Zekai Dağtekin

Arkadaşım Fikret'in intiharının okul hayatıma etkisi

Zekai Dağtekin

Çocukluk ve ortaokul sınıf  arkadaşım rahmetli Fikret Sipahioğlu sınıfta yaramazlık yapmış Türkçe öğretmeni Nurten hanımında kendisini azarlayarak idareye şikâyet etmişti. Ailesinden korkan Fikret öğretmenin evine giderek kendisini idareye şikâyeti sürdürmesi durumunda abisinin kendisine kızacağını söyleyerek  özür dilemişti. Öğretmenin özrü reddetmesi sonucu, babasının silahıyla genç yaşta  intihar etmesi benimde okul hayatımı çok etkilemişti. (İntihar hikâyesini geçen haftaki yazımda genişçe anlatmıştım.)

Gelelim intihar olayının benim üzerimdeki olumsuz etkilerine.

Gördüğüm intihar sahnesi hiç gözümün önünden gitmiyordu. Öğretmenden de okuldan da nefret ediyordum. Yaz tatiline az bir zaman kalmıştı. Ortaokul 3. sınıfta okulu bıraktım. Gitmemeye başladım. Rahmetli babam okuma imkanı bulamadığı için çocuklarını okutmaya çok düşkündü. Kendisine çok güveni olan bir insandı. Bana anlattığı bir idealini hiç unutmam. Derdi ki, "Ben okuyabilseydim Erkanı-ı Harp  Reisi (Genel Kurmay Başkanı) olurdum." Okulu bırakmam bu yüzden babamı çok üzüyordu. Ama yaşadığım olaydan dolayı da çok üstüme gelmiyordu. O yıl okula, son aylarında da olsa,  devam etmediğim için ikmale kaldım. İkmal imtihanlarına babamın zoru ile girdim. Böylece ortaokul mezunu olmuştum.

Yaz tatili bitmek üzereydi. Liseye kayıt olunması gerekiyordu. Ama ben istemiyor ve okula devam etmeyeceğimi, tekrar ediyordum. Bu duruma çok üzülen babam yakın dostu ve arkadaşı olan Van'ın ilk gazetesi Vansesi Gazetesi'nin  kurucusu rahmetli İlyas Kitapçı'ya gider. Durumu anlatır. Ne yapalım buna, bana fikir ver, yardım et der. O zaman rahmetli İlyas Bey babama bir fikir verir. Derki; akşam evde oğlunu karşına al. Ona de ki mademki, sen okumayacaksın, o zaman bir iş bulup çalışman gerekir. Ben de, sana iş buldum. İki gün sonra işe başlayacaksın. Ancak, iş konusunu da önceden aralarında konuşurlar. O sırada Van havaalanında çalışma yapan bir müteahhit İlyas Beyin dostudur. Ona rica ederler. Gelsin biz onu uygun bir işte çalıştırırız. Bu konuda mutabakata varırlar. İlyas Bey Zekai biraz çalışıp zoru görünce mutlaka pişman olur ve okuluna gider der. Babam da bu fikri uygun bulur.

Ben okula gitmemeye kararlı olduğum için, işi kabul ettim. Ve aybaşında işe başladım. Sanırım Temmuz  ayıydı. Her gün sabah erkenden Cumhuriyet Caddesi üzerindeki  PTT'nin önünden kalkan kamyonların üstünde diğer işçilerle beraber havaalanına gidiyor, akşamüstleri dönüyordum. O zaman şehir merkezindeki yollar da asfalt değildi. Gidiş dönüşte kamyonun çıkardığı tozları yutuyor ve toz toprak içinde eve geri dönüyordum. Hava alanındaki şantiye de küçük bir laboratuvar vardı. Burada, Ankara'dan gelen bir uzman çalışıyordu. Havaalanı  pistinin uzatılan kısımlarından sıkıştırılan topraklardan alınan örnekler üzerinde bir takım deneyler yapılıyor ve bir grafik çıkartılıyordu. Uzman olan görevli kişiden bir haftada işi öğrendim. Görevli kişi Ankara'ya geri döndü.10 gün kadar yalnız başıma çalıştım. İşi öğrenmiştim. Tek başıma toprak analizlerini   yapıyor, grafikleri çıkarıyordum. Ancak, Ağustos  ayı başlarında adı Hıfzı  olan,  soyadını hatırlayamadığım yeni bir eleman daha aldılar.  Hıfzı sanat okulu mezunuydu. Tabii iş hakkında bir bilgisi yoktu. İşi nasıl öğrendim ise, ona da öğrettim. Ve ay sonu ikimiz beraber maaşımızı almak için muhasebeye gittik. Hıfzı'ya 30 gün üzerinden 300  lira  ödenirken  bana 240 lira verildi. Neden, dedim, işi ona ben öğrettim. İkimiz aynı işi yaptık. O zaman dediler ki; o sanat okulu, sen ortaokul mezunusun. Verebilecek bir cevabım yoktu. Çok pişman olmuştum. Eylül ayı gelmiş okullar açılmıştı. Ben sabahları kamyon üstünde toz toprak içinde şantiyeye giderken,  arkadaşlarım başlarında kasketleri ellerinde defter kitap çantaları okula gidiyorlardı. Onları kıskanmaya başlamıştım. Pişmanlığım her gün biraz daha artıyordu. Nihayet,  bir akşam babama "baba  ben okula başlamak istiyorum" dedim. Babamın sevincini anlatamam. Ertesi gün babam kaydımı yaptırdı. Kasket ve kitaplarımı aldı. Ben de böylece okumaya başladım. Ortaokul sonrası başarıyla 1958 yılında liseyi bitirerek mezun oldum. O yıl mezun olan sınıf arkadaşlarım 30 kişiydi. Bu otuz kişinin 29 tanesinin  çeşitli üniversiteleri bitirdiklerini biliyorum.   

Yaşadığım  ders niteliğindeki bu  olay, liyakatin  yanında, tahsil seviyesinin de, ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.  65 yıl önce bu kadar önem arz bir hususun bugünün bilgi çağında ne kadar daha önemli olduğunu gençlerimizin takdirine sunuyorum. Tahsillerini gidebildikleri kadar ileri seviyelere götürmelerini diliyor ve tavsiye ediyorum.

Selam ve saygılarımla.

Yazarın Diğer Yazıları