Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri


GURBETİN ERKEN YOLCUSU MÜŞTEHİR KARAKAYA’YA

FUAT ARPA

Ağaran saçlarına eşlik eden

beyazla sarmaş dolaş sakallarını

kapatamıyordu kızıl vakitlerin

en geç kalmış koyuluğu bile

ve çökünce karanlık

en çabuk fark edilen beyaz olacaktı

Erken gurbetlerin genç yolcusu

bir İstanbul şaşkınıyken daha

deli dolu bir ömrün evvelinde

uzun mısralar yazmaya başlamıştı

Yitip gitmiş doğunun nice çocukları

metropol sokaklarında

ya da ter dökerken en ağır işlerde

modern bohemlik meclislerinde

kafa dağıtırken mesela

farklıydı bir zamanlar

sanatçı olmanın hiç de realist olmayan işareti

ama o yazdı en güzel mısralarını

çağdaşlarının ayık ve uyanık olmadığı saatlerde

Gah yüreğini bırakıp geldi bir yerlerde

Gah ağıtlar gönderdi ümmetin yetimlerine

şiirin ortak kalbinde

kendisiyle beraber yandı

ürkek coğrafyasının nice çocukları

ve şiiri ve sanatı yastık yapanlar

devrimci mısralarını unutmuşken

ve gelenek zindanlarına mahkumken

itiraz ve teslimiyet kapısındaki kalemler

hayatı ve sanatı kimler yazacaktı?

Sana şiiri kim öğretti ey şair?

yaratılan ve üflenen ruhun sırrını

yağmuru, denizi, baharı, kardeleni, hazanı

annede ölümü,

tarihi kurgunun damarlarına inmeyi

gece sağanaklarındaki bilgenin hikmetini.

ve sizlere ey ozanlar, kim bildirdi

siyah bir gülün matemini

“güneşe akın” yapanların yolculuğunu

paslı demir sürgünlerini

sessiz gemilerdeki hüzünleri

aşkı ve kadını ve sevdayı

ayrılığın ve yalnızlığın gazellerini?

Tanrı ne zaman döndü yüzünü size?

ne zaman fısıldandı kulağınıza hayatın anlamı

kelimenin ve kelamın büyülü dünyası?

Kelebeklerin kanatlarına ne zaman tutundunuz?

ve ne zaman yandınız pervane iken ışığın halesinde?

yıllar yılı hesapsız zamanlardan beri

evet, siz

bir zamanlarda

bir yerlerde hep vardınız.

Anma

Evreni anlatırken, her bir satır                                                                                                        

Yağmurlar, bir çiğ tanesi, beyaz kar

Anlarım ki her şey onu anmadır

Dil tekrar eder bin bir heyecanla

Beden teskin olur, kalpler rahatlar

Sanki kanatlanan nurdan zamanla

Bir ceylan koşacak ıssız vadide

Bütün kainat bir an bekleyecek

Dualar bir bebeğin ellerinde

ADALET

NAZLICAN NAZLI

Adaletsizliğin birçok yüzü vardır. Bu yüzleri tanımak kolay değildir. Çünkü önyargılar, bu yüzleri tanımayı zorlaştırır. Adalet en geniş bağlamda hem adil olanın sağlanmasını hem de felsefi açıdan neyin adil olduğunun tartışmasını içerir. Farklı görüşlere ve perspektife dayanır. Adalet, hak ve hukuka uygunluk olarak da tanımlanabilir. Toplumun düzeni, insanların can ve mal güvenliğinin olması ve toplumsal barışın sağlanmasının temel koşulu adaletin sağlanmasıdır. Eğer bir devlette adalet sağlanmazsa toplumun güveni kırılır ve herkes devlet tarafından değil sadece kendi adaletini kendi sağlama yoluna başvururlar. Bu sebeple müreffeh bir toplumun temel koşullarından biri adaletli bir hukuk sisteminin olmasıdır.  Devleti yönetenlerin adil olması durumunda halk huzur içinde yaşar, asayiş sağlanır ve milletin devletine olan güvencesi artar. Bunların tam tersi olursa eğer toplumsal huzur bozulur. Adalet güzeldir fakat emirler de olursa daha güzel olur.

Herkese mavi boncuk dağıtmak kolaydır. Adil olmak o kadar da kolay değildir. Eğer güçsüz sen her zaman eşitlik, adalet, doğruluk istersin fakat güçlü isen "Hak kuvvetin " deyip geçersin. Öyle değil mi?

Unutmayalım ki güçlü olanların hayat felsefesinde her zaman büyük balık küçük balığı yutar.

Emile Zola’nın da dediği gibi ; " Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir." Çoğumuz hayatta pek çok şeyin eşit dağıtılmadığını, insanların eşit olmadığını yani adaletin eksik olduğunu düşünürüz. Adalet denilince elbette her insanın aklına ilk önce eşitlik ve birde iki kollu terazi gelir. Oysa çok kollu olmalıdır. Eğer adaleti hafife alırsak, adaleti hiç bulamayız.  Eğer biri adaletten bahsedecek olursa ilk önce kendinden emin olmalıdır. Çünkü biz insanların doğasında herkesi, her şeyi eşit sevmek yok, sevemiyoruz.  Ama hepimiz elbette bir yerlerde yanlış yapıyoruz. Her şeye, herkese eşit davranmalıyız. Eksiklik en baştadır. Örneğin elimizde iki tane papatya bitkisi var ayrı ayrı. Bunların ikisinin de düzenli aralıklarla besine, suya ihtiyacı var. Bunu sulamaya kalkan birey ikisinden birine su vermezse bu adaletsizlik olur. Öteki bitki de derki bana haksızlık yaptın. Eşit davranmadın. Eksik kalan ( su verilmeyen) önce çürüyecek ve sonra çevresine zarar verecektir.

Evet, insanoğlu da böyle, eşit adalet sağlanmadığın da biri hep diğerine zarar verecektir.  Çevremizde tastamam olsa adaletin dost doğru olduğu söylenemez.

ADALET her ne kadar şikesiz yapılmaya çalışılsa da dünyanın kuralı bu, insanlar yine de memnun olmayacak. Ama en önemlisi hepimiz sorumlu olduğumuz kadarını yapıp yaratana bırakmalıyız çünkü en akıllıca olanı bunu yapmak olacaktır.

Öyle kavramlar vardır ki, çok sık kullanmamıza rağmen anlamını bulmakta çok zorlandığımız zamanlar oluyor.

"ADALET " gerek konusu gerek günlük hayatımızda olsun güçlüğünü hissettiğimiz kavramlardan biridir.

LEYLAM

SAFİYE SAMYELİ

Lebinden dökülen her söze kandım

Sende benim kadar seversin sandım

Sevda otağında kavruldum yandım

Beni aşk çölüne itensin Leyla'm

Gezdiğim çöllerde sensin serabım

Sensiz perişanım bil ki harabım

İçmeden sarhoşum sevdan şarabım

Elinde meyleri tutansın Leyla'm

Vuslatı ararım görünmez menzil

Gözlerim çağlıyor kurumaz mendil

Dört yanım karanlık kâr etmez kandil

Dipsiz körkuyuya atansın Leyla'm

Taç etmişim aşkı bilesin başa

Sevmedim ki seni tapmışım haşa

Hasret yarasıyım bir baştanbaşa

Aylardır döşümde yatansın Leyla'm

SAMYELİ diyor ki unut sen onu

Bil ki vuslat olmaz bu aşkın sonu

Ölsem kabul etmem bilesin bunu

Çık gel de kaderim utansın Leyla'm

ŞAİRİMSİN 4

SONGÜL ACAR

Dolaştım kâinatın bilinmezini

Her kapı bir başka zindana gebe

Kör âşık sağıra der sevdasını

Duymayan kulaklar sevdaya gebe

A/handa şuraya yazıyorum dost

Gün gelir her şeye ederiz tövbe

Kurulurda arşa mizan tartısı

Görürüz kaç gönül yalana gebe

Gözlerimi yumdum adalet için

Seçemedi tenim gerçeği tövbe

Yalanların biri kaç ayrı biçim

Urganlar masumun kanına gebe

İstersen en başa dönelim şimdi

Havva Âdemine etmiş ya sobe

Anlat anlat bitmez manayı dostum

Ruhlar âleminde vicdanlar gebe

Vursak patlar çalsak oynar akıllar

Şizofren tutkular delirdi tövbe

Rakkasenin zili kaçmış canlara

Aşka hasret diller hüsrana gebe

Yaşamak nasıl da zor oldu dostum

Hayat denen yalan ölüme gebe

Zaman sessiz sessiz alıp gidiyor

Kaybolan tüm dünler bu güne gebe

HANGİ ARALIKTA EN SEVDİĞİN ÖLMÜŞ İSE

YAŞAR ADIYAMAN

Aylardan mart

Yıllardan bilmem kaçıncı ölüm

Yıllar

Uzak yollar

Ve kadim kent

Hangi gurbette kalmış ise kalbin

O kadar uzaksın

O kadar gurbet...

Hangi aralıkta en sevdiğin ölmüş ise

Sılanın uzak sesini yakın etsen

Sevdiğinin dudağından

Son sözcüklerin sesini duysan

Tüm uzak yollar

Yakın olsa diline

Güneş kadar yakın etsen sıcaklığını

Temmuzu vaat etsen kalbe

Dağılır mı gurbet hüznü...

Hangi aralıkta en sevdiğin ölmüş ise

O vakit gurbet hüznü çöker

Gurbetin soğuktan demir elleri

Artık topraktan filizlenmeyecek yaşam

İğri iğri düşse de yağmur taneleri

Turaptan elden çekilir insan

Öylece gider...

Hangi aralıkta en sevdiğin ölmüş ise

O aralık hep soğuk kalacak yüreğin

Kalbin o zamana kadarki

Tüm sancıları o an haykıracak

Kendinden çok şeyi kıracak

Ve mutluluk

Darağacında hare gibi kalacak...

Hangi aralıkta en sevdiğin ölmüş ise

Mart anlamsız bir anı

Nisyan bir damla senden bulacak canı

Artık hiç bir çiçek açmayacak

Yüreğin kirli bir zindan odası

Geceden hapsedecek zamanı...

Hangi aralıkta en sevdiğin ölmüş ise

Göz kapakları karanlığı kadar hayat

Geçip gidecek o an

Bir daha dönmeyecek işte

Ah o aralık

Zamanın arsız kurşunları yüreğimizde

Boşluk içinde bir kalabalık

Öylece kalacak müntehir duygular içinde

Mart dediğim duygusal

Nasıl olsa burcu balık

Kocaman boşlukta kapı boşluğu

Zamanda kalan son bir parça o da ayrılık...

Hangi aralıkta en sevdiğin ölmüş ise

Sözcükler yetim

Her şey zerreden küçük bir avuç toz

Parçaları dağılmış aile tablosundan

Kenarı kanaviçeden yapboz

Saadetten bir eser

Çivilenmiş eski resimler

Siyah beyaz

Ah ölüm birazdan geçecek zabıtlara

Bir eylül akşamı sırrını yaz...

BİR ZİHNİN TERLEYİŞİ

NAFİYE YÜKSEL

İçimde debelenir geçmişimin izleri

İzler, bir araya geldiklerinde bir umudun katili olmayı bekler.

İçimde debelenir geleceğin hayalleri,

Belki ben olmayacağım, o günler gelecek ama,

Bir ânın geçmişi olacağım,

Bir iz sadece…

Fakat ne kadar çok kalsam da geride,

Bir umudun katili olmayacağım.

Umut da olmayacağım ne yazık ki…

Yaşamış ama var olmamış bir isim kalacak anılarda.

Korkularımı Tanrım bildim,

Korkularımdan mı Tanrımdan mı korktum bilmedim.

Oysa cevabı bilmek yetecekti,

Yalnızca bilmek…

Hiç aşmak istememiştim korkularımı,

Belki de bu yüzden cevabını veremedim bu sorunun.

Yaşamanın sırlarını öğrendim;

Hangi duygunun kölesi olduysam onunla eğlenmeyi kendime borç bildim.

Bu borç benimle yaşamaya mahkum olanlara ödediğim bir bedeldi.

Karşılığını almayı umduğum bir bedel.

Yaşamanın sırlarını öğrendim ama,

Yaşamın sırlarını öğrenemedim.

İşte Tanrıdan almayı umduğum bedel

Bana tüm sırlarını açmalı, sırdaşı değil sırrı olmalıyım.

Ölümün ve hayatın anlamını şimdi bulmalıyım,

Yarın çok geç,

Yarın yok!

Vansesi Özel Haber
Yorumlar 1
Nurcan ince 26 Eylül 2021 20:26

Hepsinde okudum cok guzel elınıze dılınıze sağlık

Bakmadan Geçme