Van'ın Renkli Geçmişi: Haşmet Sırrı Akşener ile Anılarda Yolculuk

Söyleşi: Ümran ÖZTÜRK

Bu gün köşemde, uzun yıllar ülkemizin birçok bölgesinde yargıçlık yapmış bir hukuk adamını,

Kemanın büyüleyici notasıyla ruhumuzu dinlendirmiş bir keman sanatçısını,

Yazdığı denemeleriyle okurlarına içsel yolculuklar sunan, aynı zamanda bir araştırmacı ve derlemeci yazarı konuk edeceğim.

Kendisini ağırlamaktan büyük bir onur duyduğum Van'ın değerli isimlerinden Haşmet Sırrı Akşener ‘le eski Van'ın geleneksel, sosyal, kültürel yaşamını, sanatsal eserlerini aktarmasını, tarihi anılarını paylaşarak o dönemi tekrar hatırlatması ve bilgi birikimini yeni kuşaklara aktarması yönünde bir söyleşi gerçekleştireceğiz. Bu söyleşide sadece geçmişin izlerini sürmekle kalmayacağız, aynı zamanda geleceğe de ışık tutacağız.

Söyleşimize geçmeden önce konuğum Sayın Haşmet Sırrı Akşener'i kısaca tanıtmak isterim.

Haşmet Sırrı Akşener, 1946 yılında Van'da doğdu. 1964 yılında Van Atatürk Lisesi'nden mezun olan Haşmet Sırrı Akşener, 1969 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Askerlik görevi avukatlık ve yargıçlık stajının ardından 1974 yılında yargıçlığa başladı. Anadolu ve Trakya'nın birçok yerinde Hukuk ve Ceza yargıçlığı yaptı. 1998-2001 yılları arasında İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi ile İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi başkanlığını üstlendi bu görevinden 2001 yılında emekli oldu. Ressam ve keman sanatçısı olan Akşener, aynı zamanda derleme ve deneme türünden eserlerde verdi. ilk kitabını "Van'dan Vaniköy'e” 1996 yılında yayımladı. İkinci kitabı olan "Van'dan Vaniköy'e 2" ise 2010 yılında okuyucularıyla buluştu. 2021 yılında derlediği "Van Şiirleri ve Vanlı Şairler Antolojisi" kitabı yayımlandı ve 2022 yılında “Beşinci Üniversite Haftası Van” derleme ve arşiv araştırması kitabını okuyucularına sundu.

İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Başkanlığı'ndan ve Ticaret Mahkemesi Başkanı ünvanıyla ayrıldıktan sonra İstanbul Barosu'nda avukat olarak çalışmaya başladı halen de avukatlığa devam etmektedir.

Yani baroya kaydı hâkimlik mesleğine başlamadan önceki yıllara dayanır. 1971 yılında baroya kaydı olan Akşener'in 50 yılı aşkın bir baro kayıt süresi söz konusu.

Tabi bunun içerisinde 33-34 yıllık bir hâkimlik dönemi var İstanbul'da Ticaret Mahkemesi'nde çalıştı.

Önce orada 10 yıl Ticaret Mahkemesi Başkanlığında bulundu, üç yıl kadar sonra da oradan Türkiye'nin ilk uzmanlık mahkemesi olan İstanbul Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi'nde görev yaptı. Halen İstanbul'da yaşamakta olan Akşener, “Rıdvan Aytan Kadıköy Musiki Derneği”nin başkanlığını yapmaktadır.

*Görevinizden dolayı uzun yıllardır memleketiniz Van'dan uzakta yaşıyorsunuz. Söyleşimize başlamadan önce Van'a olan özleminizi birkaç kelime ile anlatın dersem neler söylersiniz?

1964 yılında Lise mezunu bir genç olarak Van'dan ayrıldım. Üniversite yaşamım, takiben taşradaki görevim derken Van'dan ayrı 30 yıla yakın bir süre geçti. Birtakım notlarımı, anılarımı ve düşüncelerimi yazıya dökmek istedim. Yazar olmayan insanların da yazmak isteyecekleri şeyler olabilir diyorum. Van'da belirli bir süre yaşayan görev yapan ve gezi amacıyla görenlerin intibaları övgü dolu sözleri bu yazıları yazmam konusunda teşvik oldu diyebilirim. Uzun yıllardır doğduğum, belirli bir döneme kadar yaşadığım, birçok anılarımın olduğu yerlerden uzaklardayım. Oraları her zaman düşünürüm özlerim. Bu duygular insana bazen hiç düşünmediği, daha önce hiç denemediği şeyleri yaptırıyor. Benim yazı yazmam gibi. Bunları 1996 yılında yazmıştım. Şimdi Van'dan uzaklarda kaldığım süre 60'lı yıllara çok yakın. Bu özlem hep var ve hep var olacak.

*Çocukluğumdan bu yana Van deyince aklıma ilk gelen, şimdi yerini gri soğuk betona bırakan Van'ın geleneksel toprak evleri, meyve bahçeleri, bahçelerde kaynayan semaverleri, konu komşu ile birlikte gidilen piknikler, komşulukların içtenliği ve tabii ki, Van'ın iğde kokulu sokakları gelir.

Günümüzde, modern yaşamın getirdiği betonlaşma ve karmaşıklık arasında bu hatıralar bize Van'ın doğal güzelliklerini ve insanlarının içtenliğini anımsatır. "Van'da yaşadığınız dönemde eski Van'ı ve o döneme ait özel anılarınızı bizimle paylaşır mısınız?"

1964 yılında ayrıldığım Van'a o tarihten sonra çok seyrek gidebildim. Son olarak 2022 yılının Ekim ayının başında ve sonunda olmak üzere iki kez eşimle gittik. Van'ı bıraktığımdan çok değişik, büyümüş ve gelişmiş gördüm. Bundan çok mutlu olduğumu söylesem pek doğru olmaz.

Sorunuzda geçen geleneksel toprak evlerini, meyve bahçelerini, bahçelerde kaynayan semaverlerini, konu komşuyla birlikte gidilen kır gezilerini, komşulukların içtenliğini ve tabii ki Van'ın İğde kokulu sokaklarını yerinde bulsaydım daha mutlu olurdum.

Tabii bunun bir ütopya olduğunu ve imkansızlığını da kabul ediyorum. Van gelişmiş ve büyük bir şehir olmuş derken bu özlediğimiz şeyleri bulamamış olsaydık bu kez şehir hiç gelişmemiş olduğu yerde duruyor eleştirisini dile getirecektik.

*Orta yaş ve üzeri çok sayıda Vanlı için, geçmişteki Van Sinemaları büyülü anılarla doludur. Çocukluk ve gençlik dönemlerinizde Van Sinemaları ile ilgili hatıralarınızı bizimle paylaşır mısınız? O dönemdeki yazlık sinemaların büyüsünden bahseder misiniz?"

Bu sorunuzun cevabını 2010 yılında yayınladığım “Van'dan Vanköye 2” adlı kitabın yazlık sinemalar adlı 9. sayfasındaki yazısından okuyarak cevap vereceğim.

Çocukluğumun geçtiği şehirdeki yazlık sinemalar bende derin izler bırakmıştır. Nasıl bırakmasın ki?

Dünyayı bu pencereden seyrediyoruz adeta. Kışlık kapalı sinema salonlarına da haksızlık etmeyelim.

Ancak açık hava sinemaları bir başka. Hani Tunç Başaran'ın “Piyano Piyano Bacaksız” filminde düşler dünyasında yaşayan ufaklığın yazlık sineması. Hani ünlü mizah yazarımız Muzaffer İzgü'nün hayatını konu alan “Zıkkımın Kökü” adlı filmindeki Küçük Muzo'nun film aralarında gazoz, çerez sattığı, gündüzleri bir arkadaşıyla beraber süpürüp temizlediği, sandalyeleri yağlı boyayla boyalı yazlık sinemalar…

Anadolu'da nerede, hangi şehirde olursa olsun bu sinemalar ana hatlarıyla birbirine benzer.

Basitçe örülmüş badanalı duvarlarla çevrili, taştan, bazen betondan yapılmış anfi basamaklı, çoğu gıcırdayan tek tip tahta sandalyeleri olan, o sezon gösterilecek filmleri renkli afişleriyle çepe çevre donatılmış yazlık sinemalar.

Şair, gazeteci, yazar Sayın Sunay Akın, bir gazetedeki köşesinde bu sinemalardan esinlenerek uzun bir yazı yazmıştı.

“Milliyet Yayınları'nın, küçük, mavi cilt kitaplarının içinde tam sayfa renkli resimler olurdu. Kopardığım o resimleri birbirine bantlar ve arkasına gizlendiğim komodinin üstündeki şeffaf kutunun içinden kaydırırdım.

Babam terzi olduğundan, birbirine eklediğim resimleri film şeridi gibi hareket ettirecek iki büyük makara bulmak hiç de zor olmamıştı. Ellerim makaralarda olduğundan, kitabı okuyabilmek için de bir arkadaşım yardım ederdi.”

Sunay Akın yazlık sinemalardan etkilenerek bu anlatımlarını yapmış. Yazarın bu yazıyı kaleme alırken yazlık sinemaları özlemle anımsadığı ve onlardan esinlendiği kuşkusuz.

Bu yazıyı okuduktan sonra Sayın Akın ile aynı “meraklı çocuklar” sınıfından olduğumu düşündüm.

Ayrı bir yerde, ayrı bir ortamda da olsa aynı meraklı uğraşlar benim çocukluğumda da yaşanmıştı.

Ancak benim kullandığım teknoloji! ve yöntem! biraz daha farklıydı! Battaniyeden, kilimden, karton ve teneke gibi malzemelerden yapılmış küçük barakamsı karanlık bir oda…

Aynayla yansıtılan güneş ışığının geçtiği bir mercek ve bir ekran. Salonumuzun tek mahsuru güneş ışığına gereksinimiz olduğundan birazcık sıcak olması! Sonra düzgün kesilmiş yüzlerce film karesi Ayhan Işık, Belgin Doruk, Sezer Sezin, Kenan Artun, Turan Seyfioğlu ve daha birçoğunu sayabileceğimiz, o yılların yerli ve yabancı yıldız oyuncularının donuk kareleri, tarihi filmlerin, Tarzan filmlerinin unutulmaz sahneleri.

Çocukluğumun geçtiği Van Şehri'nde sinema deyince ilk önce Halkevi binası olarak yapılan yapının oldukça büyük salonunda 40'lı yıllarda faaliyete geçen şehir sineması gelir akla.

Kurucusu ve işletmecisi Şefik Soydan isimli müteşebbis olan bu sinema, Van'da kurulan ilk sinema salonudur.

Sinemanın Van'da kuruluşu ve gelişmesiyle ilgili “Dünyada Van” adlı dergideki “Bizim Sinemalarımız” başlıklı yazı bunu geniş olarak anlatmaktadır.

Bazı bölümlerini aldığımız yazıda görüldüğü gibi Van'da yazlık ve kapalı sinemaların kuruluşu sahipleri hakkında bilgi veriliyor ve Enver Dilaver'in yazlık sinemasından söz ediliyor.

Çok ilgi çekici bir üslupla kalem alınan yazı bazı ünlü şairlerden alınan alıntılar ve anekdotlarla sürdürülüyor.

Yazıda sözü edilen Enver Dilaver'e ait sinemadan o eski sinema günlerini Van'da yaşayan biri olarak söz etmek isterim.

Van'da ilk yazlık sinema Van'ın köklü ve eski ailelerinden biri olan Dilaver ailesine mensup diş hekimi Enver Dilaver tarafından açılmıştır.

Tarihini kesin anımsamamakla birlikte 1950'li yılların sonları veyahut 60'ların hemen başlarında faaliyete geçmiş olabilir. Bu sinemanın adı da Dilaver Sineması değil “Yeni Sinemaydı.”

Asker kökenli ve aynı zamanda şair yönüde bulunan Enver Dilaver yazlık sinemayı açtığında Van'da sadece kışlık kapalı şehir sineması bulunuyordu. Birkaç sezon geçtikten sonra şehir sinemasının yazlık bölümü açıldı. Bu sinemadan aklımızda kalanlar bunlar. O dönemin gençliğinin yaşantısında önemli izler bırakmış bir etkinlikti bu.

Yazlık Sinemalarla ilgili anılarımız tabi bunlardan ibaret değil. Daha sonraki yıllarda yazlık sinema kültürü Van'da oldukça yaygın bir hale geldi. Heyecanla beklediğimiz filmler birkaç yazlık bahçeye yayılan sinema dünyası Van'da birbirine rakip bazı müteşebbisleri de karşı karşıya getirdi.

Son anda yani sinema seansın başlayacağı saate yakın zamanlarda filmi değiştirmek, daha etkili bir film koymak bunlardan bazılarıydı. O günleri çok hoş bir anı olarak hep hatırlarım.

Van'da bizim dönemimizin son yazlık sineması Emek Sinemasıdır. Remzi Perihan ve ailesi tarafından yapılmış ve işletilmiştir. Bu sinemayı işletenlerden biri de Vansesi Gazetesi'nin halen sahiplerinden olan Erdal Perihan ve abisiydi. Bir sohbetimizde, bu sinemada açık saçık filimler oynatılmaması konusunda baya bir savaş verdiğini bir dönem televizyonların yaygınlaşmasıyla film yapımcılarının kalitesiz filmlere yöneldiğini sinema salonlarını da bu tür filmlere mecbur bıraktıklarını bana anlatmıştı.

* Kurtuluş bayramları, ülkenin ve özgürlük mücadelesinin zaferle sonuçlandığı önemli günlerdir. Bu günlerde milli birlik ve beraberliğin sembolüdür ve insanların duygusal olarak bağlı oldukları anlardır. Eski bayramlardaki coşku ve heyecan, o dönemin özgünlüğünü yansıtır ve sürekli olarak devam eden koşullar ve yaşam tarzları nedeniyle farklılaşabilir. Ancak o eski duyguyu, heyecanı ve coşkuyu fazlasıyla yitirdiğimizi düşünüyorum.

Bu yıl Van'ın düşman işgalinden kurtuluşunun 105.yılı kutlandı. Sizin çocukluk ve gençlik dönemlerinizdeki kutlamaları, bu kutlamalarda yapılan etkinlikleri günümüzdeki kutlamalarla kıyaslayarak anlatır mısınız?

Uzun yıllardır bu kutlamaların nasıl etkinliklerle yapıldığı konusunda fazla bir tanıklığım olmadı. Bu konuda bir giriş yapmış olmak için “Van'dan Vaniköy'e” adlı 1996 basımı kitabımın 127.sayfasından bir alıntı yapacağım.

2 Nisan 1918'de Van düşman işgalinden kurtarılmıştı.

Yine kurtuluş tarihini takip eden Van'a dönen kuşak, yeni kurulan genç Türkiye Cumhuriyetinin coşkusuyla ve büyük bir dayanışma içerisinde Van'da yeni yaşamlarını kurmuşlardır. Bu süreç 1918'i takip eden ve cumhuriyetin kuruluşuyla taçlanan günleri de içine almaktadır. 2 Nisan kurtuluş günlerinin törenlerle ve gösteri yönü olan etkinliklerle kutlanması da dayanışmanın bir sonucudur. Çünkü coşkuyla Van'a dönen halkımız büyük bir dayanışma içerisinde Van'da yeni yaşamlarını kurmuşlardır.

Yaşadığımız dönemde 2 Nisan Van Kurtuluş günleri birçok etkinliklerle kutlanırdı. Örneğin bir ulusal bayram titizliği içerisinde hazırlanan programlar sunulurdu. Akşamları tiyatro gösterileri, müzik dinletileri yapılırdı. Yani bunlara biz “Kurtuluş Müsameresi” adını verirdik. Burada bazı skeçler oynanır. Bir kahramanlık piyesi sahneye konulurdu ki, bunlar halktan büyük ilgi görürdü. Bunları gayet iyi anımsıyorum.

Gündüz “Kurtuluş Bayramı” dediğimiz törenlerin yapılması esnasında ordumuzun Van'a girişi temsili olarak canlandırılır ve temsili bazı gösteriler yapılırdı. Milli oyunlar oynanırdı. Öğleden sonra törenler bittikten sonra davet edilen bir başka şehre ait bir spor kulübünün takımı ile futbol müsabakaları yapılırdı.

Bu gösterilerin devamı yukarıda belirttiğim gibi akşamları kapalı halkevi salonlarında verilen müsamere ve müzik gösterileriyle devam ederdi. Uzun yıllardır tabi bu gösterileri ben takip etme imkânı bulamadım. Nasıl bir değişikliğe uğramış, içeriğinde herhangi bir değişiklik olmuş mudur olmamış mıdır bunları söyleyecek durumda değilim. Ancak o zaman bunun çok büyük coşkuyla yapıldığını gayet iyi anımsıyorum.

*1935 yılından bu yana ülkemizde kutlanan 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı'nın Van'da ayrı bir heyecan ve coşkuyla kutlandığını biliyoruz. “Van'dan Vaniköy'e 2” kitabınızda bu konuya da değinmişsiniz. Anılarınızda yer eden bu coşkulu bayramın kutlanışını biraz anlatır mısınız?

1 Temmuz Deniz Bayramı Van'da çok eskiden beri coşkuyla kutlanırdı. Sayın Profesör Dr. Tümer Uras bunun hakkında eskiye, anılarına dayanarak şöyle yazıyor;

“O dönemde 1940'lı yıllarda Tatvan'da (Tuğ'da ) Ulaştırma Bakanlığı'na bağlı Devlet Deniz Yolları Genel Müdürlüğü'nün bir işletmesi (Van Gölü Denizcilik işletmeleri) bulunuyordu. Bu kuruluşun her yıl, 1 Temmuz'da düzenlediği etkinlikler gerçekten bir bayram havası içinde geçerdi. Çoğunluk Bitlis'ten olmak üzere Ahlat'tan, Adilcevaz' dan halk kamyonlarla, otobüslerle Tatvan'a taşınır ve düzenlenen yağlı direk, sandal ve yüzme yarışlarıyla oldukça eğlenceli bir gün yaşanırdı.”

Çocukluk ve gençlik anılarımda 1 Temmuz Deniz Bayramlarının önemli bir yeri vardır. Coşkuyla beklediğimiz o gün Van İskelesinde yarışlar yapılır, gençler kıyasıya yarışırlardı. Civar il ve ilçelerden gelenlerin çekişmesi ilgiyle izlenirdi.

Bu iki yazının anımsattığı şeylerde sanki bir eksiklik varmış gibi geliyor bana. İşin eğlence yönü kadar önemi üzerinde de durulması gerekir diye düşünüyorum. Ulusal egemenliğin çok önemli bir uygulaması ve göstergesi olan bu hakkın kullanımını yazılarda dile getirilen önerilerin hayata geçirilmesi gerçekleştirilecek ve bunun bilincinin toplumda yer etmesi sağlanarak desteklenmesine bu bayramlar vesile olmalıdır. Mustafa Kemal Atatürk'ün her düşüncesi gibi bu hakkın sağlanmasındaki engin öngörüsü de hiçbir etkinlikte ve deniz bayramında göz ardı edilmemelidir.

Bu kabotaj hakkının yasal dayanağı “Türkiye Sahillerinde Nakliyat-ı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlarla Kara Suları Dahilinde İcrayı San'at ve Ticaret Hakkında Kanun”dur. Bu, literatürde Kabotaj Yasası olarak adlandırılır.

*İki deneme kitabınızda da babanız Orhan Akşener'in eserleri olan Van'ın toprak yapılı kerpiç evlerinin resmilerine yer vermişsiniz. Babanızın resimle olan yolculuğunu ve sanatsal yönünü bizimle paylaşır mısınız?

Babam Orhan Numan Akşener naif bir yağlı boya ressamıydı. 1900'lü yılların başlarında, 1904 veya 5 yıllarında Van'da doğmuş. İlkokulu Van'da okuduktan sonra Kuleli Askeri Lisesi'ne gitmişti.

Orada, ulusal ressamlarımızdan Sami Yetik'in, babamın bir resim çalışmasını görerek “sen resme devam et” şeklindeki tavsiyesi üzerine hayatı boyunca hep resimle ilgilenmişti.

Halkevi döneminde bu resimle uğraşısı devam ederek sergi açma aşamasına kadar gelmişti.

Resimlerinde daha çok pastel renkleri kullanırdı.

Van'da, halk evi salonlarında birçok kez karma ve müstakil resim sergileri olmuştur.

Bunun yerel basında da bahsedildiğini biliyoruz.

Ayrıca, Van'da açılan bir sergide “Van'da Kış” adlı, halen aslı ben'de bulunan bir yağlı boya tablosu ki bu “Van'dan Vaniköy'e” adlı 1996 ‘da basılan ilk kitabın kapak resmi de olmuştur.

Bu resim Van'daki bir sergide sergilendikten sonra yapılan yarışmada birincilik kazanmış. 16.11.1944 tarihli Ulus Gazetesinde haber olarak yayınlanmıştır.

Bu resimlerin bir bölümü bende bulunmaktadır. Birçoğunu eşe ,dosta, arkadaşlarına dağıtmıştır.

Tahminen 80-85 civarında yağlı boya tablosu vardı. Benim yayınladığım üç kitabın kapağında da onun hazırladığı yağlı boya resimlere yer verdim.

Böylece onun anısını yaşatmış olduk. 1976 tarihinde babamı kaybettik. O tarihten sonra resimlerini toplamaya çalıştım. Bazılarını reprodüksiyon olarak hazırlamıştım. Bir kısmı elimizdedir. Naif bir ressamdı. Hiç eğitim görmemişti.

Halkevi döneminde de resim çalışmalarına devam etmiştir. Çünkü Halkevlerinde de resim çalışmaları yapılıyordu. Onun resim istidadını geliştirme yönünde bir çalışma ortamı oluşturmuştur. Bu resimler halen Bizde bulunmaktadır.

*Van'da, Türkiye'nin toplumsal ve kültürel tarihinde önemli bir rol oynayan Halkevleri gibi değerli bir kültür kurumu da muazzam çalışmalar yapılmıştır. Bu kurum, her alanda geniş bir eğitim yelpazesi sunarak Van'ın toplumsal ve kültürel gelişimine katkı sağlamıştır. Dayılarım Fehmi Turan ve Şakir Turan'ın anlatımlarından kendilerinin yazıp oynadıkları piyesleri, folklor yarışmalarının ve düzenlenen özel geceler gibi bu döneme ilişkin hafızamda çok kıymetli bilgiler mevcut. Van'ın birikimine katkı sağlayan, gençlere yön veren, onlara yeni ufuklar açan Halkevinde yapılan çalışmaları, anılarınızı bizimle paylaşır mısınız?

Sorunun bir bölümünde zaten bu konuda bilgi vermişsiniz. Şöyle söyleyebilirim. Halkevlerinin o dönemlerde kültürel hayatımızda çok önemli roller oynadığını sadece Van'da değil diğer şehirlerde de görüyoruz. Babam Van'a döndükten sonra bu halkevi çalışmalarına çok yoğun şekilde katılmış. Temsil kolu başkanlığı ve diğer müzik çalışmalarına, resim çalışmalarına, tiyatro çalışmalarına öncülük etmiştir. Halkevlerinin bu kültürel etkinliklerde rolü çok büyüktür. Zira buradan yetişen gençler gerçekten sonraki yıllarda, daha önemli etkinliklerde rol almışlardır. Ben şunları hatırlıyorum.

Halkevi için özel olarak inşa edilmiş bir yapı bizim dönemlerimizde de halkevi salonları olarak kullanılmıştır. Sonradan bu salonlar, Halkevleri kapatıldıktan sonra sinemaya dönüştürülmüş ve bir müteşebbis tarafından çalıştırılmıştır. Burada tiyatro çalışmaları, resim çalışmaları, müzik çalışmaları yapılmaktaydı.

O dönemlerde babamın öncülüğünde kurulmuş olan Van Folklor ve Turizm Derneği'nin müzik kolunun orada çalışmalar yaptığını, benim de orada bir kemanla katkı verdiğimi çok iyi anımsıyorum. Bu konuda gerekli belgeler ve resimler de mevcuttur. Gerekirse bunları da size gönderebilirim. Yani özetle şunu söyleyebilirim. Van Halkevinin, halkevlerinin çalışma prensipleri içerisinde Van'ın kültürel hayatına, gençlerin yetişmesine çok önemli katkılarda bulunduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

*Yine, “Van'dan Vaniköy'e” kitabınızda okuduğum bir bölüm var ki o da; Ankara Devlet Koservatuarı'nın 1937 yılında başlattığı derleme seferberliğidir. 1950 yılında Muzaffer Sarısözen başkanlığında bir heyetin Van'a gelerek türkü ve ezgileri kaynak kişilerden dinleyerek derleme çalışmaları yaptıklarıdır. Bu bölümü okurlarımızla paylaşır mısınız?

“Van'dan Vaniköy'e 2”adlı deneme ve derleme kitabımızın 31. sayfasında bahsini ettiğimiz ses kayıtları daha çok Anadolu'da yapılan Türkü derlemeleri ile ilgili bir bölümdür.

1950 yılında Van'a gelen Muzaffer Sarısözen ve arkadaşları Van'da bu derleme çalışmaları yapmıştır.

Van'da da bu derleme çalışmaları devam etmiştir. Halkevi salonlarında yerleştirilen o zamana göre çok modern ses kayıt cihazları ile bunlar yapılmıştır.

Burada Ziraat Yüksek Mühendisi ağabeyim Özdemir Akşener'in bir ses kaydı bulunmaktadır. Bunun data kayıtları mevcuttur.

Çorabı çektim dizime /İndim Ereğin düzüne/Diz be diz otururken/Hasret kaldım yar yüzüne… Bu güzel Van türküsünü Muzaffer Sarısözen'e okumuş ve onun derlemesi olarak TRT kayıtlarına girmiştir.

*“Burası orta dalga 254 metre 1179 khz üzerinden yayın yapan TRT Van İl Radyosu” anonsunu duymayalı 32 yıl geçti. TRT Van Radyosu Van ortamında önemli bir ses kaybının sembolü haline geldi. Bir zamanlar kentin kültür ve sosyal hayatına unutulmaz katkılar sağlayan, Van ve çevresinde hayat bulan merkezinde de yoğunlaşan şehrin sesinin kısılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Van İl Radyosu, yani Orta Dalga'dan yayın yapan Van İl Radyosu'nun tahmin ediyorum 60'lı yılların başlarında deneme yayınları Van'da başlamıştı.

O zaman Van Folklor ve Turizm Derneği Türk Musikisi Topluluğu olarak o radyoda, deneme yayınlarında kullanmak üzere bant doldurduğumuzu hatırlıyorum. Buna Van'da müzikle ilgilenen diğer arkadaşlarımız da katkı vermişlerdi.

Sonraki yıllarda nasıl bir gelişme oldu onu bilemiyorum çünkü ben 1964 yılında tahsil için İstanbul'a geldim ondan sonra da Van'a hiç gitmedim. Bu durumda Van İl Radyosu'nun kapatılması aşamalarını pek bilemiyorum.

Ancak neden bir kültür vasıtası olan Van Radyosu'nun niçin kapandığını anlamış değilim. Bunu Van'ı seven, Van'ın kültür hayatına katkı veren herkesten duydum. Gerçekten olmaması gereken bir durum söz konusu olmuş çünkü Van ve çevresinin kültür hayatına çok önemli katkıları vardı.

Karşılıklı bu güzel sohbet, söyleşi için size çok teşekkür ederim.

Bakmadan Geçme