapa yalnız kalmakta, karanlıkta ağlatıyor, minik bedenlerini.

Saniyeler hayattan kimleri, neleri, nasıl, niçin aldığını da gördük.

Bir an var oluş, saniyede yok oluş bize anlatamayacak galiba dünyanın baki olmadığını, hırsın yeşil vaha olmadığını gördük, her şeyin saniyeler içinde serap olabileceğini bir daha anladık.

Dahası! Umursamaz biz insanlara öyle güzel anlattı ki.

Van depremiyle de bu acılı günleri yaşadık, aynı hüzün, aynı yıkılış, aynı kışın soğuğunu yedik, göçüğün ne olduğunu, beton blokların insanların üstüne nasıl çöreklendiğini, tozu toprağı, çamuru, bugünkü gibi yardımları, sonra ahali peren peren oldu, dağıldı Anadolu’nun yağmur yağan şehirlerdeki caddelerine, sokaklarına, konuk evlerine, misafirhanelerine. Değişen sadece göç oldu. Sonra inşallah bir daha yaşanmaz dendi, yaşandı, yıkıldı, tüm hayaller, yok oldu. Değişmeyen sadece kullanamadığımız beynimiz oldu, unut gitsin dendi, yine başaramadık, toparlayamadık, geldi sarstı vurdu gitti.

Hiç bir şeyi anlayamamışız meğer.

Bir çığlık da uzmanlardan! İstanbul; Taşı toprağı altın dediğimiz,İstanbul!! Dağlardan taşlardan, Anadolu’nun her yerinden bal varmış gibi üşüştüğümüz İstanbul.

Geldiği an felaketin adresi İstanbul.

Hayaller kurulmuş İstanbul üzerine, ekonomiye kurban ettiğimiz İstanbul.

Değişen hiç bir şey yok, bir dönemin hayali saraylar, kulleler, kasırlar, sarnıçlar, bugünün hayali köprüler, kanallar, hava alanları, nüfusu çoğaltma.

Varsın kanalımız eksik olsun, hayaller tarumar olsun fakat canımız acımasın, bebekler ezilmesin, bir kişinin hayalini milyonlara değişmeyelim, yine varsın kitaplara yazılmasın bu yaptı, şu yaptı, bunu yaptı, şunu yaptı. Bunları anlatırken yeryüzünden silinen Hatay’ı, Kahramanmaraş’ı nasıl anlatacağız, şakamı yaptık diye yazacağız kitapların önsözüne.

Bu günkü yazımın baş kahramanları, yardım severler, fedakar gönüllüler, elleri ile enkazı kaldırmaya çalışanlar, maddi varlığını ortaya koyanlar, ücretsiz nakliye hizmeti yapanlar, elindeki, avucundakini paylaşanlar, gösterişten uzak el uzatanlar, kumbarasını, harçlığını katkıya dahil edenler, kısacası büyük acının farkına varanlar oldu.

Bankada ki hesabında milyonları olup da SMS atanlar ve diğer yanlış insanlar da bana göre sevimsiz düşünceleri ve suiistimalleri ile sınıfta kalanlar oldular.

Deprem felaketini soğutmadan sürekli yazılıp, çizilmeli, ses getirmeli diye düşünüyorum.

Allahın rahmeti ölenlerin üzerine olsun. AMİN.

 

Bakmadan Geçme