MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.

Bir Zamanlar Sinemaya Giderdik – 2

Ümit Kayaçelebi

Film başlamasına beş dakika kala içerideki lambalar göz kırparken biz de derinden bir oh çekerek nihayet film başlıyor derdik. O günden bu yana değişmeyen tek şey yanıp sönen sinema ışıkları galiba. Salon ışıklarının yavaş yavaş kararması... Projektörlerin perdeyi aydınlatması... Perdenin süzülerek yana doğru açılması...  Alkış sesleri... Islık sesleri... Ve film başlıyor...

Salon karardığında "Pek yakında", "Gelecek program" başlığıyla yapılan film tanıtımları ve reklamlardan -hâlâ öyle- hoşlanmazdım.. Önümüze uzun boylu birileri oturduğunda sinirlenir, boyumuzu yükseltmek için koltuğumuzun üstüne (kışın) paltolarımızı koyardık. Film başladığında nefesler tutulur sessizliğe gömülür, en küçük bir sese, fısıltıya, öksürüğe, kâğıt hışırtısına tepki verirdik. Filmdeki gelişmeler seyircinin iklimini etkilerdi. Mesela; "kötü adam" cezalandırıldığında, "iyi adam"a yapılan haksızlık giderildiğinde, âşıklar kavuştuğunda salondan alkış ve ıslık sesleri yükselirdi. Filmde ezan okunduğunda tüm izleyiciler yerinden doğrulurdu.

Filme ara verildiğinde gözler aydınlığa zor alışır, salonda hareketlilik başlardı. Arayı tuvalet kuyruğunda geçirmeyelim diye çabucak o işimizi bitirir, büfe kuyruğuna girerdik. Tabi paramız varsa! Bu arada duvarda 'Çok Yakında', ''Gelecek Program' diye oynayacak filmlerin afişlerini, adata hatim ederdik. Başka sıralarda oturan arkadaşlarımızla uzaktan uzağa el-kol işaretleriyle konuşur, bazen aramızda nevale değişimi yapardık.

"Ma-ki-nis-ssst, ses" Film oynarken giriş-çıkışı önlemek için salon kapısının perdesi önünde görevliler beklerdi. Film koptuğunda ses-görüntü kalitesi bozulduğunda; "Ma-ki-nis-sssst; ses" diye bağırırdık.  Balkon arka sırada ve sıra ortalarında oturmayı sevmezdim. Makine dairesinin altındaki o küçük pencereden çıkıp, perdeye yayılan ışık huzmesi vardır ya... Ortada oturuyorsak film ilk başladığı anda ya ayağa kalkar ya da ellerimizi havaya kaldırır, perdeye siluetimiz yansıdığında gülüşürdük. Munzurluk işte... Kanlı, vurdulu-kırdılı, ölümlü sahnelerde kendi kendimize sansür uygular, gözlerimizi kapatırdık.

Ve "yazlık sinema"lar... O zamanlar Van'da arkadaşım Yetkin Ural'ın Yazlık şehir Sinemasının hemen bitişiğinde evleri vardı. Param olmadığı ve davet edildiğim zaman Yetkin, rahmetli anne ve babası ile ablaları ile dama çıkar damdan bedava film seyrederdik. Yazın serinliği, gökte parlayan yıldızların ışıltısı altında film seyretmenin keyfide bir başka oluyordu. Yazlık sinemalarda salon düzenini koruyabilmek için sandalyeler ya birbirine telle bağlanır ya da altlarından geçirilen takozla sabitlenirdi. Çok nadiren locada oturduğumuz zaman Annem evden getirdiği ıslak toz beziyle oturmadan önce sandalyeyi siler, üzerine gazete serip minder koyardı. Tahta sandalyede uzun süre oturmak insanı zorlardı. Rahmetli annem sinemaya gitmeyi çok severdi ancak babam sinemadan pek nasipsizdi.

Yazlık sinemada "kabuklu yemiş yemek serbest" olduğundan film boyunca çiğdem yerdik. Annem kabukları yere atmamız için gazete kâğıdından yaptığı külahları elimize tutuştururdu. Yazlık sinema keyfini eğer locada oturmuşsak 'Uludağ' Gazozu ile tamamlardık. Bazen ani başlayan yağmur yüzünden film yarıda kesilir, bilet parası da geri verilmezdi, yeni bilette… Kartal Tibet ve Selda Alkor'un başrollerini oynadıkları 'Senede Bir Gün' filmini başlayan fırtına yüzünden cereyan kesildiği için film yarıda kaldığı için ağladığımı da unutmadım. Ne de olsa çocuktuk işte… Renkli ampullerle aydınlatılan yazlık sinemalar da bazen özellikle şehir sinemasında pehlivan güreşleri, pankreas güreşleri yapıldığını da iyi hatırlıyorum. Ercişli Kaplan Yapar'ın Şehir Sinemasında Bulgar pankreasçıya yenilmesi sonucu sinema bir karıştı ki sormaya gitsin! Vay efendim bizim pehlivan nasıl olur da Bulgar güreşçiye yenilir? O gün polis marifetiyle olaylar zor önlendi ve ondan sonrada o tür güreşler hiç yapılmadı.

Ha bu arada bizim sevgili Herkül Mustafa (Mustafa Hepkul) da şehir sinemasında birkaç yerli ve ecnebi güreşçiyle müsabaka yaptı. Zaten o yıllarda güreş dendiği zaman ilk akla gelenler Kaplan Yapar ve Herkül Mustafa'ydı. Bilim kurgu ve fantastik filmlerden pek hoşlanmaz, "salon filmi" tabir edilen filmleri, müzikalleri, polisiye, kovboy ve macera filmlerini severdim. Türk filmlerini hiç kaçırmaz (hala öyle...), gördüğüm filmlerin adını o günlerde küçük bir defterim vardı. Bir yarısına gittiğim filmleri bir yarısına da okuduğum kitapları yazardım.

Bazen film sayısı çok olsun diye aynı filme birkaç kez gittiğim de olurdu. Ve defterimi arkadaşlarıma göstererek ne kadar çok sinemaya gittiğimi ve film seyrettiğimi ve bunun yanı sıra ne kadar kitap okuduğumu gururlanarak gösterirdim. O dönemin oyuncuları mı? Birilerini söylesem diğerleri eksik kalır...

'Çok çok yakışıklı bir jön Ediz Hun

Göbeyiğle nam yapan Necdet Tosun

Nebahat Çehre ile Piraye uzun

Unutmadık onları hep anıyoruz.'

Yine de bir kaçını zikredeyim, Turan Seyfioğlu, Gülistan Güzey, Kenan Pars, Belgin Doruk, Talat Ertemel, Nevin Aypar, Suphi Kaner, Faruk Kenç, Hüseyin Peyda 50'li yıllarda hafızalarımızda kalan bazı isimler. 1960'lı yılara geldiğimizde Devrin Kralı Ayhan Işık var, Türkan Şoray , Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Nebahat Çehre, Selda Alkor, Sevda Ferdağ, Ajda Pekkan ve Gönül Yazar zirvedeki starlar . Cüneyt Arkın, Kartal Tibet, Ekrem Bora, Ediz Hun, Tamer Yiğit, ve 60'lı yılların ortasında arzı endam eden Çirkin Kral Yılmaz güney..Ve Yılmaz Güney sinemanın kralı o yıllardan sonra. Derken Efendim Kara Murat, Malkoçoğlu, Tarkan, Kara Orkun, lu seri filmler beğeniyle izleniyor.

'Nevzat Okçugil ve Gülistan Güzey

Şuh kadınlar Seviç Pekin, Gülbin Eray

Çapkın mı çapkındı Orhan Günşiray

Unutmadık onları hep anıyoruz'

Erol Taş' Hüseyin Baradan, Senih Orkan, Kenan Pars, Hayata Hamzaoğlu, Kuzey Vargın, Ekrem Bora sinemanın ünlü kötü adamları. Devrin Vamp kadınları da var. Sevda Ferdağ, Suzan Avcı, Aysel Tanju, Gülsün Kamu, Sevinç Pekin, Leyla Sayar, Muhterem Nur, İnci Birol, Özcan Tekgül gibi kadın aktrisler bakan erkeklerin yüreklerini hoplatıyordu.

İşin tam tam teferruatına fazla girmek istemiyorum. Genel panoramayı başka bir yazıda sunmak istiyorum Sevgili dostlar diyor ve bu özlemli yazımı 'Sinemaya Giderdik' adlı şiirimle noktalamak istiyorum.

Her zamanki gibi yine; Hey gidi günler hey diyorum…

 

 

Zamanın Ne Kadar Kıymetli Olduğunun Fazlasıyla Farkındayım:

Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar

Leyla Mihrinaz Engin

Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Stephen Hawking'in ölümünden sonra arşivindeki sorulara verdiği cevaplardan derlenerek kaleme alınan bir eserdir.

Kâinatın, dünyanın, yaşamın oluşumuyla ilgili yüzyıllarca insanoğlunun kafasını karıştıran birçok kritik sorunun bilimsel cevabının yer aldığı kitapta fizikçi Stephen Hawking kendi yaşamını da kendi diliyle okuyucuya anlatmıştır.

Önsözün, Eddie Redmayne tarafından kaleme alındığı "Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar"da, Hawking'in kişiliği hakkında çok naif dokunaklı ve ince yorumlarda bulunulmuştur. Önsözde kaleme alınan, Barack Obama'nın "Umuyorum ki Stephen yukarıda yıldızların arasında eğleniyordur," söylemi hem gülümseten hem de düşündüren bir cümledir.

Gerek medyadan bilgiler, gerek hakkında yazılan kitaplar ve gerekse Hawking'in yaşamını konu alan 'Her şeyin Kuramı' filmiyle Hawking'in yaşamını kısmen de olsa belirtmekte fayda vardır. İngiliz fizikçi, evren bilimci, astronom, teorisyen ve yazar Prof. Dr. Stephen Hawking, 8 Ocak 1942 yılında doğdu. Einstein'dan bu yana en parlak bilim adamı olarak kabul edilir. 21 yaşında Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü öğrencisiyken motor nöron hastalığına yakalanır.

Kısaca motor norön hastalığı, ALS Hastalığı, yani kas güçsüzlüğü yapan bir hastalıktır. Temel nedeni kasları kontrol eden motor nöronlar denilen sinir hücrelerinin ölmesidir. Hastalığını öğrenen Hawking'e iki yıl ömrü kaldığı söylenir. O'da doktoruna beynin işlev görüp göremeyeceğini sorar, beynin işlev göreceğini öğrenen ünlü fizikçi, düşünmekten, araştırmaktan, yazmaktan hiç bir zaman geri kalmaz. Eşi Jane'nin desteğini de arşivine not düşen Hawking, başarı üstüne başarı elde eder, bilimde çığır açar, kitaplar yazar ve üç çocuk babası olarak 14 Mart 2018 yılında hayata gözlerini yumar.

"Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar"da aile yaşamını da dile getiren Hawking, bilime neden ilgi duyduğunu da belirtmiştir. Daha 12 yaşındayken Londra'da St. Albans okulunda arkadaşlarıyla tartıştıkları konu; evrenin başlangıcı ve bu başlangıcın bir Tanrı'nın yaratımını ve müdahalesini gerektirip gerektirmediğiydi.

Babasının Oxford mezunu, bilime açık bir insan olması Hawking'i olumlu bazda etkileyen bir durumdur. Erken yaşta ölümle yüzleşmiş olmasını da; yaşamınızın sona ermeden önce yapmak istediğiniz pek çok şey olduğunu fark etmenizi sağlıyor, diye dile getirir. Hawking, "Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar" aracılığıyla kendi diliyle hastalığını, evlilik sürecini, çocuklarını anlatmıştır.

Bir bilim insanının yüzyılımızda yaşamış olması şans ve yaşamını çok sade, esprili ve samimi bir dille bizlere öğreti şeklinde aktarmış olması büyük bir değerdir. Ve diyor ki Hawking; anı yakalayın ve hareket etmek için daha fazla beklemeyin… On büyük sorunun yer aldığı "Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar"da, her bir soru ve cevap üzerinde uzun uzun durmakta fayda vardır. Özetlemek gerekirse, 1960 yılının en büyük sorusu "evren bir başlangıca sahip midir?" Bu düşünceyle 1970 yılına kadar "Kara Delik" üzerine araştırma ve çalışmalar yapan Hawking, kozmolojiye olan ilgisinden dolayı evrenin boyutunun artan bir hızda büyüdüğü ve hızlı bir şekilde şişerek genişlediği bulgusuna varır. Bunun üzerine Amerikalı fizikçi James Burkett Hartle ile "sınırsızlık" kuramını formüle etmek üzerine çalışır.

Hawking 1982 yılında evren üzerine popüler bir kitap yazma fikrine karar verir. Nitekim 1988 yılında "Zamanın Kısa Tarihi"ni yayımlar. 1 Nisan şaka günü yayınlanan kitapla ilgili şu açıklama da bulunan Hawking, şakacı, yaşadıklarına rağmen hayat dolu, meraklı ve mütevazi kişiliğini de yansıtmaktadır: "Çalışmamı yürüttüğüm süre boyunca evreni anlamamıza katkıda bulunabilmiş olmamdan ötürü son derece şanslıyım. Ancak sevdiğim ve beni seven insanlar olmasaydı boş bir evrende yaşıyor olurdum. Onlar olmadan tüm bu şeylere olan merakım yok olup giderdi." Ve yine çok samimi olarak kaleme aldığı; bizler birlikte geleceğe doğru yolculuk yapan birer zaman yolcusuyuz, sözleri kitap okuyucusuna güven ve huzur verecek niteliktedir.

'Tanrı var mı?' Sorusuna uzun, analitik ve bilim çerçevesinden cevap veren Hawking: Çalışmalarım etrafımızı çevreleyen evreni anlamak adına rasyonel bir çerçeve bulmak üzerine kuruludur. Tanrı'nın varoluşunu kanıtlamak ya da çürütmek değil, diye belirtir. Evrenin oluşumu için verdiği örnek oldukça çarpıcıdır. Bunun için madde, enerji ve uzayın bir araya gelmesi gerektiği fikrindedir. Albert Einstein, evrenin oluşumu konusunda E = mc² denklemi ile kütle ve enerji buluşu üzerine Hawking'de 'uzay'ı ekler. Büyük patlama ile zamanın başladığı düşüncesi somut örneklemelerle kaleme alınmıştır.

'Her Şey Nasıl Başladı?' sorusuna verilen cevap bölümünde, evrenin genişlediğine dair keşif yirmi birinci yüzyılın en entelektüel devrimlerindendir, şeklinde belirtmiştir. Einstein'ın genel görelilik kuramı, belirsizlik ilkesi, Feynman'ın çoklu geçmişler fikirlerine de değinen Hawking; esasında akıllı varlıkları içermeyen kaç geçmiş olduğu bizi ilgilendirmiyor. Asıl ilgilendiğimiz belirli bir düzeyinde akıllı yaşamın geliştiği geçmişlerdir, şeklinde ifade eder.

Büyük sorulara Kısa Yanıtlar kitabı sayesinde:

Güneş sisteminin dört buçuk milyar yıl önce oluştuğu,

Büyük patlamanın dokuz milyar yıl önce gerçekleştiği,

Tek hücreli organizmanın evrilmesinin iki buçuk milyar yıl süreyi aldığını,

Bir insan yumurtasının ( sperm) yaklaşık üç milyar nükleik baz çifti içerdiğini,

Ve insanlığın geleceği için kaygı duyan Hawking:

Nükleer savaşın tehlike olduğunu,

Genetik olarak işlenmiş bir virüsün salınması ya da sera etkisinin kararsızlaşmasının tehlike yarattığını,

- Rockefeller bilim adamlarının insanın yaşamı için hareket etmesi gerektiği yoksa felaket olabileceğini,

DNA'nın değiştirme ve geliştirme olanağının olduğu bir çağa girdiğimizi insanlık için hem iyi hem kötü olabileceğini ve bu konuda kaygı duyduğunu ifade eder.

"Zamanda Yolculuk Mümkün mü?" Sorusuna Hawking, görelilik kavramında ışıktan hızlı hareket edilebildiği takdirde zamanda geriye yolculuk yapmanın mümkün olduğunu ancak bunu riskli bulduğunu ifade eder.

-Tanrı Var mı?

-Her Şey Nasıl Başladı?

-Evrende Bizden Başka Akıllı Yaşam Var mı?

-Geleceği Öngörebilir miyiz?

-Bir Kara Deliğin İçinde Ne Var?

-Zamanda Yolculuk Mümkün mü?

-Dünyada Hayatta Kalmayı Sürdürebilecek miyiz?

-Uzayda Kolonileşmeli miyiz?

-Yapay Zekâ Bize Üstün Gelecek mi?

-Geleceği Nasıl Şekillendiriyoruz?

Sorularına cevap bulacağınız Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar kitabı insanlığa sunulmuş muazzam bir bilgi kitabıdır.

Bir bilim insanı olan Stephen Hawking, insanların anlayabileceği sade bir dille, aşırı bilimsel literatürden uzak bir üslupla Büyük Sorulara Kısa Yanıt kitabıyla insanlığa son bir hizmet daha vermiştir.

Dilerim Hawking, bulutlar üzerinde ayaklarını sallaya sallaya, tebessümle, biz insanları ve kâinatı izliyordur.

 

 

Ömür de bitti

Mehmet Akçay 

Yetmiş sene geçti daha dün gibi

Yılları harcadık ömür de bitti

Nice mal kazandık yedik gün gibi

Pulları harcadık ömür de bitti

 

Gördük güzelleri gönül bağladık

Yandık ateşlere yürek dağladık

Bir gün güldük ise yüz gün ağladık

Selleri harcadık ömür de bitti

 

Ne yerler dolandık ettik ziyaret

Her bayramda giydik ayrı kıyafet

Her gün başka sohbet başka muhabbet

Dilleri harcadık ömür de bitti

 

Candaki güç kuvvet artık yok oldu

Gitmeler gelmeler cana yük oldu

Başta siyah saçlar döndü ak oldu

Telleri harcadık ömür de bitti

 

Çağlariyem böyle şu zaman ile

Yaradan Mevla'ya tek güman ile

Aşkın yaşattığı köz duman ile

Külleri harcadık ömür de bitti.

 

 

7.2'lik Hayatım

Davut Mortaş

Aylardan ekim, mevsim sonbahar

Dallarından usulca yere düşen yapraklar

Buna inat bizde düğün mevsimi var

Sevgiyle birleşen canlar, âşıklar...

 

Gölden arşa çıkan kızıl alamet

Sarsıntıyla gelen ani felaket

Figan ediyor ana, çocuk, yaşlı, genç

Sanki başımıza geldi, beklenen kıyamet

 

Yıkıldıkça başımıza, taştan, binalar

Ardı ardına yıkılan yuvalar

Yavrusu için ağlayan analar

Enkazı seyreden çaresiz babalar

 

Bir yandan akan kanlarım

Bir yandan ölüme giden canlarım

Ya rabbi, çaresizim yanar ağlarım

Virane döndü gönül bağlarım

 

Unutulmuşken manşet olduk

Anında cihana duyurulduk

Canlarımızı yitirdik

Can yoldaşlarımızı bulduk.

 

 

Azze

Faysal Demir

Avcılara mesken gözlerine

Denk gelirken gözlerim

Kalbim, yolunu kaybetmiş

Ürkek bir ceylan yavrusu telaşında

 

Ruhum hüzzam makamında

Demlene dursun

Kokuşmuş gülüşlere tanıktır ömrüm

Ecel elzemdir acılarıma, Azze

Yasamak ise ateşten gömlek

 

Simdi hangi birine yanmalı

Bilemedim, Azze?

Ölüm ile yasamak arasında

Bir ince çizgi kendime mi?

Yahut günahkâr sevişmelerin kurbanı

Çöp poşetlerindeki bebelere mi?

Faili ayan isimsiz mezarlara mı?

Geceden de kara madencinin

Katran karası bahtına mı?

Çoğunun adına şiir yazılmamış

Ama şiire hasret

Hastalıklı ruhların kurbanı

Gül bakışlı kadınlara mı?

 

Asöyle Azze, hangisine yanmalı simdi?

Kaç kere köz köz düşmeli

Bağrımızda ciğerimiz,

Kaç mezara aitlik hissedecek öfkemiz

Ve kursağımızda biriken azametli bir hıçkırıktır

Tek sermayemiz

 

Söyle simdi, Azze

Daha nasıl yanmalı?

Adına şiirler yazılmış

Endamı gül benekli

Al fistanlı kadın da gitti

 

Kadın gitti, adam öldü

Sahipsizdir artık şiir

 

Ah, Azze! Kim sahiplenir artık dizelerimi?

Söze kilit vurdum

Tek dil sukuttur şimdi.

Bakmadan Geçme