Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

FİLİSTİN'DE SİYONİST MEKÂN ÜRETİMİ

FATİH KATINÇ

Siyonist İsrail devletinin Filistin'de yaptığı ve yapmaya çalıştığı şeyin birçok amacı, yönü ve boyutu vardır. Bunları belki bir yazı serisi halinde ayrı ayrı ele almak gerekir. Bu yazıda İsrail'in Filistin'de yapmak istediği birçok amaçtan sadece mekânsal olarak yapmaya çalıştığı şeyin sosyolojik yönüne değinmek istiyorum. Yahudilerin tarihlerine kısaca değindikten sonra asıl konuya girmek istiyorum. Bu bağlamda Henri Lefebvre'nin "Mekânın Üretimi" teorisinden yola çıkarak yapılmak istenenin Siyonist bir mekân üretimi olduğunu düşünüyorum. Bunu yapmak için bir "Bahçıvan" gibi Yahudi olmayan masum ve savunmasız Filistin halkını soykırımdan geçiriyor.

Malum olduğu üzere Filistin toprakları günümüz Filistin halkının ataları olan ve Eski Ahid'de Yahudi milletinin ezelî düşmanı olarak anlatılan Amalika halkına aittir. Yahudi kutsal metinlerinde yer alan anlatıma dayanan İsrailoğulları'nın tarihi, Hz. İbrâhim'le başlatılmaktadır. Tevrat'ta milâttan önce 21-20. yüzyıllar arasında Mezopotamya'da yaşadığı kabul edilen Hz. İbrâhim, Tanrı'nın vahyi doğrultusunda Ken‘an (Filistin) topraklarına göç etmiş ve burada göçebe bir hayat sürmüştür. Yahudilerin soyu, Hz. Sare'den olan çocuğu Hz. İshak ve onun oğlu Hz. Yakup nesline dayandırılır. Hz. Yakup Ken'an'da baş gösteren kıtlık yüzünden çocukları ile birlikte Mısır'a Hz. Yusuf'un yanına yerleşirler. Mısır'da kısa bir refah döneminin ardından firavunların yönetiminde köleleştirilen İsrailoğulları'nın bu durumuna Hz. Mûsâ son vermiştir. Hz. Musa ve daha sonraki yönetici ve kralları sayesinde yurt bulan İsrailoğulları tarihte iki büyük sürgünden biri olan Roma sürgünü ile M.S. 70 yılından 1948 yılına kadar devletsiz ve topraksız yaşamak durumunda kalmışlardır. Roma sürgününden 20. yüzyıla kadar Filistin topraklarında dağınık birkaç İsrail ailesi dışında herhangi bir İsrail nüfusu olmadığı gibi nüfuzu da olmamıştır.

1948 yılında küçük bir devlet olarak kurulan Siyonist İsrail devleti, kurucu ideolojiye uygun olarak Yahudi halkının “tarihî yurtlarına dönüşü” manasında Filistin'de Yahudi devleti kurmayı hedefleyen siyasî hareket olarak "vadedilmiş toprakları" almak için sürekli bir mücadele ve genişleme içerisinde olmuştur. Bunun için işgal ettikleri mekânları bu ideolojiye uygun bir şekilde üretmeleri gerekiyordu. Eski ve kendilerinin ezeli düşmanı olan halkın dinini, kültürünü ve yaşam tarzını yani "mekânsal pratiklerini" simgeleyen ne varsa hepsinin önce imha edilmesi ardından da Siyonizm'i gösteren yeni sembollerle donatılmış "doğru mekânlar"ın yeniden üretilmesi gerekirdi. Eski mekânsal pratikleri icra eden "düşman" halkın eski "mekânın temsilleri"nin kentsel yenilenme için "kentsel uzaklaştırma" yoluyla yok edilmesi veya dışarı çıkarılması ve İsrailoğulları için temizlenmesi gerekirdi.

Eski mekânların asıl sahipleri, tarih boyunca mukim oldukları bölgede yaşadıkları tecrübeleri ile tarihi süreç boyunca kadim bir kültür inşa etmişler. Yani kadim halk yaşadıkları bölgede "temsilsel mekânlar" inşa etmişler. Mekânın temsilleri olan asıl sahiplerinin icra ettikleri mekânsal pratiklerini gösteren temsilsel mekânlar, İsrailoğulları'nın "doğru mekân"ları için tehdit oluşturduğundan bir bahane ile yıkılması ve yok edilmesi gerekirdi. Siyonist İsrail devleti İsrailoğulları için yeni bir "doğru mekân" inşa etmek için kadim Filistin halkının kültürleri, dini ibadetleri ve yaşam tarzı olan mekânsal pratiklerini icra ettikleri temsilsel mekânları olan camilerini/kiliselerini, hastanelerini, okullarını ve her türlü kurumunu yok ediyor. Bir Yahudi sosyolog olan Zygmunt Baumann'ın Yahudileri soykırımdan geçiren Nazilerin yaptıklarını yorumlamak için kullandığı "Bahçıvan devlet" metaforu şu an Filistin halkını soykırımdan geçiren Siyonist İsrail devletinin yaptıklarına tam uyuyor. Kendisine bir "bahçe" inşa etmek için ormanda istenmeyen ağaçları budar gibi Yahudi olmayanları ya öldürüyor ya da zorla tehcir ediyor. Böylece ormana izinsiz girip ormandaki bütün ağaçları tahrip eden işgalci bir ormancı gibi Yahudi olmayanları öldürme ve sürgün yoluyla dışarı çıkarıp saf bir Yahudi bahçesi yaratmaya çalışıyor.

Allah Nazilere bu fırsatı vermediği gibi Siyonist İsrail devletine de vermesin.

ORDA KALDI

ALPER ALPEREN

Asla dönüş yoktur gençlik çağına

Sevdalara salan göz orda kaldı

Yaşlılık düşürdü kendi ağına

Kayda değer bulan söz orda kaldı

Artık sarmaz oldu, yoruldu kollar

Ahvalim sormuyor vefasız kullar

Aşk uğruna taban eskiten yollar

Sevgiliye olan iz orda kaldı

Sahip olduklarım bende kalmıyor

Yaşama sevinci maya çalmıyor

Gönül zerre kadar lezzet almıyor

Gülzara duyulan haz orda kaldı

Kervan geçmez oldu gönül çölümde

Kurtuluşu arar oldum ölümde

Dört mevsimin dördü kıştır gönlümde

Has bahçeme dolan yaz orda kaldı

Güldüren yok lakin, çok durur üzen

Parmaklarım perde tatmıyor bazen

Çalarım çağlamaz, tutmuyor düzen

Yâr aşkına çalan saz orda kaldı

Ozan Alperen'im, ömür tükendi

Tuş eyledi beni feleğin fendi

Gam keder kök saldı, ruhuma sindi

Sevgi ile gülen yüz orda kaldı .

HÜZNÜN ARALADIĞI GECE

ARİFE ÖZDEN

Uyandırır geceyi bir hüzün yağmuru

körükler gönlümde uyuyan koru

sermayesi zaman diliminde donmuş bir anı

ayaza vurur usulden sevdanın ılık yanı

sessiz bir feryat kopar karanlığın her tonunda

visali beklerken hasretin koynunda

figanıma eşlik eder akıp giden gözyaşları

saçlarıma düşer bir bir elem yıldızları

Yüreğimi döktüğüm gözleri arar yüreğim

buhranlı halime tercüman sözlerim

delişmen taylar koşturur göğüs kafesimde

çırpınır ürkek bir kuş kesik nefesimde

harman yeri eyler ızdırap, gecelerimi

kırbaçlar bir sızı mısralarımı, hecelerimi

Sırtımda geçmişten kalma ateşten hırka

omuzlarımı katman katman saran hatıra

hicran kalelerinde esir kalır umutlarım

bağdaş kurar bir boşluk hanemin baş sedirine

ram olur yalnızlığı kucaklarım.

DAĞ GÜLÜM

HAVVA UYSAL

Ah, biliyor musun dağ gülüm

bende yürekle gurbetine sürgünüm

sensiz geçmezdi tek bir günüm

vazgeçip gül yetiştirenler denim

Saba senli sözlerle merhaba derim

ayrılık durağında irkilmeden beklerim

kıpırdamam zemheride donsa iliklerim

sobanın başına bağdaş kuranlardanım

Çok zordu ayrılık kirpikten damlar acı

kanatır her şiir dinmez içimde sancı

kime söylesem unut derdi bu usancı

zaman denen o kutlu ilacı basanlardanım

Çok sabahı sabah getirdim çare değil

bükemediğin bilek karşısında eğil

zaman öyle bir zamanki sevdanın yeri değil

yarasına düşünmeden avı basanlardanım

İnsan vefasız ahde vefayı unutuyor

verdiği tüm sözleri bir kenara koyuyor

her şeye rağmen hayat devam ediyor

paramparça yürekle gülümseyenlerdenim.

AH TAMARA

HÜSEYİN ABİ

Hangi inancın törpüsünde buluştu kalbî nefesimiz

hangi denizin sesine sığdı çığlıklarımız

karın örttüğü gökkuşağı renkli sevdaların,

hangi çanla ilan edildi sevda mahlasımız

Ah Tamara! güneş karanlığı dağıttı

pencereme yalnız ay doğdu

gönlüme dolan his şarkını duydum

ışığında yüzüp geldim

sararmış yapraklar arasında

gökkuşağı renkli tacınla

gözlerin düştü gözlerime

Ah Tamara! kar misali güzelliğin

güneşte parlayan inci kristali tenin

gözlerinin ışığından

sakınırım kıskançlığı

aşk beliri verdi gülümseyişinden

nakşettin sevgiyi ben misali

Her gece umudum yeşerdi

gaz lambalarının sönmesiyle

pencerenden bir mum ışığı yakıp

beni görme dileğini

çehrene tutsaklığım, geceye sırdaşlığım

sularınla vuslatım bitmez tükenmez.

FIRTINA

SÜMEYYE TACİR

Yıllardır dinmeyen bir fırtına

her yanı dağıtan, sessiz bir fırtına

her şeyi alıp götüren, suçsuz bir fırtına

beraberinde zifir bulutlar getiren fırtına

Yıllardır dinmeyen bir fırtına

içimdeki fırtına, içimdeki sükut

kaybolup giden yıllarım ve gözyaşım

yıllardır dinmeyen süren içimdeki fırtına

Yılların fırtınası

lakin bu seferki fırtına farklıydı

sesiz değildi fırtına

avazı çıktığı kadar bağırıyordu

yılların öcünü alırcasına

Bir şey yaklaşıyordu

görüyordum ama kördüm

baş ucumda durup gözlerime bakınca

anladım bu ölümdü

Yıllardır süren fırtına durmuştu

artık ne bir bulut vardı ne bir ses

birden bire fırtınayla gelen her şey

koparılmıştı bedenimden

hissizlikle bir mutluluk dolmuştu

Fırtına meydanıma

yılların mutluluğu

armağan olarak verilmişti sanki

ve sonrası zifiri karanlık.

SORUYORUM

İMDAT FAAL

Ne kadar kendini naza çeksen de

Yüreğinde saklı ben görüyorum

Gözümde her sabah yaşlar döksen de

Yönüm sana doğru hep yürüyorum

Mevsim kışa döndü önümüzde yaz

Bir elinde mızrap diğerinde saz

Nefesim yettikçe hem avaz avaz

İçimi dökerek hep söylüyorum

Kurumuş fidanım yeşermez dalım

Sakladım gönlümü bilinmez halim

Şifa vermez oldu petekte balım

Derdime bir deva hep arıyorum

Verdiğin mendili sakladım durdum

Günün her deminde kokladım durdum

Seni yüreğimde yokladım durdum

Aklım firar etti hep korkuyorum

Beni benden alıp tarumar ettin

Külümü savurdun bırakıp gittin

İnan bilmiyorum sana ne ettim

Kafama kafama hep vuruyorum

Bulutların artık yağmur getirmez

Gölgeni göstermen hasret bitirmez

Uzattığın elin bana yetişmez

Niye böyle oldun hep soruyorum

İmdat'ım düşmüşsün bir vefasıza

Halinden anlamaz o akılsıza

Diyecek sözüm yok o ayarsıza

Ahvaline bakıp hep gülüyorum.

Bakmadan Geçme