
Annenin Ayak İzinde Kaybolan Vicdanlar
Ramazan Yıldırımçakar
– Ticarileşen Merhamet, İhraç Edilen Kültür ve Unutulan Cennet –
Mayıs yaklaştığında şehirlerin damarlarına bir telâş yürür. Vitrinler güllerle değil, suni tebessümlerle dolar. Reklâmlar hüzünle giyinir; sesler yumuşar, perdeler aralanır: “Anneler Günü geliyor…” der bir ses, ama bu ses annenin sesi değildir. O ses, pazarlığın, piyasalaşmanın, kârın ve kampanyanın sesidir. İçine merhametin değil, mermerleşmiş bir alışkanlığın sinmiş olduğu bir ses…
Oysa bu günün toprağına ilk tohumu diken Anna Jarvis’ti. Annesinin ardından yaktığı mum, bir ulusun vicdanını aydınlatsın istemişti. Kalpten kalbe geçen bir minnettarlık zinciri kurmak istemişti. Ne var ki, o mumun etrafına ilk toplananlar, sonraları o ışığı söndürmek için üfleyenler oldu. Jarvis’in duası, dev reklam panolarının gölgesinde kimsesiz kaldı. Kurduğu gün, kurduğu anlamdan mahrum edildi.
Zamanla Anneler Günü, yalnız bir takvim karesi değil, küresel bir vitrin düzenine dönüştü. Artık bir annenin yorgun avuçları değil, dijital sepetlerdeki indirim kodları konuşuyor.
Tek bir dünya… tek bir kültür… ve anneliğe dair de tek bir tanım…
Küresel sistem, annelik gibi en mahrem duyguyu bile paketleyip ihraç etmeyi bildi. Bir yandan sömürdüğü coğrafyalara silah, diğer yandan annelik kartları gönderdi. “Bakın,” dedi, “siz de bizim gibi olun; annenizi yılda bir gün hatırlayın.” Böylece yerel değerlerin kalbinden bir taş daha koparıldı. Çünkü bu sistem, anneleri değil; onların üzerinden kurulacak duygusal ekonomiyi sever.
Oysa bizim hikâyemiz başka. Bizim annelerimiz, alnında sabır yazılı kadınlardır.
Yıkadığı çamaşırda helâl rızık, yoğurduğu hamurda dua, saçına sinmiş is kokusunda sessiz bir mücadele taşırlar.
Ve bizde bir söz vardır, bir cümle ki yalnız söz değil; bir inanç, bir istikamet, bir medeniyet çizgisidir:
“Cennet, anaların ayakları altındadır.”
Bu söz, annenin yere bastığı toprağa kutsallık verir. O toprağın altında ne indirim broşürleri vardır, ne kampanya başlıkları. Orada sadece gözyaşıyla yıkanmış geceler, sessizce edilen dualar, avuç içlerine saklanan ömürler yatar. Biz o ayak izlerinin ardından yürümeyi unuttuk; onun yerine onun başucuna hediye paketleri bıraktık.
Bugün “Anneler Günü” diyorlar.
Peki, gerçekten hangi annenin günü bu?
Yalnız yaşayan, huzurevinde unutulmuş anneler için mi?
Evladının mezarı başında dua eden, oğlunun ismini her gün ilk kez duyuyormuş gibi mırıldanan analar için mi?
Sabah erkenden temizlik işine giden, akşam döndüğünde çocuklarına bir tas çorbayı bölüştüren kadınlar için mi?
Yoksa sadece alışveriş merkezine sığabilen anneler için mi?
Eğer bu gün, vicdanı market raflarına sığdırmaksa;
Eğer bu gün, annenin kalbini değil, kampanyasını hatırlamaksa;
O zaman biz cennetin yolunu da şaşırmışız demektir.
Ve belki de şimdi, annemizin ayak izini yeniden arama zamanıdır.
O iz, evimizin sessiz odalarında, eski bir yemenide, bir tas çorbanın buğusunda, bir de sabah ezanında saklıdır.
Çünkü bazı günler kutlanmaz; yaşanır.
Ve annelik, bir günün değil, bir ömrün yüküdür.