Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri

ÜNLEM GİBİSİN

ZEYNEP KIYAK

Yokluğun doldu odama dün gece.

Nezaket kurallarından bihaber,

Öylece toplanıp gelmişsin.

Kapıyı çalmadan,

İzin istemeden.

 

Bolca nezaketsizliğinden,

Üstü kalsaydı bari görgüsüzlüğünün.

Görüyorum ki;

Onu da kuşanıp gelmişsin.

Bol keseden dağıttığın ,

Yokluğuna razıyken.

Şu üstüme saldığın kibre

Şaşırmamak elde değil !

 

Yine de...

Geleni ayakta bekletmek

Olur mu deyip,

Buyur ettim hemen masama.

Akşamdan kalan yalnızlığı

Görmeyesin diye;

Mahcup mahcup...

Kusura bakma !...

Odam biraz kalabalık.

Geleni geri çevirmemek gibi,

Bir huyum var.

Ne yaparsın ?

 

Gelip oturuyorsun.

Kaykılarak yan yan bakıp,

Kibrinden yer kalmıyor bana.

Şöyle bir güzel siniyorsun.

Masa ve sandalyeme.

 

Kırk yılın hatırı var deyip,

Soluğu mutfakta alıyorum.

Tozlu rafların arasından,

Cezve ve fincanları ararken,

Telaştan tezgah üstündeki,

Sürahiyi düşürüyorum.

Hay aksilik !...

Ne sürahiymiş,

Kırılacak bu vakti bulmuş.

 

Cam kırıklarının sesiyle,

Kahkahan doluşuyor etrafa.

Amannn !...

Gel;  istemez kahve diyorsun.

Üzerine yapışan o bilindik duruşunla.

 

Bense;

Yokluğunun heyecanıyla,

Elim ayağıma dolanıyor.

Yanlışlıkla ayaklarımı,

Masaya koyuyorum.

Sonra, ayaklarımı topluyorum.

Kollarım yerinde durmuyor.

Hele uzuvlarım...

Kendini ele vermesin diye,

Kılı kırk yarıyorum.

 

Tam bu sefer oldu diyorum...

Bir bakıyorum !

Yokluğun da yok oluyor.

Bari kokun kalsın diye,

Süngülüyorum yüreğimin penceresini.

Böyle sessizce uzayıp gitmene de;

Şaşırmamak elde değil...

 

Ünlem gibisin...

Duygularımı kendine esir edip,

Kifayetsizliğin zaten acıtıyorken,

Yokluğunu,

Neden yok ediyorsun !...

 

DİYARBEKİR BİR ULU ŞEHİR

ŞENAY TEK

Diyarbekir bir ulu şehir

Yüreğinde ne ağıtlar söylenir

At üstünde kırbaç elinde beyler ağalar

Karakoçlar  karabenli kara yazılı

Bir evki demir kap’lı

Düşlü perili

Rüyalarında gök kubbe delinmiş, yere serili

Bir çocuk henüz beşinde

Aklı geçmişinde geçmişin düşünde

Ayağı çıplak

Gıcırdar tahtaları evinin, bastıkca yere

Yüreği büyür, evren küçülür

Küçülür madde yüreği büyüdükçe

Yaradana kuldur, ilk sözü Allah

Yaradılışa tevekkül, elhak

Gün aydınlanır söz aydınlanır

Hak'ka dayanmış kula nasıl güzel bir sabah

Çile çekmeyen olmazmış derviş

Derviş olunmadan murada erilmezmiş

Heyhat

Dünya faniymiş, insan beşer

Her şer karşısında aklı şaşar

Karakoç'lar ölümlü, ölümlü tüm yaradılan

Ölmeyen amellermiş

Uyan ruhum el-aman.....

 

ALMILA-II

CELALETTİN TURAN

Zulüm dolu aylar, yıllara karıştı Almıla.

Bulutların arasından sızan şu gün ışığı,

Namluya sürülen fişek, çıkmadı henüz yola.

Boynumda hak etmediğim bir urgan gibi yağlı,

Zulüm dolu aylar yıllara karıştı Almıla.

 

Ümitsiz başı, elleri arasındaki yiğit.

Henüz en acıklı son türküsünü söylemedi.

Vurup demir yumruğunu, bu masayı kır, dağıt.

Dünya kurulalı böyle biçare görülmedi.

Ümitsiz başı, elleri arasındaki yiğit.

 

Henüz söylemedim en güzel şiirimi sana.

Rüzgarla yollayacağım, zannedeceksin ıslık.

Mümkün değildir. Söylenmeyecek, sığmaz satıra.

Kıymet bilmezsin. Korkarım ki, edeceksin yazık.

Henüz söylemedim en güzel şiirimi sana.

 

Anla! Daha nasıl söylenebilirki Almıla.

Babamdan miras kalan, bu eski köstekli saat.

Muhakkak doğruyu gösterir günde iki defa.

Elinde buruşturduğun gençliğimi kaldırıp at.

Anla ! Daha nasıl söylenebilirki Almıla.

 

Lütfet bana bağdaş kurup oturayım sofrana.

Kubbesi zerden yapılı saray, kapısı gümüş.

Elan kapkaranlık dünyam, renk gelsin hayatıma,

Doyururmuş yılların açlığını bir gülüş.

Lütfet bana bağdaş kurup oturayım sofrana.

 

Elbet yeşertir bu kupkuru bozkırı Almıla

Çatlamış elleriyle, ayakkabısız bir çocuk.

Ya gözyaşlarıyla, ya da oluk oluk kanıyla.

Bir anne feryadı yıkar, gözleri boncuk boncuk.

Elbet yeşertir bu kupkuru bozkırı Almıla

 

Ruh uçar, kah gelir kah gelmez geri. Beden algın.

Bu divane gömleği tam oturdu üzerime,

Ölü değildir bu bedenim ancak hala baygın,

N'olur sus. Bu şarkı düşmesin diline, söyleme,

Ruh uçar, kah gelir kah gelmez geri. Beden algın.

 

Kim bilir kaçıncı gelişim dünyaya Almıla.

İlk de olsa, son da yine seni arayacağım.

Bir ucundan diğerine Dünya denen kışlağa,

Bu yanılsamadan öte gerçeği bulacağım.

Kim bilir kaçıncı gelişim dünyaya Almıla.

 

Elbette her şey gibi hayat da biter son bulur.

Uyandırır uykudan çok derinden gelen bir ses.

Kalem, kağıt üstünde sebepsiz gezinir durur.

Ciğerimin en derinine çektiğim son bir nefes,

Elbette her şey gibi hayat da biter son bulur.

 

HEP AYNI

EMİNE SAVAŞ

Karar verdim kıracağım kalemi

Onunla da zor dediğin hep aynı

Azaltmadı içimdeki elemi

Yangınlarda kor dediğin hep aynı

 

Sanmıştım ki hece hece çağlasam

Sözcüklerle, yüreğimle ağlasam

Cümle hali pişmanları dağlasam

Ele geçen kâr dediğin hep aynı

 

Ümit ettim anlar beni hâl ehli

Kelâmlarda kalmış meğer kâl ehli

Gönle vakıf diyordum ki dil ehli

Düştüğünde yâr dediğin hep aynı

 

Zannederiz  tüm ûlema er kişi

Yangın görmüş her gurebâ yâr kişi

Mürekkeble devrim yapar bir kişi

İnsan işte! Ser dediğin hep aynı

 

Fani âlem belki bin yıl yaşasan

Elmasları incileri taşısan

Dört yanını malla mülkle kuşasan

Çul da olsa var dediğin hep aynı

 

Şiir bile çekmiyor bak mizanı

Yakın etti medeniyet Fizan'ı

Ne çare ki gitti aklın iz'ânı

Soysuzlara ar dediğin hep aynı

 

Neftî bir bak âlem âlem olalı

Taptı mala gücü onda bulalı

Kursağına haram lokma dolalı

Farketmiyor er dediğin hep aynı

 

BENİM ADIM TÜRKİYE

MUSTAFA KUTLU

Ezelden gelip de ebede giden

Bir güzel davanın kutlu yoluyum

Dünyayı zâlime cehennem eden

Mazlumun kalesi Anadoluyum

Ezelden gelip de ebede giden

 

Zahirim şarktandır batınım garptan

Yedi düvel bilir adımı benim

Barışı severim çekinmem harptan

Asla ölçülemez ne boy ne enim

Zahirim şarktandır batınım garptan

 

Eşsiz bir mekâna serdim postumu

Sanki cennet kokan topraklarım var

Kalbimde saklarım şehit dostumu

Kan ile yoğrulmuş mübarek diyar

Eşsiz bir mekâna serdim postumu

 

Lazı Türkü Kürdü benim dalımdır

Onları besleyen koca çınarım

Ay yıldızlı bayrak tek sevdalımdır

Gururla söylerim âşkla anarım

Laz'ı Türk'ü Kürd'ü benim dalımdır

 

Doğudan batıya hükmüm okunur

Fermanım insanlık adaletim hak

Kim ki bir masuma zülmü dokunur

Sonucunu herkes bilir muhakkak

Doğudan batıya hükmüm okunur

 

Ezilenlerin ilacıyım ben

Yarayı kaşımaz merhem olurum

Yedi bölgenin de baş tacıyım ben

Nerde sorun varsa çare bulurum

Ezilenlerin ilacıyım ben

 

Niyetimiz hayırdır şerde olmadık

Tarihe bakanlar görürler ancak

İstenmeyen hiçbir yer olmadık

Her zaman zirvede bu nazlı sancak

Niyetimiz hayırdır şerde olmadık

 

Ezanım kutsaldır bayrağım ulu

Dokunacak olan ele yazıktır

İyi dinle beni Allahın kulu

Şehadet nimeti bize azıktır

Ezanım kutsaldır bayrağım ulu

 

Başım koca bir dağ ayağım ova

Bir elimde güneş bir elimde ay

Mahşere taşacak bu yüce dava

Rehberim Nebi'dir koruyanım Hay

Başım koca bir dağ ayağım ova

 

Eşhedü'nün gücü önümde kalkan

Gelen her belaya göğüs gererim

Birazım Afrika birazım Balkan

Kalbimi tam orta yere sererim

Eşhedü'nün gücü önümde kalkan

 

Dört mevsim rengarenk umut açarım

Kimsesiz olanın kimsesiyim ben

Kartal olur yükseklerden uçarım

Yerde ki kuzunun hamisiyim ben

Dört mevsim rengarenk umut açarım

 

Ezelden gelip de ebede giden

Bir güzel davanın kutlu yoluyum

Dünyayı zâlime cehennem eden

Mazlumun kalesi Anadoluyum

Ezelden gelip de ebede giden

 

KUR'AN DAHA NE DESİN

MECİT AKTÜRK

Ne bir anlık bir hiddet, ne belirli bir müddet

Kapanmayan yaradır kadına zulüm, şiddet

"Müslümanım" diyene örnek asr-ı saadet

Resûl’ün mesajı net, kaynağı vahiy, kesin

"Emanet" demiş "size"; Kur’an daha ne desin!

 

Kadın anadır ere; bacıdır, eşdir, yârdır

Kadın karda kardelen özlenen nevbahardır

Vurulan her darbeden Yaradan haberdardır

Ederi elbet nârdır; hiç acınmaz; ödesin!

"Emanet" demiş "size"; Kur’an daha ne desin!

 

Kadın kısa ömre ek; Gonca/dır, Gül/dür, ere

Kadın nadide çiçek; eşsiz ödüldür ere

Değil kendinden itmek, incitmek zûldür ere

Şayet asıksa çehre nevi zehir badesin

"Emanet" demiş "size"; Kur’an daha ne desin!

 

Aşka dair destanlar "Aslı" varsa dinlenir

Nice bîçare Mecnun Leyla ile ünlenir

Bir "Gül" boynunu bükse kâinat hüzünlenir

Ömrün onla şenlenir, o’nunla asudesin

"Emanet" demiş "size"; Kur’an daha ne desin!

 

Aynada gördüğünü bir kez sorguya çeksen

Anlardın anlamı yok; aşktan nasipsiz, teksen

Nefse kafa tutsana güçlü isen, erkeksen

Hasletinle örneksen onurlu, beyzadesin

"Emanet" demiş "size"; Kur’an daha ne desin!

 

Yazsa da dört Kitap’ta Rahman’ın şânından af

Ar varsa, tövbekârsa mücrim cezadan muaf

Laf-ı güzaftır ancak sözde kalırsa insaf

Özünde şerefli, saf, mahluk-u güzidesin

"Emanet" demiş "size"; Kur’an daha ne desin!

 

Vahy-i ilahi ile belli oldu kara, ak

Aç mushafı gizine, Resul’un izine bak

Sin’den öte bir diyar, mahşer de var muhakkak

Taat edersen ancak ateşten azadesin

"Emanet" demiş "size"; Kur’an daha ne desin!

Bakmadan Geçme