Ümit Kayaçelebi

Yavuz ve ordusu Çaldıran'da

Ümit Kayaçelebi

Hicri 920 senesinde üç ayların başladığı Receb-i Şerif’in ilk gününde Çaldıran Ovası’na erişildi. Sultan Selim Han’ın ve ordusunun kararlı, kendinden emin ve şecaatli vaziyeti havaya hâkim oldu. Asker o geceyi maddi ve manevi manada uyanık geçirerek, âdeta gayb âlemi ile ülfet içerisine girdiler. O gece hiç uyumayan Yavuz Selim, zafer için Cenab- Hakk’a şöyle niyazda bulundu:

“Ya Rabbi sen bizi muzaffer eyle. Eğer bilmeyerek hata ettim ve günah işledimse, senin lûtuf ve keremin sonsuzdur. Şan-ı ulûhiyetine layık olanı yap. Ben ona razıyım.”

Ertesi gün Çaldıran meydanında kırk dört yaşındaki Yavuz Sultan Selim ve ordusu, yirmi yedi yaşındaki mağrur ve bir askerî deha olan Şah İsmail’le karşı karşıya geldi.

23 Ağustos sabahı, Osmanlının belki de bütün âlem-i İslam’ın mukadderatını tayin edecek en büyük tarihî günlerden biri idi. Osmanlı ordusunun bu savaşta mağlup olması durumunda bütün Anadolu Safeviler’in eline geçecek, Ehl-i sünnet Mezhep ortadan kalkacak ve Şii’ Mezhep hâkim olacaktı.

Nitekim R. Savory’nin şu yazdıkları hem Osmanlı’nın nasıl bir tehditle karşı karşıya kaldığını hem de Çaldıran’ın nasıl bir dönüm noktası teşkil ettiğini ortaya koymaktadır:

“Çaldıran’da Türkler yenik düşseydi, Şah İsmail’in iktidarı Timur’unkinden daha büyük sonuçlar doğuracak, sırf bu zaferin ünüyle İsmail, Doğu dünyasının mutlak efendisi olacaktı.” (R. Savory, İran Under The Safavids, sf. 45.)

Hiç şüphe yok ki, eğer Çaldıran Savaşı’nı Yavuz Sultan Selim değil de Şah İsmail kazansaydı, İran tarihine yön veren Şiilik, Anadolu tarihine de yön verecek, belki de Ehl-i sünnet Mezhep ortadan kalkacaktı. Çaldıran muharebesi, Anadolu’nun istikbaline İran Şiiliğinin yön vermesini önlemiştir.

Tarihçi İsmail Hami Danişmend Çaldıran seferinin önemini şöyle ifade eder:

“Hakikatte bu iki Türk hükümdarını birbiriyle çarpıştıran en mühim sebep, çok büyümüş olan bu iki devletin fütuhat (fetih) siyasetlerinde en şiddetli devirlerine girmiş ve artık birbirinin toprağına göz dikmiş olmalarında gösterilebilir.”

“Afganistan’dan Doğu Anadolu’ya kadar yayılan Safevi imparatorluğunun elinde mezhep, bir siyasi kuvvet şeklidir. Şah İsmail’in bütün hedefi, bu mezhebi Batı Anadolu Türkleri arasında da yayarak Anadolu’nun Osmanlı idaresinde bulunan ikinci yarısını da kolaylıkla ele geçirmekti…”

“Hâlbuki Yavuz Selim devrine gelene kadar Osmanlı padişahları Anadolu’nun birliğini temin için uğraşmışlardır; mesela Fatih, Uzun Hasan’la işte bu gaye uğruna çarpışmıştır. Onun için Yavuz’un elinde Sünnilik davası demek, Doğu Anadolu davası demek olduğu gibi, Şah İsmail’in elinde de Şiilik davası demek, Batı Anadolu davası demektir. İşte bundan dolayı Yavuz, Çaldıran seferine Osmanlı ulemasının fetvasını alarak çıkmıştır” (Danişmend, c. 2, s. 6.Kırkıncı, 2010, Niçin İran Seferi).

Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında meydana gelen Çaldıran savaşı, hiç şüphesiz tarihin en önemli ve sonraki yüzyıllara da damgasını vurmuş ve yön vermiş savaşlarından biridir.

Yavuz, mağrur hükümdar Şah İsmail’in siyasi ve askerî gücünü çok iyi bildiği hâlde, yeryüzünde Türk ordusundan daha büyük bir ordu tanımıyor ve arkadaşlarına; “Benim memalikime tecavüze cüret edenlerin akıbeti hüsran olacaktır. Ordularım, savaş meydanlarını zaferle şenlendirecektir.” diyordu.

Bir gün askerin yorgunluk ve uykusuzluğundan bahseden Vezir-i Azam Hersek Ahmet Paşa’ya fena hâlde hiddetlenen Yavuz Selim;

“Paşa Paşa! Fazla korku felaket getirir. Sen saçını sakalını devlet işlerinde ağartmışsın ama gene de ordu-yu hümayunu tanıyamamışsın. Hele sancaklar açılsın, ne yorgunluk kalır ne de uykusuzluk. Bu konuda bir daha mütalaa etme ”diyerek askerine olan güvenini ortaya koyuyordu.

Türk ordusu Danasazı mevkiinde konakladı ve bütün tertibat alındı. Yavuz’un zaferden en ufak bir şüphesi bile yoktu ve vezirlerine şöyle hitap etti:

“Hepinizden ikdam bekliyorum. Allah ne yazdı ise o olur. Meydan-ı gazadan çekilmek bize yakışmaz. Kahramanlığınızı ispat ediniz. Ebedî şan ve şeref bizimdir. Düşman savletimize mukavemet edemeyecektir. İranlıların zahiri kudret ve azametine aldanmayınız. Parlak bir zafer için askerlerinizi hazırlayıp, onların önünde savaşa giriniz. Ben de yemin ediyorum ki, hepinizin yanında savaşacağım. Şafakla beraber harp borusunun çaldığını, sancakların rüzgârla temevvüc ettiğini görünce hep birden ileri atılınız.”

“Tevfik, Huda-yı Lemyezeldendir.”

Sultan Selim daha sonra da ordusuna şöyle hitap etti:

“Asker kendi istediği şartlarda kahramanlık gösterirse bu âlâ bir durumdur, ancak gerçek kahramanlık, şartlar rakipten yana olduğunda, düşman topraklarında sebat etmekle elde edilir. İşte onlar gerçek kahramanlardır evlatlarım. Biliyorum, şu soru zihninizden hiç gitmez: ‘Nasıl dayanacağız?’ Tek cevap, ‘güç ve kuvvetin Allah’tan olduğudur. Çünkü İslam âlemi iki başlılıktan çok çekmiştir. Artık İslam’ın dünya hâkimiyeti, bizim şu sayılı günlerde çekeceğimiz çileye bağlıdır. Korkmayın, başarısızlık ihtimalini düşünmeyin. Korku, korkuyu getirir; o da dizlerinizdeki ve kollarınızdaki dermanı giderir. Cesur olamıyorsanız bile öyle davranın, çünkü insan bir süre sonra görüldüğü hâl üzere olur.” (Kırkıncı, 2010, Niçin İran Seferi)

Yavuz Selim, savaşın kaybedilme tehlikesi üzerine atını düşmanın üzerine sürmeğe karar verince, yanında bulunan vezirlerinden Hersek Ahmet Paşa ve Dukakinzade, padişahın atının üzengilerine sarılır, onu bırakmak istemezler.

“Gitme sultanım, gitme şevketlûm! Başınıza bir felaket gelirse, bu millet başsız kalır. Bunun zararı, sizden hizmet bekleyen milletimizedir.” diye yalvarıyorlardı. Fakat o korkusuz padişah vezirlerini dinlememiş, savaşın en dehşetli zamanında siyah ipek renkli yağız bir Arap atı olan, taylığından beri çok iyi yetiştirilmiş ve çok iyi beslenmiş Karabulut (veya Karaduman) adındaki küheylanını düşman saflarına doğru sürmüş ve on kişilik birliklere tek başına saldırmış, zevkine doyulmaz ve benzersiz bir kahramanlık örneği göstermiştir. Padişahı bu hâlde görenler de büyük bir gayretle ileri atılmış ve kahramanca savaşmışlardır.

Kaynak: Yazar Muharrem Günay - Kocatepe Gazetesi

 

 

Yazarın Diğer Yazıları