Hasan Akçap

Kıyametin Provası

Hasan Akçap

Depremin olduğu günden iki gün sonra AFAD ile iletişim kurarak kendimi gönüllü yardım ekibi listesine yazdırdım. Engelli çocuğum, hasta eşim belki de gitmemem için yeterli bir gerekçe teşkil ediyordu. Ama vicdanım, evde kalıp olan biteni televizyondan izlememe izin vermiyordu.

120 kişilik gönüllü AFAD ekibi ile yola çıktık. Sadece bizim ekibimize tahsis edilmiş uçakla gece yarısı Adana’ya indik. Doğal olarak koordinasyon sorunları yaşıyorduk. Dile kolay 10 ilde yaklaşık 47 bin enkaz vardı. Ne İzmir, ne Van, ne de Gölcük depremi ile kıyaslanabilirdi. Hangi kurum, hangi organizasyon, hangi devlet böyle bir yıkım için tam tekmil hazır olabilirdi? Zaman şikâyet etme, yakınma, mızmızlanma zamanı değildi. Zaman tam da hep söylediğimiz “sorun değil, çözüm üretme” zamanıydı.

Otobüslerle Kahramanmaraş’a geçtik. AFAD merkezine ulaştığımızda gün ağarmak üzereydi. Bizleri önce İl emniyet müdürlüğüne daha sonra kalacağımız yer olan Sütçü İmam Üniversite kampüsüne yönlendirdiler. Kampüs camisine yerleştik. Yorucu ve uykusuz geçen gecenin ardından hiç dinlenmeden enkazlara gittik.

Aman Allah’ım kıyametin tam ortasındaydık. Başımızı nereye çevirsek dağ gibi bina enkazları vardı. Devasa iş makineleri, kepçeler, vinçler enkaz çevresinden büyük blokları alıp kenara koymaya çalışıyordu. Görevli ekipler ve gönüllü kurtarıcılar enkazların üstünde küçük iş makineleri ve kazma küreklerle inşaat demirleriyle iç içe geçmiş beton blokları düğümden kurtarıp açmaya çalışıyorlardı.

İş makinelerinin kafa patlatan sesleri kesildiğinde enkazların çevresinde ağıt yakan kadınların feryatları yükseliyor, adeta yüreklerimizi yırtıyordu. Kıyametin provası mıydı acaba bu?

Ekibimizle beş gün boyunca birkaç canlı ve ne yazık ki çok sayıda cansız bedene ulaştık. Moloz yığınlarının içinden zorlukla çıkarıp yakınlarına teslim ettik. Kalan sağları teselli etmeye çalıştık. Günde bir iki saat uyku uyumamıza ve sürekli inşaat molozları ile mücadele etmemize rağmen kendimizi yorgun hissetmiyorduk. İkinci gün 14 yaşındaki Hatice isimli bir öğrenciyi çıkarmaya çalışıyorduk. Eşyaları elime geldikçe sinirlerim bozuldu. Ayıcığını kurtarmış Haticem. Cansız bedenini görmeye dayanamayacağımı anladım ve oradan ayrıldım, başka yerde çalışmaya gittim. Sonraki gün enkazdan çıkardığımız anne ve küçük kızı son darbe oldu. Bittiğim andı artık.

Ekibimizde genç arkadaşlar da vardı emekli olanlar da. Birkaç genç kız vardı, inşaat molozlarına öyle bir saldırıyordu ki birçok erkeğin yapamayacağı işleri yapıyordular. Demek ki bu işler kuvvet değil yürek işi. Ekipteki herkes kendi kapasitesine göre bir işin ucundan tutup yardım ve destek sağlıyordu. İçimizden bir grup çadırlar kurup gelen yardım malzemelerini istifliyor ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyordu. Araç temin eden, koordinasyon yapan, yeri geldiğinde tuvaletleri temizleyen, caddelerdeki çöpleri toplayan arkadaşlarımız vardı.

Yaşı bizden büyük olan Jale ablamız hayat deneyimi ile eksikleri müthiş bir gözlemci kabiliyeti ile tespit edip gidermeye çalışıyordu. Bir ara ekibimizin kaldığı camide etrafı toplayıp temizlediğini gördüm. Gün içinde çadır kentte koşturuyordu. Gece herkes uyurken üstü açıkta olanların üstünü battaniye ile örten bir kadın gördüm.

Enkazlarda çalışırken verdiğimiz kısa molalarda Kahramanmaraş caddelerinde yiyecek dağıtan yardımsever vatandaşların ikramlarından yiyorduk. Çay, kahve, çorba ve yemek konusunda hiçbir eksiklik olmadığı gibi fazlası vardı. Giyim ve diğer ihtiyaç malzemeleri sokakların belirli alanlarında depremzedelere ulaştırılıyordu. Tüm Türkiye adeta durmuş deprem bölgesi için çalışıyordu. Bir çay molasında orta yaşlı bir ağabey ve eşinin enkazda çalışan ekiplere ikram yaptıklarını gördüm.

“Benim sağlık sorunlarım var, enkazlarda çalışamam ama hanım kek, poğaça yaptı, çay malzemelerini de arabaya atıp geldik, hiç olmazsa bu şekilde bir yardımımız dokunsun, evde durmamız imkansız” dedi. Bu şekilde yardım yapmak için şehir dışından gelen birçok insan vardı sokaklarda. Çorba dağıtanı, yemek dağıtanı, annelerin bacıların evlerinde yaptıkları yiyecekleri getiren insanlar.

Ama ne yazık ki kötü insanlar da gelmişti deprem bölgesine. Vefat eden insanların parasını, altınını, eşyasını çalmak için gelen hırsızlar, yağmacılar da vardı. Devletin, hükümetin yetersiz kaldığını ispatlamak için fotoğraflar çekip sosyal medyada paylaşmak ve siyasi rant sağlamak için gelen provokatörler de vardı ne yazık ki. Böyle bir durumda bile ideolojik yaklaşımlara ne gerek var. Devletin millet, milletin devlet olduğu bir bütünleşme ihtiyacı vardı oysa.

Ekibimiz İzmir’e geri döndü. Birkaç cesur yürek orada kaldı. Aklımız deprem bölgesinde kaldı. Tüm o acıların içinden çıkıp yeniden normal hayata dönmekte zorlanıyor insan. Boşluk ve anlamsızlık duygusu kuşatıyor her yanını. Yediğinden içtiğinden tat alamıyorsun. Gözünün önünden gitmiyor o görüntüler. Rüyalarında hala o acı sahneler.

Bu satırları yazmak, bir nebze olsun içini dökmek iyi gelir belki. Belki birileri okur, birileri duygularını paylaşır ümidiyle dökülen sözcükler.

İnanın zaman eleştirme, yakınma, siyaset devşirme, açığını yakalama zamanı değil. Biz ve onların mücadelesi değil. Her şeyi devletten bekleme, birilerinin gelip işlerimizi yapmasını bekleme zamanı değil. Cephede yaralı bir düşman askerini bile tutup kaldıran bir neslin torunları değil miydik biz?  Zaman birlik beraberlik zamanıdır. Kurtuluş Savaşı’nda ortaya çıkan ruhun tekrar ortaya çıkma zamanıdır. Yedi düvelin yardımımıza koştuğu bir anda birbirimize kenetlenme zamanıdır.

Neredeyse bir ülke büyüklüğündeki bir bölge büyük bir afetle yıkıma uğradı. Bu yıkımı onarmaya her ulusun gücü yetmez. Eksikler, yanlışlar, sorunlar tabi ki konuşulacak. Ama şimdi değil. Sorumlular, hırsızlar, rüşvetçiler, suçlular tabii ki bulunacak. Ama şimdi önceliklerimiz var. Gerekenleri yapalım sonra geriye dönüp,“nerede yanlış yaptık?” sorusunu halk olarak kendimize soralım.

Unutmamalıyız ki felaketlerin asıl nedenleri cehalet, bencillik, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, ahlaksızlık ve bunların yanı sıra vurdumduymazlık, boş vericilik gibi insana özgü günahlar ve hatalardır. Bunlardan arınmadığımız sürece deprem, sel, orman yangınları, iklim değişikliği, kuraklık, kıtlık gibi felaketlerden etkilenmeye devam edeceğiz.

Yorumlar 2
sukranakçapyurtkuran 17 Mart 2023 09:27

Makalenin başlığı yaşanılanları en ince noktasıyla tespit ettiğinin aynası olmuş. Bu bir deprem değildi. Kıyametin senaryosuydu. Millet olarak hepimizi bu kederin içinden çıkaracak öncellik olması gereken davranış ve duygu şefkat olmalıdır. Matemin haykırışının dilinin ortak olduğunu tekrar tekrar hissettik ve yaşadık. Millet olarak an an öldük ve an an yeniden dirildik. Şükürler olsun ayaktayız ve yola devam edeceğiz. Deprem bölgesini bire bir yaşayan bir gönüllü olarak kaleminize sağlık demek istiyorum.

sukranakçapyurtkuran 17 Mart 2023 09:27

Makalenin başlığı yaşanılanları en ince noktasıyla tespit ettiğinin aynası olmuş. Bu bir deprem değildi. Kıyametin senaryosuydu. Millet olarak hepimizi bu kederin içinden çıkaracak öncellik olması gereken davranış ve duygu şefkat olmalıdır. Matemin haykırışının dilinin ortak olduğunu tekrar tekrar hissettik ve yaşadık. Millet olarak an an öldük ve an an yeniden dirildik. Şükürler olsun ayaktayız ve yola devam edeceğiz. Deprem bölgesini bire bir yaşayan bir gönüllü olarak kaleminize sağlık demek istiyorum.

Yazarın Diğer Yazıları