Prof. Dr. Nurten Laleci Sarıca

Yaşlanmak mı/ yaş almak mı?

Prof. Dr. Nurten Laleci Sarıca

Geçenlerde okuduğum bir yazıda şöyle diyordu yazar: "Bir insanın hayatı boyunca yaşlanmayı istediği tek zaman diliminin çocukluk olduğunu hiç düşündünüz mü ?" Gerçekten de yetişkin bir insanın yaşlanmayı istemesi hiç de mantıklı değil. Bu soruyu okuyup zamanda şöyle bir geriye gidince ben de çocukken, bir an önce büyümeyi ne kadar da çok istediğimi hatırladım. Hepimiz belki aynı duyguları yaşamışızdır kim bilir? Örneğin büyüyüp bisiklete binmek, araba kullanmak, anne- babadan izin almak zorunda kalmamak için. Hatta çok daha basit nedenlerden büyümeyi istemek; küçük diye onu oyuna almayan diğer arkadaşlarına inat hemen büyüyüp onlara katılmak gibi. İşte bu büyüme arzusu o yaşlarda çok baskın bir şekilde hissedilir. Küçük bir çocuğa yaşı sorulduğunda beş buçuk, altı buçuk gibi cevaplar alabilirsiniz. Çünkü onun için buçuklar bile bir büyüme göstergesidir. Bir yaş daha büyük olmaya az kalmanın işaretidir. Yirmili, otuzlu yaşlarına gelen biri belki de yaşı sorulduğunda hiçbir zaman yirmi beş buçuk veya benzeri bir sayı dillendirmeyecektir. Anne babalar da bazen çocuklarının bu büyüme isteğini, onlar öyle istediği için, "yakında yedi/ sekiz yaşına basacak" gibi ifadelerle destekler. Ama bir anne baba için çocuğu, yaşı ne kadar ileri olursa olsun, hep çocuk kalacaktır.

Yaş sözcüğü, sözlüklerde doğuştan beri geçen ve yıl birimiyle ölçülen zaman, yaşamın evrelerinden biri olarak tanımlanıyor. Ayrıca canlı, taze, olgunlaşmamış, ham gibi yan anlamlara da sahip bir sözcük. Yukarıda bahsedildiği gibi çocukluk dışında yaşlanmayı kimse pek kabullenemez. Oysa zamanı durdurmak imkânsız.  Zamanla birlikte yaşlar da her geçen dakika biraz daha ilerliyor. Şairin dediği gibi;

***

"Zaman, dur artık geçme, bahtiyar saatler siz,

Akmaz olunuz artık!

En güzel günümüzün tadalım o süreksiz

Hazlarını azıcık!

***

Nafile, isteyişim geçen saniyeleri;

Akıp gidiyor zaman;

Geceye: "daha yavaş" deyişim boş; tan yeri

Ağaracak birazdan.

Sevişmek! Hep sevişmek! Akıp giden saatin

Kadrini bilmeliyiz!

İnsan için liman yok; sahil yok zaman için,

O geçer, biz göçeriz!"

Yaşlanmak, gönlün gövdeye söz geçirememesidir. Son zamanlarda sıklıkla yaşlanmak yerine yaş almak deyimi kullanmanın bir nedeni de o. Bazılarına göre yaşlanmayı kabullenmeyenlerin uydurduğu bir deyim yaş almak. Kim bilir? Yaşlanmak sözcüğünün derin yapısındaki olumsuz anlam, yaş almak deyimiyle olumlu görünüme bürünüyor. Yaşlanmak derken sanki ömrün sonuna yaklaşmış olmak, güçsüz/takatsiz kalmak, hastalıklar geliyor akla. Yaşlanmayı ölümle bağdaştırıyoruz aslında. Örneğin ben anne ve babamın yaşlandığını asla kabullenememişimdir. Hatta kızım da benden etkilenmiş olacak ki, dedesinin saçlarındaki akları gördüğünde büyük bir üzüntüyle gelip "anne yoksa dedem ölecek mi?" diye sormuştu daha 4 yaşlarında küçücük bir çocukken. Oysa yaş almak sanki sadece bir sayıdan ibaret. Bedenimizden, ruhumuzdan, görüntümüzden eksilen bir şey olmuyor yaş alınca.

Genellikle yaş konusu kadınların çok daha hassas olduğu bir konu. Belli bir yaştan sonra bir kadın yaşının sorulmasından pek hoşnut olmaz. Hatta bu soruya muhatap olduğunda hemen " Sizce kaç gösteriyorum?" şeklinde bir tepki sorusuyla cevap verir çoğu kadın ki birçok gülmeceye de konu olmuştur bu karşılıkla. Bir kadına yaşının ileri oluşuna rağmen "yaş almak sizi çok güzelleştiriyor" demek onu mutlu eder. Buradan şunu anlıyoruz ki aslında önemli olan takvimde veya kimlik kartlarında yazan sayı değil, insanın htiği o soyut zamandır. Hani derler ya "benim ruhum genç". İşte bu yüzden "matematiğin sizi kandırmasına izin vermeyin, her yaşta genç kalabilirsiniz" gibi bir düşünceyi ilke edinebilmeli insan. 

Genç kalmak derken günümüz tüketim toplumunun kafasını karıştıran, aklını çelen ve tüketimci düzenin en çok işine yarayan konulardan biri daha çıkıyor karşımıza. Çünkü bunu ezberleterek insanları genç kalmak için tüketmeye özendirmek oldukça kolaydır. Her yaşta genç kalabilmek birçok insan için büyük bir saplantı. Üstelik artık kadın erkek ayrımı yapılmaksızın böyle bir saplantıdan bahsetmek olası. Sağlık ve bakım (kozmetik) sanayi gelişmekte. Yani insanların dış görünüşlerini genç, güzel, özenli ve süslü göstermeye yönelik ürünler her geçen gün artmakta. Bu ürünlerin tarihçesine bakıldığında insanlık tarihi kadar eski olduğu, ilk bulguların Mısır'a ait olduğu söylenmekte. MÖ 4000 yıllarına tarihlenen bulgularda boya ve merhem kapları olduğu tespit edilen kalıntılar, insanoğlunun geçmişten günümüze kadarki yaşam geçmişinde genç ve güzel görünmenin hep önemli olduğunu ortaya koymakta. Bu durum da üreticilerin abartılı ürünlerle insanları çekmeye devam ettiklerini açıklamakta.  Ürün tanıtımlarında kulağımıza gelen "yaşlandırmaz" (anti aging) ve "sağlıklı yaşlanma"(wellaging) gibi deyimler her yerde karşımıza çıkıyor. Ancak ne kadar ürün kullanılırsa kullanılsın zamanın yıkıcılığına direnmek o kadar da kolay olmuyor. Ama insan da kolay kolay pes etmiyor. Bakım ürünlerinin işe yaramadığı yerde güzellik uzmanlığı devreye giriyor. Günümüzde bu konuda azımsanamayacak boyutta işlerin yapıldığı, deyim yerindeyse insanın adeta yeniden yaratıldığı, oldukça şaşırtıcı sonuçlar doğuran işlemler birçok habere konu oluyor.

Peki neden insanoğlu bunca çabaya, eziyete varacak kadar uğraşıya katlanıyor? Hepi topu yaşayacağı en fazla yüz yıllık bir ömür için bunca sıkıntıya değer mi? Türküde de dile getirdiği gibi ozanın "çok yaşayan yüze kadar yaşıyor, gel de bu rüyayı yor deli gönül". İnsanoğlu hep ölümsüzlüğün peşinde. Ama ne kadar direnirse dirensin, istediği emi, sürmeyi, gereçleri kullansın; yaş'lanacak / yaş alacak. Sadece bunları yaptığında, "değil-miş" gibi görünebilmeyi başaracak, içten bir rahatlama duyacak.

Evrende değişmeyen bir kural vardır. Her şey bir değişim içindedir. İnsan da öyle. Bu nedenle kendi beden değişim ve dönüşümünün farkına vararak, yaşam denilen sonlu zaman ödünçlemesini iyi kullanması gerekir. Mevlana'nın dediği gibi "Sonbaharda ağaçların yaprakları nasıl dökülürse, aynı şekilde bedenden de bir imtihan gereği şu güzelim elbiseler uçmakta."  Birçoğumuzun dilinden düşmeyen Otuz Beş Yaş şirinde bu değişimi şu dizelerle anlatır şair:

"Şakaklarıma kar mı yağdı ne?

Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünüyorsunuz;

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?"

Öyleyse yaşamın farkına ve tadına varabilmek, deneyimi bilgiyle harmanlayıp henüz görmemiş ve bilmemişlere bildirmek, saygı ve sevgi görmek, yaşam ve ölümün harmanlandığı engin bir ruha sahip olabilmek için; 'yaş almak' gerekir. Gerekir ki biriktirdiklerimizi yeni kuşağa aktarabilelim ve onlar da kendilerinden sonrakilere anlatabilsinler gerçek yaşamı.

Aslında mesele zamanın geçmesi, takvim yıllarının değişmesi değil. Çünkü yaşlanan bedenin hemen altında sadece yaş alan, olgunlaşan, bilinçlenen ve günden güne güzelleşen bir çocuksu ruh var. Onu canlı veya yaş tutabildiğimiz oranda genç kalmak mümkün. Demek ki beden yaşımız gibi ruh yaşımız, htiğimiz yaşımız da var. Öyleyse yazarın dediği gibi : " Çoklu yaştayım, nüfus yaşım başka, beden yaşım başka. Beyin yaşım farklı, gösterdiğim yaş bambaşka. Bir de halet-i ruhiyeme göre değişiyor arada. Biraz da çocuğum aslında. Velhasıl çoklu yaştayım, bu yaşta."

Yeni yıla sayılı günler kala yaş konusuna değinmişken, tüm okurlara bu vesileyle her şeyin güzelini diliyorum. Yeni yaşın, yeni yaşamın, işin güzelini dilemek ve güzel karşılamak lazım. Sevdiklerimizle, sevenlerimizle birlikte güzel ve değerli yıllara ulaşabilmemiz için tüm benliğimizle kabulümüz olan yaşımızın tadına varabilmemiz lazım. Gönül yaşını canlı tutabildiğimiz, manevi güzelliğe kavuşabildiğimiz, huzur dolu yıllarımız olsun. Yaşlanmadan yaş almak dileğiyle.

Yazarın Diğer Yazıları