Ramazan Yıldırımçakar

Batı'nın Savaşına Karşı, Doğunun Barışını Yükseltmek

Ramazan Yıldırımçakar

Barış, bir suskunluk değil; en haklı çığlıktır. Savaşın gürültüsünü bastıran, top seslerine rağmen yankılanan bir vicdan çağrısıdır o. Kimi zaman bir annenin ninnisinde, kimi zaman bir çocuğun oyununda, kimi zaman bir toprağın bereketinde açığa çıkar. Barış, yalnızca kurşunun sustuğu an değildir; insanın insana yönelmediği, gözün hırsla karar(a)madığı, kalbin toprağa değil hayata açıldığı bir hâl, bir idraktir.

Savaş, nefsin tahakkümüdür. Kanla sulanan her harita, egonun toprağa çizdiği sınırdır. Oysa barış, kalpten doğar; onun hududu vicdandır. İç dünyasında barışı kuramayan toplumlar, dış dünyasında sürekli savaşmaya mahkûmdur. Bu yüzden barış, sadece siyasi bir duruş değil; aynı zamanda yüce bir mertebedir. Savaş narası atan dilde aşk barınmaz; aşkın olduğu gönül ise yıkmayı değil, imar etmeyi bilir. Mevlâna’nın pergel metaforu burada hakikate dokunur: Bir ayağın sabit olmalı hakikatte, ötekiyle dünyayı dolaşmalısın. Hakikat sabitlenmeden, dünyaya barış gelmez.

Barış, emperyalizme karşı en derin ve susturulamaz duruştur. Batı emperyalizmi, tarih boyunca barışı değil düzeni kurmakla ilgilendi. Ama kurdukları düzen, haksızlığın rafine hâlidir. Batı’nın “medeniyet” narası, kendi menfaatinin tercümesidir. İnsan hakları dedikleri şey, kendi insanlarının haklarıdır. Öteki her zaman potansiyel tehdittir. Ve barışı konuşurken bile tanklarını geride bırakmazlar. Çünkü onların barışı, sessizleştirilmiş halkların üstüne kurulmuş bir düzendir.

Bu çağda Batı, sureti haktan görünerek zulmü pazarlamaktadır. Demokrasi kılıfıyla darbeler, özgürlük sloganlarıyla işgaller, insan hakları perdesiyle kaynak yağmaları… Ne gariptir ki, Batı’nın barışı hep doğuya doğru ilerler. Çünkü barışı getirme iddiasıyla geldikleri her toprakta önce hayat ölür, sonra gelecek.

Ama halklar barışı yalnızca siyasetle değil, inançla, kadim hafızayla, dua ile taşır. Mazlumun gözyaşıyla sulanmış topraklarda, sabah ezanıyla birlikte yükselen bir direniştir barış. Bazen bir çobanın beklediği dağda, bazen bir annenin sabırla yoğrulmuş duasında saklıdır. Emperyalizmin anlayamayacağı şey, barışın sadece anlaşmalardan değil, Allah’a teslim olmuş gönüllerden doğduğudur.

Bu yüzden barış, en büyük zikirdir. Zulme karşı çekilen zikir, sessizliğin içinden yükselen bir hakikat kelimesidir. Emperyalizm toprağı zapt edebilir; ama barış, toprağa değil kalbe aittir. Kalpler özgür olduğu sürece, tanklar istedikleri kadar ilerlesin, hakikatin rüzgârını durduramazlar.

Bugün insanlık, barışa savaş açan bir çağda yaşıyor. Savaşlar sadece topraklar için değil; zihinler, algılar, hatta umutlar için veriliyor. Bu çağda barış, en büyük direniştir. Bilinçle, vicdanla, hakikati dillendirenlerle mümkündür.

Ve biz, bu çağın tanıkları olarak şunu bilmeliyiz: Barış bir hayal değil, bir hedef olmalıdır. Çünkü barış; toprağa değil kalbe ekilen bir şeydir. Ve kalpten doğan her şey, eninde sonunda yeryüzünü yeşertir.

Yazarın Diğer Yazıları