Yunus Türkoğlu

Gitmek mi zor, kalmak mı zor?

Yunus Türkoğlu

Güzel bir şehir, güzel bir mahalleydi bizimki...

Akarsu kenarlarında uzun uzun kavaklar, tadına doyulmaz iğde veren asırlık ağaçlar ve hayat yolculuğunun renkli olduğu vakitler. Sokak sokak, bahçe bahçe ve ev ev tutulacak vakitlerdi, ne yazık ki tutamadık. Kimimiz terk etti mahalleyi, kimimiz şehri ve kimimiz boş hayaller peşinden koşup gitti. Ne aradığımızı bulabildik, ne kültürümüzü, ne benliğimizi koruyabildik. Sokaklarımızı, lamba ışığında ders çalıştığımız kerpiç evlerimizi, bahçelerimizi ve tüm iğde ağaçlarını kaybettik… Solmuş yediveren güller, ot türemiş bahçelerde eyvah! Umutlar hüsrana döndü sonunda bak! Ne terk edenler mutlu oldu, ne kalanlar! Akdeniz Bölgesi’nin güzel illerinden birine göç etmiş sonra geri dönmüş “-Hani benim mor sümbüllü bağlarım?” diye sormuştu!   Mahsul toplayamadık, umutlarımızı kaybettik ve amansız hüzünler yakaladı bizi… Van’da Türksünüz dediler, göç ettiğimiz yerlerde Kürt!.. Ashabı Kiramdan Salman-ı Farisi (ra) “İslam’ın oğluyum” demişti ve doğrusu buydu! Zaten bu konu teessüfe şayandır. Dostlarımıza uzak, düşmanlarımıza yakın olduk, derdimiz bazen aştı dağları fakat anlatacak kimseler bulamadık. Her şeyi anladığımız vakit çok geç olmuş ve gerçekleri kabul edecek kimseler kalmamıştı yanımızda, yevremizde yakınımızda…

Oysaki ne güzel başlamıştı bizim hikâyemiz…

Akşamüzerleri güneş iyice eğilir, şehrin kerpiç yapılı toprak evlerinin sıralandığı parke taş döşeli sokaklarında geçmiş zaman havası olurdu. Köşe başlarında çeşmeler, tarlada taya, sulak bölgelerde camuşlar yayılır, ilkbaharda kavak ağaçları budanırdı. Çoğumuz terk etti gemiyi ve kaybettik her şeyimizi, hatıralarımızı, hayallerimizi, umutlarımızı… “Gitmek mi zor, kalmak mı zor?” derken şuurumuzu kaybettik. Pişmanlıklar da yaşandı, mutluluklarda. Kalanlarında gözünü vadiler dolusu mal doyurmadı, “desinler” diye “övsünler, bilsinler, görsünler” diye yaşadılar ve yaşıyorlar! Ve muhabbetimizi, ihlâsımızı kaybettik. En güzel mahalleleri, bağlar-bahçeler dâhil her şeyimizi kaybettik. Şimdi kaybetmekten korkacak bir şeyimiz kalmadı! Kaybetmememiz gereken kehris sularını, iki söğüt ağacı arasında asılı duran nehreyi, gümüş kaplama çatal-kaşık takımlarını, bakır kavurma kazanlarını, Şükriye teyzenin yün tarağını, Fevgiye ablanın kurutezenini, Laçin dayının bostanını velhasıl hatıralarımızı kaybettik aziz dostlar hatıralarımızı… Biz sakin cennetlerin çocuklarıydık. Kazım Karabekir Caddesi sükûnetini kaybetti. Bu kalabalıklar sıkıyor canımızı, artık çekecek takatimiz kalmadı. Elimizden bir şey gelmedi, teknoloji karşısında yenildik-dağıldık, savrulduk ve paramparça olduk!..

Sessiz sedasız gitmişlerdi işte…

Belki bir akşamüstü yağmurlarla, belki bir sonbahar günü sarı yapraklar hüzünle dallarından kopup düşerken gitmişlerdi. Giderken küskünlüklerde oldu, dargınlıklarda! Giden kalbini, aklını, sevgisini ve sevdasını orada bırakıp gitmişti. Giden de yarım kalacaktı, kalanda hey hey! Ne giden geri dönecekti ne de kalan gidene gel diyecekti veya diyebilecekti. Şimdi giden mi gurbettedir, kalan mı bilmem! Siz ne dersiniz? Kolay mıydı her şeyini geride bırakıp gitmek. Kendi gurbette olup gönlü sılada olanlara selam olsun. Yıllarca rüyalarında hep büyüdükleri avluyu, koştukları çayırlıkları, birdirbir oynadıkları tarlayı, kızlar ise beştaş-dokuztaş oynadıkları sokağı göreceklerdi. Lakin geri dönmeyi düşünmeyeceklerdi! Düşünmeyeceklerdi çünkü atadan-babadan kalan güzelim bağlar, bahçeler artık yoktu! Aslında vardı ama içinde oturan sakinler değişmişti… Gittikleri yerlerde abad olanlara sözüm yok, bu böyle biline! Şartlar ne olursa olsun, geri dönebilirsin! Neden dönmüyorsun? Mesleğini memleketinde icra edebilir, sevdiklerine faydalı olabilirsin. Hiçbir şey için geç değildir, Bu konuyu iyice bir düşün istersen! Sessiz, sakin ve telaş etmeden dönebilirsin. Sakın, sakın ha karşılama, tören filan isteme kimseden. Sessiz sedasız gittin yine öyle dön… Dönebilirsin veya dönebilirsen!

Gitmek mi zor, kalmak mı zor?..

Kimimiz vatanından ayrı kalınca her şeyi unuttu, yıllar geçti gelmez, aramaz, sormaz oldu! Ne de gittiği yerde muvaffak olabildi! Bu bir imtihandı kazananlar, kaybedenler oldu! Memleketi bir sel bastı ve kalanlarda selin önünde sürüklenip bir türlü sahile çıkamadılar. Hep yakınıp durdular” kimse kalmadı” diye! Kimse var! Cumhuriyet Caddesi’nde, İskele Caddesi’nde yürümek mümkün değil… Kalabalıkların içinde kaybolduk ister istemez. Yakın olanları bırakıp uzaktan gelenleri, ırak olanları dost edindik… Mal, makam ve şöhreti ister dururduk fakat olmadı hep köşelerde kaldık! Kimse kimseyi arayıp sormaz oldu ve bir soğukluk kapladı her yanımızı. Allah-ü Teâlâ’nın verdiğine kıyıp harcayamadık, esirgedik onun yolundan… Çok şey kaybettik, hiç olmazsa kardeşliğimizi, dostluğumuzu, insanlığımızı kaybetmeyelim…

Allah’a ısmarladık…

Yorumlar 1
Osman 03 Mart 2024 11:28

Çok güzel anlatmışsınız Yunus bey yüreğinize sağlık. Güzel memleketi bıraktılar mağara adamlarına kendi gençlerimiz batıda asgari ücrete talim ediyor. Dağdan gelenler belediyelerde kamu kurumlarında boyunlarında kravat buralar bizim diyor. Sahipsiz kaldı memleketimiz PKK'lılar cirit atıyor ama umudumuzu hiç kaybetmedik

Yazarın Diğer Yazıları