Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


TEMİZ BİR ÇEVRE, GÜVENLİ BİR GELECEK

NİSANUR ATAT

Çevre kirliliği nedir? Önce ondan başlayalım. Çevre kirliliği doğanın doğal kaynaklarının ve yaşanılan çevrenin aşırı ölçüde ve yanlış kullanılması nedeniyle doğal dengenin bozulması durumudur. Peki, bunların en büyük sebebi kim? Aslında cevap çok açık ve belli. Bizleriz.

Dünyamızdaki en büyük sorunlardan olan çevre kirliliği gün geçtikçe daha fazla ilerlemektedir. Geleceğimizi ve yaşamımızı tehdit etmekte olan sonuçları vardır. Örnek vermek gerekirse fabrika atıklarının göllere atılması su kirliliği tehlikesine, egzoz ve fabrika bacalarından çıkan dumanlar hava kirliliğine, rastgele atılan çöpler çevre kirliliğine sebep olmaktadır. Bu kirlilikler doğadaki tüm canlı ve cansız maddeleri tehlike altına atar.

 Bu çevre kirliliğini çok basit önlemlerle en aza indirebiliriz. Örneğin fabrika atıklarının göllere ve denizlere akmaması için arındırma ve filtreleme uygulaması, fabrika bacalarına zehirli dumanları önlemek için filtre uygulaması, çöpleri rastgele yerlere değil de çöp konteynerlerine, geri dönüştürülebilecek olanları da geri dönüşüm konteynerlerine (cam, plastik, karton vb. ki bunlara evde kullandığımız sıvı yağlar da dahil) atarak üstümüze düşen görevleri yapmış oluruz. Çevre kirliliğinin önlenmesinde birinci faktör insan olduğu için üzerimize düşen görevi yerine getirsek doğamızı, çevremizi ve doğadaki bütün canlıları korumuş oluruz.

Eğer çevremizi, dünyamızı çöp konteyneri olarak kullanacaksak çöp konteynerleri vb. neden var? Neden dünyamızı, çevremizi bilerek veya bilmeyerek kirletiyoruz? Neden canlılara zarar veriyoruz? Oysa biz de temiz bir dünyada yaşamayı hak eden canlılarken... Sizce de daha dikkatli olmamız gerekmez mi? Herkesin daha temiz bir çevrede ve daha sağlıklı yaşamamız için, gelecek nesillere daha temiz bir yer bırakabilmemiz için çevremizi kirletmeyelim. Koruyalım.

DOĞAMIZIN DEĞERİ

 NEŞE DEMİR

 Doğa; insanlar, hayvanlar, bitkiler ve diğer canlılar için yaşam yeridir. Doğanın kıymetini bilmenin ne kadar önemli olduğunu bilmeliyiz. Çünkü tarih boyunca bizim için  iyi ve doğru olanı unutmak her zaman insanlara zarar vermiştir. Bu sebeple sürekli çevremize korumanın yollarını aramalıyız.

Vazgeçilmez bir parçamız olan doğanın önemli değerlerinden biri olan ormanlarımız hayatımızı kurtarmaktadır. Biz doğayı bilinçsizce tüketirken ormanlar bize ders verircesine yardımcı olmaktadır. Bizi yok olmaktan kurtaran ormanlardaki yetişkin bir ağaç 18 kişinin yıllık oksijen ihtiyacını sağlayabilmektedir. Ağaçlar karbondioksiti alıp oksijene çevirdikleri için küresel ısınmayı engelleyerek dünyamızın nefes almasını sağlar. Ağaçlar su emer, atmosfere bırakır ve dünyanın su döngüsüne katılır. Su, bütün canlılar için vazgeçilmez bir yaşam kaynağıdır. Bölgenin iklim şartlarına uygun ağaçlar kökleriyle fazla suyu emerek sel felaketini engellerler. Ağaçların toprağın derinlerindeki kökleri toprağı sıkıca kavrar. Böylece elverişli topraklar yok olmaz ve tarımda verim artar. Ağaçlar dallarındaki meyveler, çiçekler ile güzeldir, faydalıdır. Sevimli sincaplar meşe palamudu, fındık, ceviz gibi yemişler olmadan yaşamazlar ve ağaçlar olmadan barınacak yer bulamazlar. Tüm çiçekli bitkiler arılar için nektar ve polen kaynağıdır. Ağaçların gölgesi çocukları, yetişkinleri ve hayvanları yazın kavurucu sıcaklardan korur.

Şiirlere, öykülere konu olan ormanlar herşeyimiz olmuştur. Bir öyküde anlatıldığı gibi amazon ormanlarını gören insan: "İşte, hiçlik." diye söylenirler ona rehberlik eden yerli: "İşte, her şey..." diye karşılık vermiştir.

BİR DELİ ŞAİR

ŞEVKET SULHAN

Üniversite yılarında bende şiir yazma isteği peyda olmuştu. İkinci sınıftayken şiir tahlilleri derslerinde, şiirin imge dünyasına merhaba dedim. Yeni Türk Edebiyatı hocamız ballandıra ballandıra son dönemde edebiyatta iz bırakmış yazarları sıralıyordu. Kulak kesilmiş, anlatılanları zihnimin boşluğuna yerleştiriyordum. Zülfü LİVANELİ, İskender PALA, Ahmet ÜMİT, Murat MENTEŞ, Orhan PAMUK, Elif ŞAFAK…  Devamında da ‘Ey Sevgili’ şiirini seslendirdi. Bu şiir, adeta bütün sınıfı etkisi altına aldı. Şiirin büyülü havası ortamımızı sarmıştı. Şiir bittikten sonra (Hocamız) uzmanlığını kullanarak dikkatimizi dağıttı. Söze şöyle devam etti: Gençler, sizler memleketinizde çok önemli bir yazarla birlikte yaşıyorsunuz. Belki parkta, minibüste, sokakta… Kim bilir caddeden geçerken omuzunuz onunkine değiyor da tanımıyorsunuzdur. Bende bir merak bir merak başladı. Muş doğumlu olduğu, İstanbul’dan Van’a geldiği, 2000’li yılların başından beri Van’ı kendisine mesken tuttuğunu anlattı. Anlatmakla da bitiremedi sanatından, eserlerinden bahsetti durdu. Dayanamadım parmak kaldırıp söz hakkı istedim.

Hocam, affedersiniz nasıl olur; birlikte yaşadığımız birisini tanımamamız mümkün mü?

Tam da burada nokta atışı bir cevap verdi. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğini okuyorsunuz ama kendi burnunuzun dibindeki nimetin, ganimetin farkında değilsiniz.        

Müştehir KARAKAYA ismi iki dudağının arasından çıkıverdi. Ya ben tanıyorum, defalarca Cumhuriyet Caddesi’nde omuzlarımız çarpıştı. Bir tebessümle yoluna devam ettiğine şahidim. Utancımdan diyemedim, sustum.

Telaşlı bir koşuşturmanın peşinde kırk beş elli yaşlarında bir adam. Kocaman cadde ortasından diğer insanlardan çok farklı görünüyordu. Bir yere yetişme telaşıyla adımları aynı ritimde ve hızlıydı. Saçı ve sakalı birbirine karışmış, bu adamın üzerinde uzun ve siyah bir palto vardı. Yorgunluğun ve zamanın keşmekeşliğine yenilmiş saçları ve sakallarında kış beyazlıkları kendini uzaktan dahi belli ediyordu. Bir an zihnimin kamerasında Deli Şairi gördüm.

Üstatla ilk tanışmamız üniversite yıllarında ders esnasında oldu. Zaman çok hızlı akarken Van İl Kütüphanesi’nde bir imza günü esnasında denk geldim. Sohbet etme fırsatı yakaladım. Mütevazı, samimi, insanını sarıp sarmalayan ‘Deli Şair’ kendisini deli diye nitelendiriyordu. Aslında üstat halkın penceresinden kendisine bu yakıştırmayı yapmıştı. Öyle kendinden emin, biriktirmişleri ve yaşamı harmanlıyordu ki içimden keşke herkes deli olsaydı diye geçirdim. Zaten öteden beri şaire normal bakan bir topluma şahit değildik. Bu imza gününde daha çiçeği burnunda ‘Çocuk’ adlı şiirimi okumuştum. Şiirin imgelerden yoksun olduğunu söylemişti. Üstadım, diyerek söze başladım: Çocuk şiiri konulu bir şiirdir, diğer şiirlerimde imgelerin sıklığından bahsettim. Bu şiirlerin bir kısmını kendisine ulaştırdım bir hafta içinde.  Üç gün gibi bir süre içinde dönüş yaptı. İmge şairi, satır aralarından gezinerek çok güzel notlar düşürmüş, beni onurlandırmıştı. ‘’Denizin yüzeyini görebilen çok, asıl önemli olan kalbin attığı yüzeyin altıdır.’’ İmgelerin aslında bana göre işlevi buydu. Deli Şair, bende bu kıvılcımı arıyordu, aradığını değerlendirmelerinde görebiliyordum.

O yıllarda Müştehir KARAKAYA, yaşayan bir aksakaldı benim için. Bu yüzenden Araf Şiirleri, Dört Şehir Dört Kapı, Gecenin Soluğu, Hazan Yaprağı, Savunma, Burada Deniz Vurgun, Düşlerden Aldım Adımı…  gibi eserlerin satır aralarına düşerek sırlı dünyasının peşine düştüm.

ŞEHR'İ VAN

HELAT DOĞAN

Binler miğfer kuşandı endamına

dört nala koşan atlar sana sarhoş

âlem şahit senin muntazamına

ah cihan olsun sana helal u hoş

Şaha kalkmıştı esmer ve boz atlar

kişnedikçe dört taraf toz içinde

yollar dillenirdi her yer şah matlar

şehir sıra aldı taht biçiminde

Uzaklardan yükselirdi duman

şövalyeler göz dikmişti ezelden

şehir galipti etrafı kahraman

hangi şey daha güzel bu emelden

Yaralarından cihan müteessir

bedenin bitap destanların diri

miladından beri göğsün muktedir

kılıç kaldır bir geri bir ileri

Suyuna düğüm atmış bir baş keşiş

yolunu çorak etmiş Tamara'nın

çobandan ah Tamar, diye inleyiş

sesi gelinceye kadar şuranın

Payitahtın nam salmış adı Tuşba

zafer senindir güç sende şahika

yerin zümrüt yeşili arşın diba

sana kanat verir Zümrüdüanka

Selamsız geçenler duyar nedamet

zira sinen hem dalga hem de sahra

sen ay ışığısın alnın fazilet

taşın ve toprağındadır Tamara

Gülden bülbüle Van'dan bize nida

baharı eder bizle bir çift kelam

bize ne güzel bir gök vermiş Huda

Şehr-i Van'a şiir yakışır vesselam...

BEN HEP YALNIZIM

METİN ÖZDOĞAN

Ben boğazın bekçisiyim

Karadeniz’den gelene güle güle derim

geçilmeyen Çanakkale’den gelene

boğaza hoş geldiniz derim

Bazıları dur, derim bazıları da geç

yoktur dünyada bir eşim

deniz dalgalarıyla sevişirim

konuşurum kuşlarla

Ben hep yalnızım

dalgalar vurur duvarlarıma

bazen onlara da kızarım

niye duvarlara vururlar diye

geçen gemilerle konuşurum

Bazen yunuslar gelir

onlarla konuşurum, boğuşurum

yağmurlarla, rüzgarlarla

bazen dalgalarla dans ederim

gelip geçenlere el sallarım

ben, İstanbul boğazının bekçisiyim.

EMEK

BİRSEN EKER

Emek verdim ince ince

dize dize yazdım gizliden gizliye

ne tadı kaldı ne de tuzu

bu zamanın dostlukları bizde

yine de dostum

kalbinden kötüyü geçirme

Geçip gitti mevsimler

ömür dediğin zamanla

çok çabuk geçer

tadında yaşarsan

böylesi daha güzel.

KUDÜS

AYŞE DURAK KARACA

Ağlıyordu şair

şiirlerinde Kudüs adı geçince

uçaklar, bombalar

küçücük bedenleri ezince

sessizce ağlıyordu şair

Kalem parmaklarında öperdi

parmakları yakılan çocuğu düşününce,

dar göğsüne açılırdı kocaman çukur

Yüzü düşerdi, içine ağlayınca şair

kimsecikler duymazdı

kimselere duyuramazdı sesini

sessizdi çünkü şair

Sessiz kalmam, diyordu şair

ellerime mürekkep bulandı

sözüm silâhtan keskin

yazacağım zalimin zulmünü

Varsın kırsınlar beni, diyordu şair

bayramlık yerine kefen giyen

çocuklardan ne farkım var ki

Lâl değilim, sağır da

suskunluğumu bir devşirirsem

cümlelerimle boğulur zalim

sen kanatsız kal ebedî mahşeri

kanatlandı gitti cennet kuşları.

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme