Ümit Kayaçelebi

Karaağaç

Ümit Kayaçelebi

"Normal insan ömrünün 15-20 katı uzunluğunda yaşam süresine sahip olan anıt ağaçlar, hem unutulmuş zamanların karanlık tüneli içinden süzülüp gelen 900-1000 yıllık hayatları boyunca tanık oldukları tarihsel olaylardan ve hem de zamanın kendilerine kazandırdığı görkemli görünüşlerinden ötürü, insan ruhu ve bilincinde önce merak ve hayranlık, sonra da takdir ve saygınlık duygusu uyandırırlar. Bu ağaçların zaman içinde boyutları değişip görkemleri arttıkça, birey ve toplum psikolojisi üzerinde bıraktığı etki de yükselir. Yükselen bu etki, ağacı daha da anıtlaştırır. Anıtlaşan ağaç toplumu daha çok etkiler. Böylece; toplum ve ağaç arasında, zaman içinde karşılıklı bir etkileşim oluşur. Bu duygular, genç beyinlerde bir taraftan soya bağlılık, yurt ve ulus sevgisi kavramlarının doğup gelişmesine vesile olurken, bir taraftan da doğa sevgisi ve çevre bilincinin oluşum sürecini hızlandırır." (1)

Köyümüz sınırları içerisinde bulunan Beşgöz mevkiinde dik bir yamaç üzerinde tüm heybetiyle durup, zamana meydan okuyan, köylünün "Karaağaç" dediği asırlık bir değerimiz vardı.

Köy halkı kutsal saydığı bu ağaca hiçbir zarar vermez, verdiğinde başına kötü bir şey geleceğine inanır. Yazları kızgın güneşten korunmak için altına sığınır, serinliğinde öğlen yemeğimizi yer, şekerleme yapardık. Gövdesini 5 insan el ele tutuşup ancak sarabilir. 1956 yılı güz mevsiminde sert esen rüzgarda büyük bir dalı kırılıp yere düşmüş. Köylünün kışın sobasında, tandırında yakmak için oduna ihtiyacı var fakat hiç kimse cesaret edip getiremiyor. Korkuyor çekiniyor. En sonunda köyde öğretmen olan İsmail Şençaglar (Kara öğretmen) böyle hurafelere inanmayın deyip köyden 3,4 adam buldu, 4. 5. sınıfları da alıp gitti. Orada parçalayıp eşeklerle köye getirdiler. Yarısını okula yarısını da kendi evine indirip o kış yaktılar. 6 ay sonra 1957 baharı öğretmenin hanımı vefat etti.

Köy halkının gözünde kesinlikle bunun "Karaağaç" ile ilgisi vardı.

1970'ler, Karaağaç'ın yaprakları dökülüp, rüzgarla bir kayanın altına toplanmış. Altın sarısı rengiyle parıldıyor. Halil Çetin (Gocahalil) bu yaprakları toplayıp hararlara doldurmuş. Çagıllı da tarlaya tohum ektim akşam eve dönüyorum. Seslendi "Yusuf gel de hararları eşeğe yükleyelim" yükledik, beraber köye gidiyoruz. "Dayı bu ağaç hakkında söylentileri biliyorsun, niye götürüyorsun?" dediğimde "onlar masal yeğenim, hem bunlar yaprak" dedi. Eve varınca yapraklardan davarlara verir. Sabah kalktığında bakar ki 8 tane koyun ölmüş. O zamanlar sakalımız yoktu ki sözümüz dinlensin!

Her şeyin bir sonu oldugu gibi yıllara meydan okuyan Karaağaç da yorgunluga yenik düşüp 1972'de kökden devrildi. Dokunmadı kimse, uzun bir süre yanlız yattı Beşgöz tepelerinde.

Degerli ağaç diye muhtarın gazetelere ilan vermesinden sonra çok gelen oldu fakat satılmadı. En son İstanbul'dan gelen bir ağaç mühendisinin anlattıgına göre bu tür ağaçların tıpkı kadınlar gibi hayız dönemi olurmuş ve bu dönemde yanından geçen her canlıyı resim olarak içine kayıt edermiş. Bunda resim yok, normal odun.

Muhtarlık satışa çıkarınca köyden Köse Bekir ve Recep Akbulut beraber satın aldılar. 8-10 adam bulup bana da traktörle getirmemi söylediler. Gittik.

Dallarını balta ile budadılar urganları birbirine bağlayıp aşağı Reis'in tarlaya kadar traktörle çektim. Gövdeyi indirmemiz mümkün değil elimle ölçtüm eni ve boyu aynı 5 metre 30 santim.

Köyden Köse İbrahim'i getirdiler, dinamitle gövdeyi parçaladı. Onları da aşağı çektim. Kalınlarından bir römork doldurup Avanos'a biçtirmeye gittik.

Reis dayının tanıdığı hızar atölyesi varmış oraya vardık. Henüz bir metre bile doğramamışken bir çatırtı koptu, hızarın bıçkısı paramparça oldu. Yenisini takıp devam etti.

Yeni bıçkıda paramparça. Adam kızıp bağırdı çağırdı bizi kovdu. Odunun içinden başparmak kalınlığında tunç, yüzü işlemeli bir boru çıktı!. Hızarı parçalayan o.

O boru ağacın içine nasıl yerleşmiş akıl sır erdiremedik. Odunları tekrar römorka yükleyip Ürgüp'e Yağcı Mustafa'nın atölyesine vardık. Zamanım yok yapamam edemem dese de sonradan gönlü oldu. Yıkın şuraya boşalınca doğrarım dedi. İçerisinde boru olanı ayrı koyup odunları yıktık. Reis, Recep dayı köye döndük.

KARAAĞAÇ hakkında yazmış olduğum şiir.

14 KASIM 1972 SALI

KARAAĞAÇ

Beşgöz'ün bağrında bir gerdanlık gibi

Tüm etrafın sanki vakit saati gibi

Hele helede Sarı yazının bir istirahatı gibi

Tüm gözler senin gölgende idi Karaağaç

Alt tarafında vardı iki tane kaya

Birisi öğlen birisi ikindi idi güya

Takip ederdi gölgeni tüm çalışan ahaliye

Hep gözler senin gölgende idi Karaağaç

Öglen olur yemek yenir, ikindi olur ayran içilir

Altında iki kayanın gölgesi takip edilir

Sarı yazıda olanlar hep altından geçilir

Gözler senin gölgende idi Karaağaç

Çok hatalıyız seni biz koruyamadık

Altına bir duvar çekip bakım yapamadık

Sen bir tarihtin bunu biz anlayamadık

Gözler senin gölgende idi Karaağaç

Sen Sarı yazının bir tek beni idin

İstirahat zamanının tek saati idin

Gerdana asılmış bir altın idin

Habersiz bırakıp gittin Karaağaç

Bedenin bir dev gibi aylarca yattı orada

Muhtarlık ihale ile sattı sonrada

Koskoca bir köylü seni koruyamadı da

Tüm Sofular'ın gözü,saati idi Karaağaç

Attım motora vagunat almadı

Boyu ölçtüm, tam 5 metre 35 santim çatalın altı

Eni de 5 metre 25 santim idi

Köse İbrahim gelip dinamitle dağıttı

Attım motora sürdüm dogru Avanos'a

Girdim içeri verdik hemen hızarın ağzına

Hızar paramparça oldu hemen orda

Adam kovdu bizi oradan dışarıya

Kovulduk oradan motoru sürdük Ürgüp'e

Vardık Yağcı Mustafa'nın atölyeye

Hele ki Recep Akbulut ve Reis dayı yanımda

Yalvardılar odun yapması için Yağcı Mustafa'ya

Kaynak: Yazar Yusuf Naz

Yazarın Diğer Yazıları