Ümit Kayaçelebi

Bitlis'in Yetiştirdiği Önemli Şahsiyetler

Ümit Kayaçelebi

 Şükri-i Bitlisi

İdris-i Bitlisi’den sonra Bitlis’in yetiştirdiği ikinci Şair, Tarihçi ve Devlet adamımızdır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, 16. yüzyılın ilk yarısında yaşadığını bazı kaynaklardan öğrenmekteyiz. Bitlis’in yerli beylerinden olup, her sahada kendisini yetiştirmesini bilmiştir. Pek çok yer gezmiş, Arapça, Türkçe, Farsça, Kürtçe, Ermenice ve Hindçe olmak üzere altı dil bilmektedir. Kaynaklarda kendisinden Mevlâna Şükri, Mevlâna Aşık gibi isimlerle de bahsedilen Şükri-i Bitlisi, tahsili daha sonra kendi ismiyle anılan Bitlis’teki Şükriye Medresesinde yapmıştır. Şuarâ Tezkiresinde Şükri-i’nin ümerâdan olduğu belirtilmektedir.

Türkçe’de Bey kelimesiyle karşılanan Emirlik rütbesi, Şükri-i’ye Osmanlı Devleti tarafından verilmiş değildir. Şükri-i, yaşadığı devirde belirli bir bölgede yaşayan, her hangi bir aşiretin beyidir. Bu unvan, bu günkü aşiret reisliği ile aynı manadadır Şükri-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim’in 1512 yılında tahta geçmesiyle İstanbul’a gelmiş ve padişaha bir kaside takdim etmiştir.

Bu takdimden sonra onun özel meclisine girmiştir. Şükri-i’nin bu kasideyi takdimine karşılık olarak ayrıca padişah tarafından, Diyarbakır taraflarında belli bir toprak parçasıyla ödüllendirilmiştir. Türk ile Türki, Kürd ile Kürdem, Evde koyuni, yabanda kurdam. Sözü ile Anadolu’nun birliği için ne güzel buyurmuştur.

 Şükri-i, Yavuz Sultan Selim ile İran, Kanuni Sultan Süleyman ile de Belgrad ve Rodos seferlerine katılmıştır. Şairin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Prof. Dr. Ahmet Uğur’un, “Şair Kanuni Devri'nin başlarında vefat etmiştir” demesiyle birlikte, eserini Kanuni’ye 1530 yılında takdim ettiğine göre, bu tarihten kısa bir süre sonra vefat etmiş olmalıdır. Şükri-i’nin; Manzum Yemen Tarihi’nin Yazarı Molla Şihabi isimli bir oğlu vardır.

 İslâm-i ilimlerin tamamını bilmekte olup Kadılık, Müftülük ve Müderrislik (Üniversite Hocası) gibi resmi vazifeler yapmıştır. Kendisi devrin en büyük Hatip ve Vaizleri arasında sayılmıştır. Sporla ilgilenmiş; Murat Nehrini baştan başa geçecek kadar iyi yüzme bildiği, iyi ata bindiği, ok atmakta hünerli olduğu, tambur çaldığı ve iyi bir avcı olduğu anlatılmaktadır.

En büyük eseri Selim-Name’dir. Selim-Namenin tarihi yönü yanında bir başka özelliği de; eserin bütün Türklerin faydalanması için Azeri ve Çağatay Türkçesi'yle yazılmasıdır. Şükri-i tarafından yazılan Selim-Name veya Selimi-name isimleriyle zikredilen bu eser, bazı kaynaklarda Fütûhâtü’s-Selimiyye veya Fütûhâtü’s-Selim Han olarak da isimlendirilmektedir.

 Mevlana Ebul Fazl Mehmed Efendi

Ebul Fazl Mehmed Efendi, Eb’ül-Fadl Mehmed Efendi, Ebul Fadıl Mehmed Efendi, Ebul Fazl Mehmed Çelebi, Defterdar Ebul Fadl Mehmed Çelebi gibi isimler altında değişik kaynaklarda yer alan bu muhterem insan, Mevlana İdris-i Bitlisi’nin oğludur. Babası gibi Alim, Fadıl, Şair, Tarihçi ve Tasavvuf ehli bir kimsedir.

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, XV. Yüzyılın sonlarında, XVI. yüzyılın başlarında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Babası kadar meşhur ve onun kadar alim olan Ebul Fazl Mehmed Efendi, Türkçe’den başka Arapça ve Farsça’yı da çok iyi bilmekteydi. Şiirlerinde Fazli mahlasını kullanmıştır.

Babası gibi Osmanlı Devleti’ne büyük hizmetler yapmıştır. Çok genç yaşta ilimle uğraşmış ve devlet işlerinde görev almıştır. 1511 yılında Müeyyed-zâde’ye danışman olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman Devrinde önce Divan üyeliği, sonra Manisa’da Müderrislik (Üniversite Hocalığı) yapmıştır. Daha sonra Trablus Kadılığına atanmıştır. 1542 tarihinde İstanbul’daki Rumeli Defterdarlığına (Baş Defterdarlığa) atanmıştır. Defterdar ismi buradan gelmektedir. Ölünceye kadar bu vazifede kaldığı ifade edilmektedir.

 Bazı kaynaklarda ise ölmeden önce, Defterdarlıktan istifa ettiği anlatılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın, kanuna aykırı bir fermanı; “Şeriata aykırıdır” diyerek iki defa reddettiğini ve daha sonra istifa ettiğini kaydetmektedir. Ebul Fazl Mehmed Efendi'nin iki oğlu vardı.

Ne yazık ki bu çocukları Galata’dan kayıkla karşı sahile geçmek isterken çıkan fırtına sonucunda kayıkları alabora olmuş ve iki kardeş suya düşerek boğulmuşlardır. Bu durum karşısında büyük üzüntülere gark olan Ebul Fazl Mehmet Efendi 1574 yılında vefat etmiştir. Ebul Fazl Mehmed Efendi, babası gibi birbirinden kıymetli bir çok eser yazmıştır. Bu eserler (bilinenler) şunlardır:

Abdullah Bedehşan-i

16. asrın yarısında yaşamıştır. Bitlis’e, Afganistan’ın Bedehşan bölgesinden gelmiştir. Osmanlı Padişahı IV. Murat, Bağdat seferine çıktığı sırada Bitlis’e uğramış ve bu zatla tanışmıştır. IV. Murat bu şahsın ilmine ve kerametine duyduğu saygıdan dolayı Abdullah Bedehşan-i’ye iki köy vermiştir.

Şeref Han

V. Şeref Han, Şaraf Al-Din, Şaraf Han, B. Şams Al-Din gibi değişik isimlerle anılan V. Emir Şeref Han; 1220 - 1650 yılları arasında Bitlis’te hüküm sürmüş olan Şerefhanlar sülalesinin bir mensubudur, soyları İran Kralı Kisra’ya dayanmaktadır. 1543 yılında doğan Emir Şeref Han’ın babası Emir Şemsettin, annesi ise Türkmen olup Tokat Bayındırlı diye bilinen Emir Han Musullu bin Külabi Bey Bin Emir beyin kızıdır. Babası Emir III. Şeref, Osmanlı’ya karşı geldiğinden İran’a kaçarak Şah Tahmasb’a sığınmıştır. Osmanlı’dan taraf tutum takınan Şeref Han, İran Şahı Tahmasb tarafından, Nahcivan Valiliği'ne gönderilmiştir. Oradan III. Murad’a mektup yazarak Osmanlı’ya bağlılığını bildiren Şeref Han, Sultan III. Murad tarafından af edilmiş, kendisine hediyeler gönderilerek Bitlis beyliği'ne atanmıştır. 1604 yılında Bitlis’te vefat etmiştir. Mezarları Bitlis’te, kendi isimleri ile anılan ve kendileri tarafından yaptırılan Şerefiye Külliyesinin avlusundaki türbenin içindedir. Kendileri Şerefname’nin yazarıdır. Şeref Han’ın 60 yaşında ve 1597 tarihinde tamamladığı bu eser Farsça olup Doğu Anadolu’nun tarihi, beylikleri, soy kütükleri, Bitlis Beyleri ve vuku bulan olayları anlatmaktadır. Bu eser, Farsça’nın dışında Türkçe, İngilizce, Arapça ve Rusça’ya tercüme edilmiştir. Yazdığı bu eseri “Eğri Fatihi” olarak anılan Sultan III. Mehmed’e ithaf etmiştir.

Şems-i Bitlisi

Şems-i Bitlisi; Abbasi soyundan gelen bir aileye dayanmaktadır. Kadiri Tarikatı silsilesinde yazılı olanlardan anladığımız kadarıyla, tanınmış İslâm öncülerinden ve Kureyş Kabilesinden Ebü’l Hasan Ali bin Muhammed bin Mevlânâ Yusuf Hazretlerinin torunlarından olan ve “İkinci Ali” olarak bilinen Şemseddin Ali, Anadolu’ya göç ederek önce Hakkari’ye, sonra Bitlis’e yerleşmiştir.

“Bitlis’in Güneşi” olarak daha sonra bilinen Şems-i Bitlisi, 1715 tarihinde, Bitlis’in Kızılcami Mahallesinde dünyaya gelmiş, Babası Abdulğafur tarafından “övülmüş” manasına gelen Mahmut ismi verilmiştir. Şems-i Bitlisi, ilk tahsilini yedi yaşında babası Abdulğafur Hocadan almıştır. Kısa bir sürede Kur’an-ı Kerim’i ezberlediği gibi, Arapça ve Farsça’yı da öğrenmiştir.

Molla Abdulğafur Hoca; “Ağabeyin Hasan’ın sohbetini ve hizmetini benim hizmetim gibi bilesin, sözünden ayrılmayasın” diyerek Şems-i Bitlisinin eğitimini tamamlaması için büyük oğlu Hacı Hasan Hoca'ya teslim etmiştir. Ağabeyi Hacı Hasan Hocanın yanında özellikle Tasavvuf eğitimi gören Şems-i Bitlisi, kısa bir sürede olgunlaşmış, “Arifibillah” düzeye gelmiştir. Bir tarihte Bitlis’in şimdiki Güroymak ilçesinin Günkırı Köyü'nde üstlenen Çukur Yöresi ağaları yanlarına topladıkları eşkıya ve Yezidiler'le yol kesmeye, soygunculuk yapmaya başlamışlardır. Bitlis emiri Selim Han, bu soruna bir çözüm bulamayınca Şems-i Bitlisi’nin Hocası Abdulcelil Hocaya ve Şems-i Bitlisi’ye başvurmuştur. Yapılan görüşmeler sonucunda, bu çapulcuların sözden anlamadıkları anlaşıldığından, Selim Han’a savaşma talimatı verilmiş ve Şems-i Bitlisi de emrindeki dervişlere komutanlık yaparak bu zorbalara karşı savaşmıştır.

Bu çarpışmadan sonra çapulcular, bütün çaldıklarını da bırakarak kaçmak zorunda kalmışlardır. Bu olay, Şems-i Bitlisi’nin cesaretine bir örnektir. 1788 yılının Ramazan ayının 12. günü Kuşluk namazı vakti geldiğinde, hizmetinde olan dervişler her zaman yaptıkları gibi Şeyhlerini uyandırmaya gelirler. Kapıyı bir süre çalmalarına rağmen içeriden ses gelmeyince hemen durumu Oğlu Abdulğafur Efendi ile Hoca İsmail Efendi'ye bildirirler. Bunlarında seslenmelerine rağmen içeriden cevap gelmeyince içeri girmek zorunda kalmışlardır.

Yatakta, yüzü kıbleye dönük olarak vefat eylediğinigörmüşlerdir. Bitlis’in Güneşi olan bu yüce kişi, 73 yaşında hayatını noktalamıştır. Şems-i Bitlisi’nin cenazesi tekbir ve dualar eşliğinde kaldırılarak dedesi ve babasının gömülü olduğu, şimdi kendi ismiyle anılan Şems-i Bitlisi Mahallesindeki bugün ki yere defin edilmiştir. Daha sonra mezarının bulunduğu yere Şeyhü’l-emir tarafından dikdörtgen şeklinde bir türbe yaptırılmıştır.

- Hacı Hasan Şirvani

Siirt İli'nin Şirvan İlçesi'nin İskambo Köyü'ndendir. Babasının adı Ebdal’dır. Hangi tarihte doğduğu kesin olarak bilinmediği gibi, ne zaman Bitlis’e geldiği de bilinmemektedir. Ancak 18. asrın Bitlis’in altın çağı olması nedeniyle diğer önemli bazı şahsiyetler gibi bunun da bu asırda Bitlis’e geldiği tahmin edilmektedir. Şems-i Bitlisi’nin en yakın dostu, sırdaşı ve karındaşıdır.

İnsan sevgisi ile dolu olan Şems-i Bitlisi ve Hacı Hasan Şirvani Hoca'nın dostluğu ender rastlanan bir mükemmelliktedir. Hacı Hasan Şirvani Hoca henüz 10 yaşlarında iken, birçok aşık ve sadıkları hayran bırakacak şekilde ilim öğrenmeye başlamıştır. Ergenlik çağında ticarete atıldığı görülmektedir. Alışverişlerinde doğruluğa, dürüstlüğe, ölçü ve tartıya son derece riayet etmiş, asla alışverişlerinde yemin etmemiştir. Temizliğe karşı aşırı zaafı bulunduğundan, müşterilerinden aldığı paraları evinde akşamları sabunlu suyla yıkamıştır. Elden ele dolaşan paraların mikrop yuvası olduğunu çok iyi biliyordu. Uzun süre bakkallık yaptıktan sonra bezirgânlığa başlamıştır. Aynı ticaret ahlakını bunda da göstermiştir.

Hacı Hasan Şirvani Hoca, Hicri Ramazan 1202, Miladi 1788 tarihinde Bitlis’te vefat etmiştir. Türbesi; Diyarbakır yolu üzeri, Alemdar Camii karşısında, Tekel Sigara Fabrikasının altındadır. Bugün ki türbe Şerefhanlar Sülalesinden, Cevahir Hatun tarafından yaptırılmıştır. Taştan yapılan kubbenin altında başka mezarlarda bulunmaktadır. Bu zatın kabri üzerinde bir sanduka olup, kitabesi yoktur.

Kaynak: Bitlis İl Kültür Turizm Müdürlüğü

Yazarın Diğer Yazıları