Yavuz Yıldızbaş

'ERMENi SOYKIRIMI' İFTİRASI

Yavuz Yıldızbaş

Uluslararası Ermeni Diasporası'nın sürekli  ortaya attığı "Ermeni soykırımı" iddialarının Türk ve Türkiye düşmanlığı yapan bazı batılı ülkelerde kabul görmesinin bir çok sebebi vardır elbette.

Bunların bir kaçını sizlerle paylaşmadan evvel, bu iddiaların ortaya atılma tarihini neden 24 Nisan olarak seçtiklerine kısaca değinelim.

Tehcir kanunu 27 Mayıs 1915'te çıkarılmışken, Ermeni Diasporası'nın 24 Nisan tarihini öne çekmesinin arkasında yatan asıl sebep ne olabilir?

Sebep şudur:

24 Nisan 1915'te yayınlanan genelgeyle Osmanlı'ya karşı isyan hazırlığı yapan; Taşnak, Hınçak gibi belirli örgütlerin, ele başlarının tutuklanması ve bunların faaliyetlerinin önüne geçilmek istenmesinden dolayı çıkarılan "27 Mayıs 1915 " tehcir kanunun tarihini değil de, yayınlanan genelge tarihini kendileri açısından daha önemli görmüşlerdir.

Çünkü; planlarının engellendiği tarihi, ters algıyla unutturup, Türk düşmanı çevrelerden de destek almak amacıyla istediklerini gerçekleştirebilmek için "24 Nisanı" ön plana çıkarmışlardır.

Gelelim Diaspora'nın "Ermeni Soykırımı" iftirasının batılı devletlerin bazıları tarafından kabul görmesinin nedenlerine..

1-Kendimizi doğru anlatmada sıkıntılar yaşamaktayız.

Geçmişten günümüze kadar batılı ülkeler gözünde hep "Doğulu" görünmenin dezavantajlarını yaşadık.

Oysa bunu avantaja çevirebilecek bir ülkeyiz. Ama maalesef o ülkelerde yeterince başarılı olamadık ya da Ermeni Diasporası kadar olamadık dersek daha doğrudur. 

Günü kurtarmak adına her 24 Nisan geldiğinde; bugün beğenmeyip "Monşer" denilen büyükelçilerimiz yürüttüğü dengeli ilişkiler sayesinde sıkıntılı cümleler etmekten kaçınan ülkeler; son yıllarda ağızlarına ciklet atar gibi sürekli tekrar edip hatta parlemantolarında kabul ettirdikleri sözde "soykırım" yalanına karşı savunacak bir sürü tarihi argümanımız olduğu halde, savunamamanın sebeplerinden en önde geleni liyakatsiz kişilerin büyükelçi yapılmasından kaynaklı değil mi acaba?

Ya da şöyle sorayım.

Atanan büyükelçilerimiz hangi kriterlere göre atanmakta?

Devlet geleneği ve kültürüne göre mi, yoksa tarikat cemaat ilişkilerinin yoğunlaştığı bürokratik yozlaşmaya göre mi?

Çünkü bazı büyükelçilerin atandıkları ülkelerde devlet işlerinden çok tarikat ve cemaat işleriyle iştigal ettikleri iddia edilmekte ve hangi ülkede hangi cemaat tarikat etkinse ona yakın kişilerin atandığı belirtilmekte.

Bu iddiaların gerçeklik payı, dışişlerinde yapılan yanlışlarla ortaya çıkmaktadır.

2-Lobi faaliyetlerimiz yetersiz.

Aslında 1. Maddeyle aynı kategoride izah edilebilir. Son yıllarda yurt dışında yürütülen lobi faaliyetleri yukarıda bahsettiğim büyükelçiliklerde görevli ataşelerimizin belirli yetkinlikte olmadıklarından hatta eskiden izlenilen yolları beğenmeyip, yeni yol haritaları çizmelerinden kaynaklı olmaktadır. Öyle ki; bu izledikleri yöntem ülkemizi daha zor duruma sokmaktan öteye gidememiştir. En büyük örneği de, en son ABD'nin kendi tarihine bakmadan bizim tarihimize "soykırım" lafını yerleştirmek istemesinden belli değil mi?

3-Tarihi kaynaklar ışığında Türkiye'nin yanında yer alan Türk ve yabancı bilim insanlarına; yurt dışındaki ülkelerde toplantılar düzenleyip belgelerin açıklanmasıyla gerçeklerin anlatılmasını sağlamak için girişimler yapılıp bu konuda kamuoyu oluşturma çalışılması yapılmış mıdır?

4-İç siyaset tartışmalarının dışında yurt dışında siyasi güç ne derece etkindir?

İç siyasette sabah akşam "Dünya Lideriyiz" diye kullanılan propagandaların dışarda etkin olamaması acaba kendi taraftarlarına verilen gazın dışarıda pek etkisi olmadığı gerçeğinden mi?

Saydığım bu maddelerin dışında elbette bir sürü varyantlar da olabilir ama belli başlı olarak sayabileceklerimiz hiç kuşkusuz bunlardır.

"Ermeni Soykırımı" İftirası hakkında gerek Türk gerekse de yabancı yüzlerce bilim insanı tarihi perspektif içersinde görüşlerini beyan etmişlerdir. Bunlardan bir kaçının görüşlerini yine onların cümleleriyle dile getirelim.

Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu Hocanın, daha görevi başındayken "tarafsız tarihçiler önünde arşivleri açalım" teklifine, Ermeni Diasporası tarafından hiç bir vakit olumlu bir cevap gelmedi maalesef.

Bildiğim kadarıyla bu teklif halen de geçerliliğini korumakta.

Bu konuda Amerikalı tarihçi Prof. Bernard Lewis'de 1915'teki tehcir esnasında vuku bulan olaylarda, gerek Ermeniler'den gerekse Türkler'den bir çok insanın öldüğünü,  sadece tehcir edilen bölgelerde bu tip sıkıntıların yaşandığını belirterek, İstanbul, İzmir gibi şehirlerdeki Ermeni sakinlerinde herhangi bir sıkıntı olmadığını belirtmiştir.

Bunun bir soykırım sayılabilmesinin tarihi verilere göre mümkün olamayacağını söylemiştir. Bu sözleri üzerine "Fransız Ermeni Forumu", Lewis hakkında dava açarak mahkum ettirmiştir.

Son günlerde de  Rus tarihçi Prof. Dr. Oleg Kuznetsov'da bir görüş beyan ederek, özellikle tarihi belgelere bakıldığında 1915 olayları için Ermeni Diasporası'nın iddialarının kurgu olduğunu, "Ermeniler de tarihi belgelerle bu soykırım teriminin geçerliliğini doğrulamalarının mümkün olmadığını biliyor." Diyerek aslında dünyadaki belgelerle konuşan tarihçilerin gerçeği görüp, Ermeniler'in neden arşivlerin açılması hususuna yaklaşmadıklarını açıkça göstermiyor mu sizce?

Konusu geçmişken şunu da ifade etmekte yarar görüyorum.

Ermeni Diasporasının güçlü olduğu ülkelerde eğer bir kişi çıkıp "Ermeni soykırımı yoktur" dediğinde, hemen dava açılıp mahkum ettirme yoluna gidiyorlar. Yukarıda bahsi geçen Prof. Lewis'i de bu şekilde mahkum ettirmişlerdi.

Dolayısıyla tarihi belgelerle tarafsız bilim insanlarının incelenmesi istendiğinde hep karşı çıkan Ermeni Diasporası olmuştur.

Konuyla alakalı olarak bir görüş de Türkiye'nin en önemli tarihçilerinin başında gelen Prof.Dr. İlber Ortaylı Hoca'dan.

Ortaylı kısaca şöyle özetliyor.

"Yahudi Soykırımı'nın ağır suçluluğunu taşıyan Alman-Fransız çevreleri özgün suçlarını yayıp paylaşacak tarihi ortaklar arıyorlar. Ermeniler ise davalarını Yahudiler ölçüsünde başarıyla kabul ettireceklerini düşünerek bu kavrama dört elle sarılıyorlar. 1915 Ermeni Tehciri, ihtimal dahilindeki bir isyana karşı düşünülmüş bir tedbir değildir. 1915'deki zorunlu göç kararı, fiilen ortaya çıkan isyan ve düşman ordusuyla işbirliğine karşı alınan ve günün şartları içinde kaçınılmaz olan bir karardır.

1915 olayları, tıpkı müteakip Pontus hadiseleri gibi, yanlış politikaların, gerçekçi olmayan isteklerin, dış kışkırtmaların da hızlanmasıyla yaratılmış, geliştirilmiş boğazlaşmaların, acı tarihi sayfalarıdır."

Son olarak söyleyebileceğimiz şudur: Devletler sahip oldukları güçleriyle etkin olurlar. Bu güçleri doğru kullanmak başarıya götürür. Bu yüzden büyük devletlerin yüz yıllık politikaları olur. Belli bir çerçevede yürütülen devlet politikalar olur.

Ülkemiz adına bu politikalar son yıllarda sekteye uğrasa da nereden dönülse kar deyip başarı için Cumhuriyet'in fabrika ayarlarına dönülmesi gerekmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları